Tarihte bilinen ilk yasa Sümerler tarafından yaratıldı ve uygulandı. O günden itibaren her ülke kendi gerçeği içinde bu kanunu benimsemiş, değişiklikler yapmış ve kamu düzenini korumak için kullanmaya başlamıştır. Babil devletinin en eski hukuk normları ve bilindiği gibi günümüzün liderliği Hammurabi kanunlarıdır. Ceza ve suç kavramlarını tanımlayan ve inceleyen kamu hukuku dalı ceza hukukudur. Ancak cezanın ve suçun kanunla tanımlanmış bir zıttı olması durumunda işlevsellik kazanır. Ceza hukuku, özel olarak ceza ve genel olarak ceza olmak üzere iki kısımda ele alınabilir. Genel ceza hukuku söz konusu olduğunda genel hükümleri, suçu oluşturan maddi ve manevi kavramların tanımını, suçu ortadan kaldıran unsurları, suçu azaltan veya ortadan kaldıran unsurları göz önünde bulundurmalısınız. Özel ceza hukukundan bahsederken, ülke kanunlarında suçun kapsamına giren unsurlar, bunların birbirleriyle etkileşimleri ve suçu ortadan kaldıran sebepler göz önünde bulundurulmalıdır.
Ceza Hukuku, Ceza Hukuku Avukatı, Ceza Avukatı, İzmir Avukat, Ceza Avukatı İzmir , SEFERİHİSAR AVUKAT IŞIL YAKAR
Aile hukuku, bir ailede ortaya çıkabilecek sorunları çözmek için devreye giren mekanizmadır. Medeni hukuk kapsamında ele alınan bu konular aile hukuku ile çözülür. Aile hukuku, nişan, evlilik, çekişmeli veya çekişmeli boşanma, mal edinimi ve taksimi, evlat edinme, velayet, nafaka gibi konularda her türlü sorun ve kararları belirler. Evlilik içi veya evlilik dışı ortak yaşam arkadaşlıklarına ilişkin ortaya çıkabilecek her türlü hususun aile hukuku çerçevesinde ele alınması ve sonuçlandırılması sağlanmaktadır. Kısacası Aile ve Boşanma Hukuku diyebiliriz.
Nişandan evliliğe, bundan sonra olabilecek tüm hususları kapsamak, eşlerin birbirinden uzaklığını, çocuk ve kadın haklarını korumak, vesayetle ilgili konularda hüküm verme yetkisine sahip olmak ve çocuk istismarı halinde hukuken gerekli cezaların verilmesini sağlamak. mahkemelerdir.
Türk Medeni Kanununda tanımlanan yasal hükümler bu kanunun temelini oluşturur.
Aile hukuku, ailenin toplumdaki düzenini ve birliğini korumak için mutlaka gereklidir.
Aile yapısı ve içeriğinde ortaya çıkabilecek tüm hususlar aile hukuku açısından çok özel ve önemlidir, düzeni korumaya yönelik tüm uygulamalardan aile mahkemeleri sorumludur.
Aile hukuku bize aile kurumunun nasıl olması gerektiğini ve olası sorunlarla nasıl başa çıkılacağını anlatır.
Olası sorunlardan kısaca bahsedelim; boşanma davalarında suç unsuru önemlidir. Boşanmada çocuklar varsa, velayetin kime verileceği ve onları görme hakkı konusunda karar vermek. Nafaka ve boşanmış eşlerin belirlenmesi ve karara bağlanması gibi konular her zaman aile hukuku hükümleri ile çözülür.
Toplumun en küçük yapı taşı olan aile birliğini korumak, barışçıl ve güvenli bir toplumu tebrik etmekle eş anlamlıdır. Mutlu evlerde doğan çocuklar da geleceğe güvenle bakarlar ve kendi ayakları üzerinde durabilme becerisine ulaşabilirler. Ama istenmese de aile içindeki sorunları görmezden gelemeyiz. Türk toplumunda artan boşanma birçok sorunu da beraberinde getiriyor. İşte burada aile hukukuna verilen önem devreye giriyor. Bu konularda kanunla düzenlenmeyen belirsizlikler çok büyük sorunlara yol açabilmektedir.
Özellikle boşanmış anne babaların çocukları konusu tüm ülkeler için geçerli bir sorundur. Anlaşarak boşanma olmazsa çocuklar iki taraf arasında kalır ve anne babalarından vazgeçemedikleri için ne yapacaklarını bilemezler. psikolojik sorunlar yaşamaya başlarlar.
İş hukuku ofisimizin ağırlıklı olarak hizmet vermekte olduğu bir diğer alandır. İş hukukuyla ilgili işçi ve işverenlere birçok farklı konuda iş hukuku avukatı olarak hizmet verilmektedir.
İş hukuku konulu hizmet verdiğimiz dava türleri ve diğer hukuki danışmanlık faaliyetlerimiz aşağıdaki gibidir:
İşçi ve işveren haklarını koruyan iş sözleşmelerinin hazırlanması,
İşe iade davası,
Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötü niyet tazminatı ve fazla mesai ücretlerini talep,
Yarı zamanlı veya tam zamanlı çalışma ücretleri, yıllık ücretli izinler, doğum izinleri konularında danışmanlık hizmeti,
İşçinin yaralanma, ölüm ve iş görmezlik durumları,
İşverenin kusursuz sorumluluğu,
İşçinin kusurları,
Hizmet sözleşmelerinin haklı veya haksız sebeple feshi durumları,
Eksik ödenen veya hiç ödenmeyen işçi alacakları, işçi tazminatları
gibi konularda danışmanlık hizmeti ve davalarda temsil hizmeti verilmektedir.
Maddi hukuktan kaynaklanmış olan taleplerin devletin yetkili organları tarafından ve devletin gücü kullanılarak gerçekleştirilmesine hizmet eden faaliyetin tümü cebri icra faaliyetini oluşturur. Bununla ilgili olarak kuralları düzenlenmiş olan hukuk dalı ise cebri icra hukuku veyahut takip hukuku olarak adlandırılır. Takip hukuku veyahut cebri icra hukuku üst bir kavram olmakla birlikte genel bir kavramdır. Günümüzde bu kavramlara icra ve iflas hukuku denir. İcra ve iflas hukuku takip hukukuna karşılık gelmekteyse de aslında icra ve iflas hukuku takip hukuku içerisinde yer alan alt bölümleri oluşturur. Bunların dışında iflas anlaşması, tasarrufun iptali davası, ihtiyati haciz de takip hukuku içerisinde düzenlenen kavramlardır.
Cebri icra çeşitleri kanun içerisinde ikiye ayrılmıştır. Bunlar cüzi icra (icra takibi) ve külli icra yani iflas takibidir. Ayrıca icra iflas hukuk davalarına bakan avukatlara da genelleri icra avukatı denmektedir. İzmir icra avukatı olarak hukuk büromuz da tüm icra davalarına icra avukatlık hizmeti vermektedir.
