“Bir mahallede birisi açlık sebebiyle ölürse, o mahallenin hepsi onun katili olur.”
İbn Hazm
Dayanışma, TDK’da bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması olarak tanımlanır. Osmanlıcadaki karşılığı olan tesanüd; dayanak, destek, bir iddia veya rivayetin dayanağı, borç belgesi anlamına gelen sened kökünden türemiştir. Nişanyan Sözlüğe göre tesanüd, “Arapça, bir şeye dayanma anlamına gelen ve Osmanlıcada ender görülen bir kelime iken Ziya Gökalp tarafından Fransızca solidarite karşılığı olarak tedavüle sokulmuştur.” Solidaritenin kökü ise kefalete bağlanmış (borç), tam, bütün, eksiksiz, sağlam anlamlarına dayanmaktadır. Farklı dillerde, farklı biçimsel karakterlerle sembolize edilen bu üç sözcüğün anlam ortaklığında, bütün olmak için karşılıklılık ya da işteşlik vardır. Bu tanımlardan yola çıkarak “dayanışma” sözcüğünün günümüzde dilbilimsel bağlamda anlam daralmasına, sosyolojik bağlamda ise anlam kötüleşmesine uğradığını söyleyebiliriz.
Sosyolojinin kurucularından sayılan Emile Durkheim iki tür dayanışma türünden söz eder: Mekanik dayanışma ve organik dayanışma. Mekanik dayanışma bireyler arasındaki farklılıkların asgari düzeyde olduğu, toplum değerlerinin kişiliğin önüne geçtiği, evlerin henüz odalara bölünmediği, kişiler arası ilişki ve iletişimin oldukça yakın olduğu homojen toplumlarda gerçekleşir. Dayanışma, tesanüd ve solidarite sözcüklerinin etimolojik hakkını en yalın biçimiyle verir. Tamdır, bütündür, kapsayıcıdır. İşteşliğin, ortak iş yapmaya, imeceye dayanan türü söz konusudur. Organik dayanışma ise bireysel farklılıkların yaygın olduğu, kişiliklerin güçlendiği, kişiler arası bağların zayıfladığı günümüz postmodern toplum yapısına ve kapitalist düzene özgüdür. Nüfus, ihtiyaç, iş alanı arttıkça ve teknoloji geliştikçe temasın alanı da genişler. Toplumsal temas, kişisel temasa evrilir. Hanesinde ya da mahallesindeki ihtiyaca değemeyen birey, kilometre cinsinden mesafeyi engel bilmeyerek bir başka coğrafyadaki soruna, ihtiyaca cevap vermeye kalkar. Yerellikten uzaklaşan dayanışma, etimolojik anlamından da uzaklaşarak işteşlik, karşılıklılık özelliklerini de yitirir.
Çağımızda, zihnimizdeki “dayanışma”ya ait şemanın, maddiyat ya da para şemalarıyla yan yana durması ya da kesişmesi anlam kötüleşmesinin bir sonucudur. Dolayısıyla çağımıza özgü organik dayanışma ne bireyin, ne de toplumun ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Teması küreselleştirme çabası, bireyi, burada anılmadan geçilemeyecek bir kavrama, yabancılaşmaya, sanal temasa ve anlam kargaşasına götürüyor. Nitekim Durkheim, organik dayanışma ve intihar arasında doğru orantı olduğunu söyler. Dışsallaşan birey, içe dönüklüğünü yitirerek yaşam sorgusunda kara delikler açar.
Dışsal ya da bir diğer ifadeyle işteşlikten uzak sanal temas kuran birey, gerçek anlamda dayanıştığı yanılsamasıyla en çok da devlete hizmet eder. Birbiriyle yakın temasta olan birey ve toplulukların dayanışması bir tehditken, organik dayanışma, devlet açısından bir nimettir. Onun içindir ki Gezi direnişindeki dayanışma devlet nezdinde paniğe ve şiddete yol açarken, Van depreminde ülkenin dört bir yanından uzatılan el, somut anlamıyla dokunma işlevini yerine getirmediği ve bütünsel ya da kapsayıcı olmadığı için aynı korkuyu yaratmaz.
13 Mayıs 2014’te Soma’da yaşanan maden faciasını öğrendiğimde, önlenemez bir dürtüyle ertesi gün kendimi orada buldum. Bu, örgütlü olduğum yapılardan bağımsız, “bireysel” bir gidişti. Aynı siyasal ve sendikal aidiyetlerimiz olan bir arkadaşımla Eğitim-Sen’de karşılaştık. Tepkisi, “ İnsanlar neden akın akın buraya geliyor. Bırakın bu yarayı biz kendimiz saralım.” oldu. Uzun zaman bu reflekse anlam veremedim. İhraç edilmemin ardından hayatıma kalın puntolarla giren “dayanışma” sözcüğünün anlamı ya da anlamsızlığını sorgularken bu tepkinin haklılığını kavrayabildim. Eylemim, dayanışmanın ruhuna uymuyordu. Oraya giderek toplumsal sorumluluğumu yerine getirme edasıyla vicdanımı rahatlattığımı sanmak, bir yanılsamaydı. Aynı şekilde, Eğitim-Sen’in sendika aidatlarıyla her ay ihraç üyelerinin hesaplarına yatırdığı “banka dayanışması”, sendikal ve siyasi sürecin bedelini ekonomik, ailevi, sosyal vb. yıpranmalarla ödeyen ihraçlara yerine getirilmiş bir sorumluluk olarak sunulmakta.
KHK’liler, ülkenin dört bir yanında örgütlenip kendilerini ifade edebildikleri mecralar haline getirdikleri ve son zamanlarda ivmesini artıran platformlarla örneğine az rastlanır bir dayanışma örüyorlar. Durkheim bireysel farklılıkların bu kadar çeşitli olduğu bu platformları görseydi, eminim yeni bir dayanışma türünü literatüre kazandırırdı. Bu kitle en uç farklılıklarla bir arada yaşama kültürü oluşturmaya başladı ve bu değişimin bir parçası olmak tüm platform üyelerinin ortak heyecanı.
Bu yazı salt içerik açısından bir dayanışma yazısı değildir. Yazılma sürecinde de dayanışmanın işteş ruhuna başvuruldu. Nelere değinileceği, içerik başlıklarından hangilerinin eleneceği, sevgili Hüda Yıldırım’la karşılıklı soru ve cevapların sonucunda şekillendi. O da KHK bedelini ağır ödeyenlerden. Kendisine teşekkürü borç bilirim.
Dayanışmayla...
Aslı Akdemir