İcra takibi içerisinde borçlu olanın karşısında bir veya birkaç alacaklı yer alır. Borcu olanın mal varlığına dâhil olan şeylerden biri veya birkaçı cebri icranın konusunu oluşturur. Alacaklı olan kişi borçluya karşı takip yapar. Eğer takip kesinleşirse borçlunun alacağa yetecek kadar olan miktar mali haciz edilir. Satıldıktan sonra alacaklının alacağı ödenir. Eğer bu işlemden geriye artan para miktarı varsa bu borçlu olan kişi iade edilir. Bu durumda yer alan her alacaklı kişi Her borçlu kişiye karşı bu icra prosedürünü işletme hakkına sahiptir. Bununla birlikte icra takibi içerisinde çeşitli ayrımlar vardır. Bunlar ilamlı icra ve ilamsız icra olarak sıralanabilir. İlamlı icrada bir kişinin hakkı yerine getirilmez ise veya ihlal edilmiş ise bu kimse mahkemeye başvurarak bu ihlalin önüne geçilmesini veyahut hakkının iade edilmesini talep eder. Eğer Mahkeme yapmış olduğu yargılama sonucunda talepte bulunmuş olan kişi lehine karar verir ise davalı tarafın bunu yerine getirmesi gereklidir. Bununla birlikte davalı mahkeme kararının gereklerine gönüllü olarak yapmazsa alacaklı olan taraf icra dairesine başvurup ilamın gereğinin yerine getirilmesini talep eder. Bununla birlikte borçluya bir icra emri gönderilmiş olur. Borçlu olan kişi kendisine verilen süre içerisinde icra emrine uygun olarak davranış sergilemez ise icra emrinin konusu olan borç kanun içerisinde öngörülmüş olan şekiller ile zorla yerine getirilir. İlamlı icra takibinde daha önce mahkemede bir yargılama yapılmış olması söz konusu olduğundan borçlu olan kişinin savunma ve takibi engel olma imkânı oldukça sınırlı olur. Borçlu olan kişinin kural olarak bu takibi karşı koyması ve bu takibi durdurulması olağan değildir. Alacaklı olan kişi borçlu olan kişiye karşı konusu para olan veyahut konusu para olmayan tüm istekleri için bu yola başvurma hakkına sahiptir. Bununla birlikte konusu para olmayan yani paradan başka bir şeye karşılık gelen alacaklar için alacaklı olan kişinin İlamlı icra yoluna başvurma zorunluluğu vardır.
İcra takibinde Yer alan bir diğer ayrım ise ilamsız icradır. İlamsız icra dışında yer alan sadece para ve teminat alacakları için İlamsız icra yolu ile takibin yapılması mümkündür. Burada alacaklı olan kişinin alıcının mahkeme ilamı ile tespit edilmesi ve hüküm altına alınması gerekmez. Alacaklı olan kişi doğrudan icra dairesine başvurarak borçlu olan kişiye karşı takip yapma hakkına sahiptir. Bununla birlikte genel haciz yoluyla takip de alacaklı olan kişinin elinde herhangi bir belge bulunması da şart değildir. İlamsız icra takibi yoluna başvurabilmek için kişilerin bir başka kişiden alacağı olmasına gerek yoktur. Yani bir başka kişiden alacağı olmayan kişiler dahi İlamsız icra yoluna başvurma hakkına sahiptir. Fakat ilamsız icra takibinin sonuçlanabilmesi için borçlunun takibi itirazının olmaması gerekir. Eğer borçlu bu ilamsız takip yolunda kendisine karşı yürütülmüş olan takibe itiraz edip Bu ilamsız takibin sonuçlanmasına engel olmak istiyorsa borçlu ya bu imkân tanınmıştır. İlamsız icra yolu para ve teminat alacakları için öngörülmüş olsa da kanun içerisinde özellikle kira alacağının ödenmemesi ve kira süresinin sona ermesi durumlarında tahliye talebi için İlamsız icra yoluna başvurulabilmesi mümkündür.
Külli icra da yani iflasta, cüzi icradan yani icra takibinden farklı olarak borçlu olan kişinin karşısında tüm alacaklıları yer alır. İflas takibinin konusunda borçlunun tüm mal varlığı olur. Borçlunun karşısında tüm alacaklıları bulunur ancak iflas takip yoluna tüm borçlular için değil iflasa tabi olan borçlular için başvurulur. İflas takibine iflasa tabi olan borçlular için girildiğinden iflas hukukunun uygulama alanı icra hukukuna göre daha dar bir alanı oluşturur. İflas takibinde borçlu olan kişinin bütün mal varlığı satılır ve bu mal varlığından elde edilmiş olan para ile borçlunun bilinen tüm alacaklılarının alacakları ödenir. Bunun sonucu olarak artan bir para kalırsa borçlu olan kişiye verilir. İflas takibinde alacaklılar arasında eşitlik söz konusudur. Borçlu olan kişinin Malvarlığı alacaklı olan kişilerin alacaklarına tam olarak karşılık gelmezse kanunda düzenlenmiş şekilde para alacaklılar arasında alacaklıların alacakları oranında paylaştırılır.
Kanun içerisinde icra takibi ve iflas takibi olarak İki takip yolu düzenlenmiştir. Bu takip yollarının dışında da kanun koyucu geçici hukuki koruma olarak çeşitli kurumlar ve ceza hükümleri için düzenleme yapmıştır. Bunlar ihtiyati haciz Konkordato sermaye şirketlerinin yeniden yapılandırılması ve iptal davasıdır.
İhtiyati hacze 2004 sayılı icra ve iflas kanununun 257. maddesinden 268. Maddesine kadar yer verilmiştir. İhtiyati haciz doğrudan alıcının elde edilmesine yönelik bir takip yolu değildir. Alıcı teminat altına almak için öngörülmüş geçici bir hukuki korumadır.
Konkordato çeşitli sebepler ile işleri iyi gitmeyen ve mali durumu bozulmuş olan bir borçlunun korunması için kabul edilmiştir. Eğer borçlunun mali durumu bozulursa ve zor duruma düşerse Borçlu borçlarına tam ve zamanı geldiğinde ödemek zorunda bırakılırsa borçlunun mevcut Malvarlığı borçlarına ödemek için yeterli olmayacaktır. İflasa tabi ise iflas edecektir. Veyahut önce davranmış olan alacaklılar alacaklarının alarak diğer alacaklıların alacaklarını hiç almamasına sebep olacaklardır. Bu durumdaki bir borçlu alacaklıları ile kanunda öngörülmüş olan şekilde anlaşma yapar ise alacaklıların kabul ettikleri şekilde veya oranda veyahut sürede borçlarına ödeyecek ve borçlarından kurtulacaktır. Konkordato Bir borçlunun kendi teklifi veya alacaklılardan birinin teklifi ile alacaklı olan kişilerin kanunda düzenlenmiş çoğunluk ile yapmış oldukları ve mahkemenin Tasdiki ile hüküm ifade eden bir anlaşmaya karşılık gelir. Bu hüküm ifade eden anlaşmaya göre alacaklı olan kişiler alacaklarının belirli oranda veyahut belirli bir zamanda veya borçlunun mal varlığını onlara terk etmesiyle ödenmesine kabul ederler. Bununla birlikte eğer borç yerine getirilirse borçlu bu anlaşmaya göre borçlarının tamamından kurtulmuş olur.
Uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma sermaye şirketleri ile kooperatiflerin alacaklıları ile uzlaşarak mevcut borçlarına ve eğer gerekiyorsa yapısal organizasyonlarını yeni koşul için düzenlemek amacıyla faaliyetlerine devam etmelerinin sağlanmasıdır. Uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma Konkordato ile birlikte düzenlenir. Ancak Konkordato ile uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma birlikte düzenlenmesine rağmen uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma konkordatonun bir türü değildir. Bununla birlikte uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma külli bir takip ve tasfiye usulü de değildir.
Borçlu olan kişinin mallarının haczedilmesinden önce veya borçlu olan kişinin iflasından önce mal ve hakları üzerinde sahip olduğu tasarruf yetkisinin sınırlandırılması mümkün değildir. Bundan dolayı malları haciz edilecek olan kişi veya iflas edecek olan borçlu kişinin mallarını alacaklılardan kaçırmak için kötü niyetli veya şüpheli olan tasarruflar da bulunması mümkündür. Bu borçlu olan kişinin mallarının haciz işleminden önce veya iflastan önce alacaklı olan kişilerden mal kaçırmak için yapmış olduğu Kanun önünde bir takım şüpheli tasarrufların, bağışlamaların İptal ettirilebilmesi için bu işlemlerden dolayı zarar görmüş olan alacaklıların dava açma hakkına iptal davası denir.
İtirazın iptali davası ve itirazın kaldırılması
Kiralanan gayrimenkullerin tahliyesi
Menfi tespit ve istirdat davaları
İhtiyati haciz kararı alınması
İstihkak davası
İflas davası ve Konkordato
Alacak davası
Tasarrufun iptali davası
Tahliye davası
İhalenin feshi davası
Kambiyo senedine özgü takiplere itiraz davası
İmzaya itiraz davası
İhtiyati haciz davası
İlamlı icralarda İcranın geri bırakılması işlemleri
Alacaklısının zarar uğratmak amacıyla mevcudunu eksilten borçlar hakkında açılacak davalar
İflas ve konkordato işlerinde hususi menfaat eden kişiler hakkında açılan davalar
Müflisin haklarını vermeyenler hakkında davalar
Kiracılara yönelik cezai davalar
Gerçeğe aykırı beyanda bulunanlara dair davalar
Çocuk teslimi emrine karşı gelenler hakkında açılan davalar
Nafaka borcunu ödemeyenlere dair açılan davalar
İtirazın iptali davası ve itirazın kaldırılması borçlu kişinin itirazı ile duran ilamsız icra takibine alacaklıların gidecekleri davalardır. Alacak olan kişinin icra mahkemesine itirazın kaldırılması davası açabilmesin mümkün olması için elinde icra iflas kanunu ilgili maddelerinde sayılan belgelerden birinin bulunması gerekir. İcra iflas kanunu göre talebine itiraz edilen alacaklının takibi imzası ikrar veya noterlik tarafından tasdik edilen borç ikrarını içeren bir senede veya resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dahilinde Ve usulüne göre vermiş oldukları bir makbuz veya belge müstenitse alacaklı olan kişinin itirazın kendisini çevrildiği tarihinden itibaren altı ay içerisinde itirazın kaldırılmasını isteme hakkına sahiptir. Bu süre zarfında itirazın kaldırılmasının alacaklı tarafından istenilmemesi durumunda yeniden ilamsız takip yapılamaz. Borçlu olan kişi itiraz ne Varit gösterecek hiçbir belge ibraz etmezse icra Mahkemesi itirazın kaldırılması kararını verir. İtiraz senet veya makbuz veya belge müstenit ise itirazın kaldırılması talebi reddedilir. Borçlu olan kişi miras bırakana ait bir alacak için takip edilmekte olup da Ölen kişiden kalanların borca batık olduğunu ileri sürerse bu hususta ilham getirmesi için kendisine uygun bir mühlet verilir. Bunun dışında itirazın kaldırılması talebinin kabulü için ileri sürülen iddialar ısınmalar bekletici mesele yapılamaz. İtirazın kaldırılması talebinin reddi için ileri sürülen iddia ve savunmalar da bekletici mesele yapılamaz. Borçlu olan kişinin göstermiş olduğu belge altındaki imza alacaklı tarafından inkâr edilirse hâkim İcra iflas kanununun ilgili maddesinde yazılı usule göre yaptığı inceleme neticesinde imzanın alacaklı olan kişiye ait olduğuna kanaat getirdiği takdirde alacaklı olan kişinin itirazın kaldırılması talebini reddeder. Bununla birlikte alacaklıyı sözü edilen belgenin taalluk etti değer veya miktarın %10’u oranında para cezasına mahkûm eder. Alacaklı olan kişi genel mahkemede dava açar ise bu para cezasının infazı dava sonuna kadar tehiri olunur. Alacaklı olan kişi bu davada alacağının ve imzanın kendisine ait olmadığını ispat ederse bu ceza ortadan kalkar. İcra avukatları bu tarz davalarla ilgilenirler.
Alacaklı olan kişi duruşmada bizzat bulunmayıp İmza vekili tarafından reddedildiği takdirde vekil müteakip oturumda müvekkilin imza tatbikatı için hazır bulunmasına veya masraflarını vererek davetiye Tebliğ ettirmek zorundadır. Kabul edilmeye değer bir mazereti olmayan ve bu suretle gelmeyen alacaklı olan kişi borçlunun dayanmış olduğu belgede yazılı miktar hakkındaki itirazın kaldırılması talebinden vazgeçmiş sayılır. İtirazın kaldırılması talebinin esasî ilişkin olan sebeplerle kabul edilmesi halinde borçlu olan kişi Talebin aynı sebeplerle reddedilmesi halinde ise alacaklı olan kişi diğer tarafın talebi üzerine %20’den aşağı olmamak üzere tazminata mahkûm edilir. Borçlu olan kişi menfi tespit ve istirdat davası açar ise veya alacaklı genel mahkemede dava açar ise hüküm olunan tazminatın tahsili davası sonuna kadar tehir olunur ve dava lehine sonuçlanan taraf için daha önce hükmedilmiş olan tazminat kalkar.
Bu durumları icra iflas kanunu belirtmiştir. Bununla birlikte alacaklının elinde yukarıdaki açıklamalarda yer alan ve kanunun ilgili maddesindeki belgelerden biri yok ise başvurabileceği yol sadece itirazın iptali davasıdır.
İtirazın iptali davası müddeabihi takibe konu olmuş olan ve ardından borçlu olan kişinin bu takibe itiraz ettiği alacağı konu eden normal bir eda davasıdır. Bununla birlikte normal bir hukuk davası gibi açılır.
Kiralanan gayrimenkullerin tahliyesi kiracının kiralanan gayrimenkulü tahliyesi için kiralayan tarafından yapılmış olan bir özel bir takip yoludur.
Kiralanan bir taşınmazın tahliye ettirilmesi için kural olarak öncelikle taşınmazın kiracısı olan kişiye karşı Sulh hukuk Mahkemesinde tahliye davasının açılması gereklidir. Taşınmazı kiralayan kişi eğer tahliye davasını kazanır ise mahkemeden alacağı tahliye ilanı ile ilamlı icra takibi başlatarak taşınmazın tahliye edilmesini sağlaması mümkündür. Kanun içerisinde yer alan bazı nedenlerin mevcut olması halinde taşınmazı kiralayan kişinin tahliye davası açmadan doğrudan icra dairesine başvuru yaparak taşınmazın tahliyesine isteyebileceği düzenlenmiştir. Kira bedelinin ödenmemiş olması ve kira süresinin bitmesi kanunun içerisinde düzenlenmiş nedenlerdir.
Borçlu olan kişi icra takibinin yapılmasından önce veya icra takibinin yapılması sırasında borçlu bulunmadığını ispat etmek için menfi tespit davası açma hakkına sahiptir. İcra takibinin yapılmasından önce açılan menfi tespit davasına bakan mahkeme mevcut talep üzerine alıcının %10 beşinden aşı olmamak suretiyle gösterilecek teminat mukabilinde yapılan icra takibinin durdurulması için İhtiyati tedbir kararı verebilir. İcra takibi sonrasında açılan menfi tespit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar kılınamaz. Fakat borçlu olan kişi gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın %10 beşinden aşağı olmamak üzere gösterici teminat karşılığında mahkemeden ihtiyati tedbir yolu ile icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini talep edebilir. Dava alacaklı lehine sonuçlanırsa ihtiyati sil bir kararla ortadan kalkar. Bununla ilgili olan hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı olan kişiye ihtiyacı tedbir sebebiyle alacağını geç almış olmasından doğan zararlarını gösterilmiş olan teminattan alır. Alacaklı kişinin uğramış olduğu zarar aynı davada takdir olunur ve karara bağlanır. Karara bağlanan zarar herhalde %20 den aşağı olamaz. Eğer dava borçlunun lehine hükme bağlanır ise derhal takip durur. İlanın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre Ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iadesi yapılır. Borçlu olan kişiye menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılır ise talebi üzerine borçlu olan kişinin dava nedeni ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsil edilmesine karar verilir. Takdir edilecek olan zarar haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın %20 sinden aşağı olması mümkün değildir. Borçlu menfi tespit davası dolayısıyla tedbir kararı almamış ve borçta ödenmişse davaya istirdat davası olarak devam olunur. Takibe itiraz etmediği için veya itirazının kardırılması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan kişi Ödemiş olduğu tarihten itibaren bir sene içerisinde umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvuru yaparak paranın geriye alınmasını talep edebilir. Menfi tespit ve istirdat davaları takibi yapan icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabilir. Bununla birlikte menfi tespit ve istirdat davaları davalının yerleşim yeri mahkemesine açılması da mümkündür. Davacı olan kişi istirdat davasında sadece paranın verilmesi lazım gelmediğini ispat etmek zorundadır.
İzmir icra avukatı arayışınız için İcra İflas Hukuk Büromuzla görüşme yapabilirsiniz. İcra avukatı İzmir SEFERİHİSAR için sizlere destek oluyor ve icra dava avukatlığınızı yürütüyoruz.
Gayrimenkul, Arapça bir kelimedir ve Türkçeye Arapçadan geçmiştir. Gayrimenkul taşınması mümkün olmayan anlamına gelir. Yani gayrimenkul taşınmaz kelimesine karşılık gelir. Gayrimenkul bir eşya hukuku terimidir. Bu terim genellikle ekonomik bir terim olarak kullanılır. Gayrimenkul hukuku medeni hukuk kapsamı içerisindedir. Ev arsa daire apartman gibi taşınmazları kapsayan kurallar gayrimenkul hukukun ilgisindedir. Emlak alım satımı ile kiralama imar ve inşaat projelerinin kanuna uygun olup olmadığının denetlenmesi yapılacak işlemlerde gerekli izin ve ruhsatların alınması her türlü kira sözleşmelerinin düzenlenmesi gibi işlemler Gayrimenkul hukukuna dayanır. Gayrimenkulü hukukuna dair işlemler için gayrimenkul avukatları müvekkillerine danışmanlık avukatlık dava takibi hizmeti vermektedir. İzmir gayrimenkul avukatı hukuk büromuz da İzmir’de gayrimenkul davalarına uzman ekibiyle destek verir.
4721 sayılı Türk medeni kanunun İlgili hükümlerinde gayrimenkule dair düzenlemeler yer almaktadır. Gayrimenkul mülkiyetinin konusu kazanılması ve kaybı ile ilgili olarak düzenlemelerden bahsetmek mümkündür.
Gayrimenkul mülkiyetinin konusunu arazi, topu kütüğünde ayrı sayfayı kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar, kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler oluşturur.
Gayrimenkul mülkiyeti tescil ile kazanılır. Miras mahkeme kararı cebri icra işgal kamulaştırma halleri ile kanun içerisinde düzenlenmiş diğer hallerde mülkiyet tescilden daha önce kazanılır. Ancak bu hallerde sahiplik hakkı olan kişinin tasarruf işlemleri yapabilmesi mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır. Gayrimenkul mülkiyetinin devrine amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması için resmi şekilde düzenlenmiş olmaları gerekir. Eğer ölüme bağlı Tasarruflar ve mal rejimi sözleşmeleri söz konusuysa bunlar kendilerine özgü şekillere tabiidir. Tapu kütüğüne kayıtlı bir taşınmazın İşgal yolu ile mülkiyetinin kazanılmasının sağlanması sadece kaydının sahiplik hakkı olan kişinin talebi ile terkin edilmiş olmasına bağlıdır. Eğer gayrimenkuller tapuya kayıt edilmemişler ise yani tapuya kayıtlı değillerse bu gayrimenkuller üzerinde işgal yolu ile mülkiyetin kazanılması mümkün değildir. Bazı sebeplerle sahipsiz yerlerde yeniden oluşan yararlanmaya elverişli arazi var ise bu devlete ait olur. Bu sebepler birikme toprak kayması dolma veya kamuya ait suların yatağında ya da seviyesinde değişme gibi durumlardan oluşur. Böyle bir durumda devlet bu araziye kamusal bir sakıncanın olmadığı takdirde Öncelikle arazisini yitirene veyahut bitişik arazi üzerinde sahiplik hakkı olana devredebilir. Eğer sahiplik hakkı olan kişi toprak parçalarının kendi arazisinden kopmuş olduğunu ispat ederse bunları durumu öğrendiği tarih itibari ile başlayarak bir ve herhalde oluşumu gerçekleşmiş olduğu tarihten başlayarak on yıl içinde geri alabilir. Yeni arazinin oluşmasının yanı sıra arazi kayması durumu da söz konusu olabilir. Arazi kayması sınır değişikliğini gerektirmez. Arazi kayması nedeniyle bir gayrimenkulden Bir diğer gayrimenkule geçmiş olan arazi parçaları ve diğer cisimler hakkında sürüklenen şeylere ve karışmaya ilişkin hükümler uygulama bulur. Aranızda kaymasının sınır değişikliğini gerektirmediğini söylemiştik. Eğer yetkili makamlar tarafından heyelan bölgesi olduğu belirlenmiş olan ürünler söz konusu ise arazi kaymasına sınırı değişikliğine yol açmayacağı ilkesi uygulama bulamaz. Bu ürünlerin belirlenmesi sırasında yöredeki arazinin yapısı dikkate alınır. Bir gayrimenkulün böyle bir görevde bulunduğu yetkilileri uygun biçimde bildirilir. Bununla birlikte bir gayrimenkulün böyle bir yörede bulunduğu tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılır. Arazi kayması sonucunda mevcut sınır gerçeği yansıtmıyor ise ilgili gayrimenkulde sahiplik hakkı bulunan kişi sınırın yeniden belirlenmesi talebinde bulunabilir. Eğer Fazlalık ve eksiklikler varsa denkleştirilir.
Geçerli herhangi bir hukuki sebep olmaksızın tapu kütüğüne sahiplik hakkı olduğu yazılan kişi gayrimenkul üzerindeki zilyetliğinin davasız ve aralıksız olmak şartıyla on yıl Süre ile ve iyi niyetle sürdürür ise Bu kişinin bu yolla kazanmış olduğu mülkiyet hakkına itiraz edilmesi mümkün değildir. Tapu kütüğü üzerinde kayıtlı olmayan bir gayrimenkulü davasız ve aralıksız olmak şartıyla 20 yıl süreyle ve sahiplik hakkı olduğu sıfatı ile zilyetliğini de bulunduran kişi gayrimenkulün tamamı bir parçası veyahut bir payı üzerindeki gayrimenkul hakkının tapu kütüğüne tescil edilmesine dair karar verilmesi talebinde bulunabilir. Aynı şartlar altında sahiplik hakkı bulunan kişinin tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce hakkında gaiplik kararı verilmiş Bir kimse adına kayıtlı bulunan Gayrimenkulün tamamını veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de o gayrimenkulün tamamı bir parçası veya bir pay üzerindeki gayrimenkul hakkının tapu kütüğüne tescil edilmesi kararının verilmesini talep edebilir. Tescil davası hazineye karşı ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya eğer varsa tapuda sahiplik hakkı olduğu gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır. Davanın konusu mahkeme tarafından gazete ile bir defa ve ayrıca gayrimenkulün bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklar ile en az üç defa ilan olunur. Bu ilanlardan sonuncusundan başlayarak üç ay içerisinde eğer koşulların gerçekleşmediğine dair iddia ileri sürerek itiraz eden kişi bulunmaz veya itiraz devrinde görülmez ise hâkim tescile karar verir. Bununla birlikte davacının iddiası ispatlanmış olursa daha kim tescile karar verir. Mülkiyetin kazanılması öngörülen koşulların gerçekleştiği anda olur. Bu koşullar sıralanması mümkündür. Topu kütüğünde kayıtlı olmayan bir gayrimenkulü eğer kişi davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süre ile malik sıfatıyla zilyedinde bulundurursa O taşınmazın tamamı bir parçası veyahut bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının Tapu Kütüğüne tesciline karar verilmesini isterse ve bu koşulları gerçekleştirirse mülkiyet hakkını kazanmış olur. Davalı olan kişiler ve itiraz edenler aynı davada kendi adlarına tescili karar verilmesini talep etme hakkına sahiptirler. Verilmiş olan kararda tescili talep edilen gayrimenkulün niteliği yeri sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara uzmanlar tarafından düzenlenmiş olan teknik bilgileri içeren kroki de eklenir. Kazandırıcı zamanaşımı sürelerinin hesaplanması da bu konuda önem teşkil eder. Bu sürelerin hesaplanması kesilmesi ve durması ile ilgili olarak belirtilen süreler Borçlar Kanunu’nun zamanaşımı ile ilgili olan hükümlerinin kıyas yoluyla uygulanmasıyla ortaya çıkar. Kişilere tescil isteme hakkı da kanun tarafından sağlanmıştır. Malik olan kişiden mülkiyetin kendi adına tescil edilmesini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukuki nedene dayanması gerekir. Bundan sonra malikin kaçınması durumunda hâkimden mülkiyetin hükmen geçirilmesi talebinde bulunma hakkına sahiptir. Tescilin doğrudan doğruya yaptırılabilmesi de mümkündür. Eğer bir gayrimenkulün mülkiyetine kamulaştırma cebri icra Miras işgal veyahut mahkeme kararına dayanarak kazanmış olan kişi tescili doğrudan doğruya yaptırma hakkına sahiptir. Gayrimenkul mülkiyetinde eşler arasındaki mal rejimi sebebiyle meydana gelmiş olan değişiklikler eşlerden herhangi birinin talebiyle tapu kütüğüne doğrudan tescil olunur.
Kimsenin mülkiyetinde olmayan ve olması mümkün olmayan bazı yerlerden bahsetmek mümkündür. Bu alanlar kanun tarafından düzenlenmiştir. Bu alanlarda hiç kimse mülkiyet hakkına sahip değildir ve bu alanlar özel mülkiyetin konusunu oluşturmaz. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait olan mallara ait hükümler ve tasarruflar devlete aittir. Bu tür yer Üzerinde tasarruf yetkilisi devlettir. Eğer aksi ispatlanmıyorsa yararın kamuya ait sular ile kayalar dağlar buzullar tepeler gibi tarıma elverişli bulunmayan yerler ve bu yerlerden çıkan kaynaklar hiç kimsenin mülkiyetinde değildir. Bu tür yerler hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait olan malların kazanılması korunması işletilmesi bakımı ve bu yerlerin kullanılmasına dair hükümler özel kanunlara tabidir.
Gayrimenkul mülkiyetinin sona ermesi kanunda taşınmaz mülkiyetinin kaybı başlığı altında düzenlenmiştir. Gayrimenkul mülkiyeti terkin veya gayrimenkulün tamamen yok olması ile sona ermesi ile gerçekleşir. Yani gayrimenkul mülkiyetinde eğer gayrimenkul tamamen yok olursa mülkiyet sona erer. Bununla birlikte kamulaştırma söz konusuysa mülkiyetin sona ermesinin hangi zamanda olacağı özel kanun hükümlerinde belirtilir.
Gayrimenkul hukuk davalarında gayrimenkul avukatı yer alır. Gayrimenkul avukatları, gayrimenkul alımı ve satımı, kat karşılığı inşaat Sözleşmeleri, sınırlı ayni hakların kurulması, sınırlı ayni hakların sona erdirilmesi, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi, İstirdat davası gibi konularda hizmet sunmaktadırlar. Gayrimenkul avukatı İzmir için hukuk büromuza istediğiniz konuda soru sorabilirsiniz.
Gayrimenkul hukuku kapsamına giren birçok davadan bahsedilmesi mümkündür. Bu davalar bazıları şunlardır;
İzale-i Şüyu davası
Kamulaştırma davaları
Kira davaları
İstihkak davaları
Tapu davaları
Ortaklığın giderilmesi ve Yolsuz tescilin düzeltilmesi davaları
Kar irtifakı davaları
Müdahalenin Men’i davaları
Zilyetliğinin korunmasına ilişkin davalar
İpotek ve rehin davaları
Ecri misil davaları
Geçit hakkı davaları
Sözleşmelerden doğan uyuşmazlık nedeniyle açılan alacak davaları
Tahliye davaları
Topu iptali ve tescil davaları
Kira artırma davaları
Tasarrufun iptali davaları
Kira bedeli tespit davaları
Bu davalar gibi davalar da gayrimenkul hukuku arasında yer alır. Gayrimenkul hukukuna konu olan bu davalarda gayrimenkul avukatı görev alır. İzmir gayrimenkul avukatı arıyorsanız gayrimenkul avukatlık büromuza başvurabilirsiniz.
İzale-i Şüyu diğer adıyla ortaklığın giderilmesi davaları paylı veya el birliği mülkiyetine dair taşınır veya taşınmaz malda ortakların arasında bulunan paydaşlığın sona ermesini sağlayan davalardır. Bununla birlikte ortaklığın giderilmesi davası paydaşlığın sona ermesini sağlamanın yanı sıra kişisel mülkiyete geçişi de sağlar. Ortaklığın giderilmesi davası olarak adlandırma yenidir. İzale-i şüyu davası eski adlandırmadır. Bu davaları ait hukuki özellikler ve yasal düzenlemeler mahkemeler tarafından yapılan malların Satışına dair uygulamaların şekillenmesini sağlar. İzale-i şüyu davalarında uyuşmazlık sebebini oluşturan olayın özellikleri mahkeme kararlarını Ve bunların infaz sürecinde Yaşananları doğrudan etkiler. Bununla birlikte bu davalarda uyuşmazlık sebebini oluşturan olayların özellikleri doğrudan ortak mal varlığı unsurlarının satış bedelini etkiler. Böyle bir durumun mevcut olduğu zaman davaların açılması ile davalar açıldıktan sonraki yargılama aşamasında ve mahkeme kararlarının infazı sürecindeki veya bu mahkeme kararlarının satış sürecindeki verilerin Özellikle dava sonucu yapılan açık artırmada oluşan fiyata etkileri yönünden incelenmesinin yapılması gereklidir.
İzale-İ Şüyu Davasında Ortak Mülkiyet Kavramı
Birçok kişinin aynı eşya üzerinde bölünmemiş paylara sahiplik hakkına sahip olmalarına imkân veren mülkiyet türü paylı mülkiyet oluşturur. Paylı mülkiyet türünde eğer başka türlü belirlenmediği takdirde paydaşlardan hepsinin eşya üzerindeki payı eşit sayılır. Paydaş Şahsına ait payı serbestçe devretme hakkına sahiptir bununla birlikte payların alacaklı gibi başka kişiler tarafından rehin veya haciz edilmesi mümkündür. Paylı mülkiyet durumunun söz konusu olmasında payın tamamı değil bir kısmının devrinin yapılması mümkündür. Paylı mülkiyet durumunda bu mülkiyetin konusunu oluşturan eşyadaki bölünme soyut bir bölünme olduğu için ortaklığın devamının sağlandığı sürece eşyanın hukuki ve maddi bir şekilde paylaşımı gerçekleşmez. Paylı mülkiyette ortakların hepsi eşyanın her yerinde kendisine ait paya günü bir diğer ortaklarla aynı derecede hakka sahiptir. Eğer birden çok kişinin mülkiyet hakkına sahip olduğu söz konusuysa el birliği mülkiyeti ile paylı mülkiyet durumlarından hangisinin ayni eşya nezdinde var olduğu hususunda belirsizlik varsa eşya paylı mülkiyette kabul edilir. El birliği mülkiyeti Türk medeni kanunun ilgili maddesinde yer bulmaktadır. Kanuna göre el birliği mülkiyeti kanun veyahut kanunda düzenlenmiş sözleşmeler uyarınca meydana gelen topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyetidir. Yani malları birlikte malik olanların mülkiyeti kanunda da öngörüldüğü gibi el birliği mülkiyeti ne oluşturur. El birliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmamaktadır ve Her birinin hakkı ortaklara konu olan malların tamamına yaygındır. El birliği mülkiyetinde ortakların hakları ve yükümlülükleri topluluğu doğurmuş olan kanunla sözleşmenin hükümleri ile yapılır. Eğer kanunda veya sözleşme üzerinde aksi bir hüküm yoksa gerek üretim gerek tasarruf işlemleri için her Ortağın oy birliğinin sağlanması ve oy birliği kararı gerekir. Sözleşme sebebiyle doğan topluluk devam ettiği sürece paylaşma yapılması mümkün değildir. Bununla birlikte bir pay üzerinde tasarrufta bulunması da mümkün değildir. Ortaklardan her birinin topluluğa giren hakların kullanılmasını sağlayabilmesi mümkündür. Böyle bir kurmadan bütün ortaklar yararlanır. El birliği mülkiyetinin sona ermesi ile ilgili hükümler yine kanunda düzenlenmiştir. El birliği mülkiyeti çeşitli durumlarda sona erer. Malın devri topluluğun dağılması veya paylı mülkiyete geçilmesi el birliği mülkiyetini sona erdirir. Eğer aksine bir hüküm yoksa paylaştırma paylı mülkiyet hükümleri ile yapılır. El birliği mülkiyetinin en önemli özelliği birçok kişinin bir malın tamamı üzerinde mülkiyet hakkına sahip olmasıdır. Bu yüzden ortaklık süresince malikler malda taksim ve paylı mülkiyetin aksine kendi hisseleri üzerinde tasarruf gerçekleştirme hakkına sahip değillerdir. Yukarda da denildiği gibi tasarruf işlemleri için ortak olanların oy birliği ile karar vermeleri gerekir. Elbirliği ile mülkiyete örnek olarak ölüm ile birlikte miras bırakanın mallarında mirasçılar arasında kendiliğinden kurulan miras ortaklığı verilebilir. Mirasçılar ölümle birlikte miras bırakanın mal varlığı üzerinde el birliği halinde mülkiyete sahip olurlar. Bu yüzden murisin mal varlığına ait bütün haklar üzerinde ancak birlikte tasarruf edilmesi mümkündür. Mirasçılardan her biri sözleşme mi ya kanuna göre ortaklığı sürdürmekle yükümlü değillerse her zaman mirasın paylaşılmasını isteme hakkına sahiptirler. Bu durumdan dolayı Murisin mal varlığına İştirak halinde malik olan her mirasçı kişi ortak sıfatı ile murisin mal varlığındaki taşınır ve taşınmaz malların aynen paylaştırılmasını isteme hakkına sahiptir. Eğer murisin mal varlığındaki taşınır ve taşınmaz malların aynen paylaştırılması mümkün değilse satış yolu ile paylaştırılmasına karar verilmesi de talep edilebilir. Elbirliği ile mülkiyet tipinin sona erdirilmesi talebiyle açılacak ortaklığın giderilmesi davalarına bütün ortakların katılması gerekir. Mirasçı olan kişinin açtığı ortaklığın giderilmesi davasında eğer imkân varsa hâkim gayrimenkullerden her birinin tamamını bir mirasçıya vermek yoluyla paylaştırma yapar. Mirasın mirasçılara paylaştırılması yapılırken gayrimenkullerin değerlerin arasında eğer fark varsa bu farkın para olarak ödenmesi suretiyle miras payları arasında denkleştirme yapılır. Bu durum paylı mülkiyetin sona erdirilmesi için açılan davada paylaşma biçiminin düzenlenmiş olduğu Türk medeni kanunun paylaşma biçimi başlığı altındaki hükmü ile aynı mahiyeti oluşturur. İlgili hüküm de paylaşma biçimde eğer uyuşma sağlanmazsa paydaşlardan birinin istemi üzerine hâkim malın aynen bölünerek paylaştırılmasına bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk düşmemesi durumunda eksik değerdeki parçaya para ekleyerek denkleştirme sağlanmasına karar vereceği düzenlenmiştir. Yukarıda değindiğimiz gibi el birliği halindeki mülkiyetin ancak mal devredildiğinde topluluk dağıldığında veya paylı mülkiyeti geçildiğinde sona erer. El birliği halinde mülkiyeti ortaklığın giderilmesi davası paylı mülkiyet için dava yoluyla sona erdirilmesine ilgili esaslar dâhilinde yürütülür.
Ortaklığın giderilmesi davası iki yöntemle sağlanır. Bunlar aynen taksim suretiyle ortaklığın giderilmesi ve satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasıdır.
Aynen taksim suretiyle ortaklığın giderilmesi davası
İzale-i şüyu yani ortaklığın giderilmesi davasında taraflar malın nasıl paylaştırıldığına dair anlaşmaya vararak dava sırasında bu anlaşmayı hâkime iletirler. Hâkim de bu anlaşma dâhilinde ortaklığın giderilmesine dair karara varır. Eğer taraflar malın paylaşılması konusunda anlaşma sağlayamazlarsa maldaki ortaklığın satıl suretiyle veya aynen taksim yoluyla giderilir. İzale-i şüyu davasında malın aynen taksiminin yapılabilmesi için taraflardan sadece birinin dahi talepte bulunması yeterli olur. Eğer taraflardan biri malın aynen taksim ile ortaklığın giderilmesine karar verilmesi talebinde bulunursa hâkimin öncelikle bu durumun mümkün olup olmadığını araştırması gerekir.
Satış Suretiyle Ortaklığın Giderilmesi Davası
Ortaklığın giderilmesi davasının satış suretiyle yapılmasında gayrimenkulün aynen taksiminin mümkün olmadığı durumlar söz konusudur. Gayrimenkulün aynen taksi mi eğer mümkün değilse ortaklığın satış yoluyla giderilmesi kararı verilir. Gayrimenkul malın satışı mahkeme vasıtasıyla değil satış memurluğu veyahut icra dairesi ile yapılır. Satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davası da satış açık arttırma suretiyle yapılması gerekir. Paydaş olan herkesin Bir araya gelmesiyle satışın ortak olanlar arasında yapılması hususunda oy birliği ile anlaşma söz konusu olursa satış sadece ortaklar arasında yapılır.
Kamulaştırma işlemi devletin gerekçe olarak kamu yararını göstererek bir kimsenin mülkiyetinde bulunan özel mülkiyeti bu kimsenin rızası dışında sona erdirmesidir. İdare kamulaştırma işlemi yapması ile birlikte özel mülkiyetin bedelini ödemek şartıyla gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin ait bulunan bu mülkiyet üzerinde hak elde eder. Kamulaştırma kavramı anayasamızın içerisinde yer almaktadır. Böylece kamulaştırmanın anayasal bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. Anayasanın 46.maddesinde kamulaştırma ile ilgili hükümlere ulaşmak mümkündür. Bu maddeye göre devlet ve kamu tüzel kişileri kamu yararının gerektirdiği durumlarda özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamı veyahut bir kısmı Üzerinde kamulaştırma yapmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurma yetkisine sahiptir. Devlet ve kamu tüzel kişileri bu işlemi yaparken özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların gerçek karşılıklarını peşin ödemeleri gerekir. Bununla birlikte devlet ve kamu tüzel kişileri kamulaştırma işlemine kanunda gösterilen esas hükümlere göre yapmalıdır. Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanmış olan artırım bedelinin nakden ve peşin olarak ödemesi yapılır. Belirtilmesi gereken bazı durumlar söz konusudur. Tarım reformunun uygulanması büyük enerji ve sulama projeleri ile İskân projelerinin gerçekleştirilmesi yeni ormanların yetiştirilmesi kıyıların kurulması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanun ile gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi bu hallerde öngörmesi mümkündür. Taksitlendirme süresinin beş yılı aşması mümkün değildir. Bu takdirde taksitler eşit ödenir. Kamulaştırılmış olan topraktan o toprağı doğrudan işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli her halde peşin olarak ödenir.
Kamulaştırma Yolları Nelerdir?
2942 sayılı kamulaştırma kanununa göre bazı kamulaştırma yolları düzenlenmiştir. Bu yollar için trampa yolu ile kamulaştırma ve kısmen kamulaştırmadan bahsedilebilir.
Kısmen kamulaştırma kanunda açıklanmıştır. Eğer bir kısmı kamulaştırılmış olan taşınmaz maldan artan kısmı yararlanmak için elverişli bir durumda değil ise İdari yargıda kamulaştırma işlemine karşı dava açılmayan durumlarda mal sahibi olan kişinin en geç kamulaştırma kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yazılı başvurusu üzerine bu kısmında kamulaştırılması zorunlu olur. Kısmen kamulaştırmanın yanı sıra trampa yolu ile kamulaştırma da Kanun hükümlerinde açıklanmıştır. Bu hükümlere göre mal sahibi olan kişinin kabul etmesi durumunda kamulaştırma bedelinin yerine idarenin kamu hizmetine tahsis edilmemiş taşınmaz mallarından Bu kamulaştırma bedelini kısmen veyahut tamamen karşılayacak nitelikte miktar verilmesi mümkündür. Kamulaştırma bedelini karşılık olarak verilecek olan taşınmaz malın değeri İdare tarafından sağlanan ihale Komisyonu tarafından yoksa bu maçla idarenin kurucu bir komisyon tarafından tespiti yapılır. Taşınmaz mal bedelleri arasında oluşan fark taraflarca nakit olarak karşılanır. Fakat idare tarafından verilecek olan gayrimenkul malın değeri kamulaştırma bedelinin yüzde yüz yirmisini aşamaz.
Kamulaştırma İşleminin Şartları Nelerdir?
Kamulaştırma İşlemi için bazı unsurlar söz konusu dur. Kamulaştırma işleminin yapılabilmesi için gerekli şartları sıralamak mümkündür. İdarenin kamulaştırma işlemi yapabilmesi için mutlaka yeterli ödeneğinin olması gerekir. İdare kamu yararı kararı almalıdır. Kamu yararı kararının onaylanması gerekir. Gayrimenkulün ve malikin belirlenmesi ve kamulaştırma kararı alınarak tapuya Şerh verilmesi için talepte bulunulması gerekir. Satın alma usulü denenmelidir. Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespit edilmesi ve taşınmaz malın idare adına tescili gerekir.
Kamulaştırma işleminin şartı olarak idarenin mutlaka yeterli ödeneğinin olması gereklidir. İdareler tarafından yeterli ödenek temin edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanması mümkün olmaz.
Kamulaştırma işleminin gerçekleşmesi için kamu yararı kararı alınması gerekir. Kamu yararı kararını verecek merciler kanuni çimlerinde düzenlenmiştir. Kamu yararı kararı verecek kamu idareleri mi kamu tüzel kişileri kanunun ilgili maddesinde ki sayılmış olan amaçlarla yapılacak kamulaştırmalarda ilgili bakanlık köy yararına kamulaştırılmalarda köy ihtiyar kurulu Belediye yararına kamulaştırmalarda belediye encümeni il Özel idaresi yararına kamulaştırmalarda il daimi encümeni devlet yararına kamulaştırmalarda il idare kurulu Yükseköğretim Kurulu yarar ne kamulaştırmalarda Yükseköğretim kuruludur.
Kamulaştırma işleminin gerçekleşmesi için kamu yararı kararının onaylanması gereklidir.
Kamulaştırma işleminin gerçekleşmesi için taşınmazın ve Malikin belirlenmesi ve kamulaştırma kararı alınarak tapuya Şerh verilmesi için talepte bulunulması gerekir. Kamulaştırma yapacak olan idare kamulaştırma veyahut kamulaştırma yoluyla üzerinde irtifak hakka kurulacak taşınmaz malların veya kaynakların sınırını yüzölçümünü ve cinsini gösterir ölçekli planı yapmalı veya yaptırmalıdır. İdare Kamulaştırılmış olan gayrimenkul malın sahiplerine tapu kaydı eğer yoksa zilyetlerine ve bunun adreslerini tapu vergi ve nüfus kayıtları üzerinde veya ayrıca harcan yaptırıcı araştırma ile belgeleri bağlamak yoluyla tespit etmelidir. İdare kamulaştırma kararı vermesinden sonra kamulaştırma toplu siciline Şar verilmesine kamulaştırmaya konu taşınmaz malın kayıtlı bulunduğu tapu idaresine bildirir.
Kamulaştırma işleminin gerçekleşmesi için satın alma usulünün denenmesi gerekir. Kamulaştırma işleminde otomatik olarak yani doğrudan doğruya kamulaştırma söz konusu değildir. Bunun için öncelikle malik ile Uzlaşılması gerekir. Bu uzlaşmaya satın alma usulü denir. Satın alma usulüne göre Öncelikle kıymet takdir komisyonu oluşturulması gerekir. Komisyon bedeli belirler. Ancak komisyon bu bedeli Maliki bildirmez. Daha sonraki süreçte uzlaşma Komisyonu kurulur. Bu uzlaşma Komisyonu Maliki anlaşmak için çağırması gerekir. Uzlaşma Komisyonu taşınmazı peşin veyahut taksitli pazarlıkla satın almak veya trampa ile devam etmek istediğini Maliki bildirir. Malik olan kişinin bu tebligattan sonra 15 gün içerisinde idareye başvurması gereklidir. Görüşme sonrasında bir tutanak düzenlenir ve bu tutanaktan sonra 45 gün içerisinde tutanaktaki bedelin malike ödemesi yapılır. Satın alma usulünün denenmesi ile taşınmaz satın alınırsa kamulaştırma yapılmış kabul edilir. Satın alma usulü ile yapılan kamulaştırma sonucunda malikin dava açılması mümkün olamaz. Eğer bu davet üzerine malik gelmez ise veya gelip de anlaşma sağlanmaz ise o zaman bir sonraki aşamaya geçilir.
Kamulaştırma işleminde kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malların idare adına tescili gereklidir. Bu aşamanın adli aşama olduğunun söylenmesi mümkündür. Eğer uzlaşma sağlanmazsa bu durum söz konusu olur. Bu durumda idari yargıda değil adli yargıda vuku buluyor. İdarenin başvuru tarihinden itibaren en geç 30 gün sonrası için belirlemiş olduğu duruşma günü dava dilekçesi ve idare tarafından verilen belgelerin bir örneği de eklenerek Malike göndermiş olması gerekiyor. Kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıya gidilerek iptal davası açılması ve idari yargı mahkemeleri tarafından da yürütmenin durdurulması kararı verilmesi durumunda mahkeme tarafından idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilir. Bu kabul edilme sonucuna göre işlem yapılır. Asliye hukuk Mahkemesi idareye başvurur ve duruşma davetiyesi malike yapılır. Bu davetiyeden itibaren 30 gün içerisinde Maliki’nin idari yargıda kamulaştırma işlemine iptal ile dava açma olasılığı mümkündür. Eğer böyle bir dava açılır ve yürütme durdurma kararı alırsa malik bu kararı asliye hukuk Mahkemesi‘ne bildirmiş olduğu durumda artık idari yargıda açılan davanın bekletici bir mesele yapılması gereklidir.
Kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescil davası için hangi mahkemeye gidildiği sorun teşkil eder. Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılmasının sağlanması durumunda idare toplamış olduğu bilgi ve belgelerle önceden kıymet takdir komisyonuna yaptırdığı bedel tespitini ve bununla ilgili diğer bilgi ve belgeleri dilekçeye ekler. Sonra idare taşınmazın bulunduğu yerdeki asliye hukuk Mahkemesi‘ne başvurur. İdari mahkeme yaptığı başvuruda taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitine ve idare adına tesciline karar verilmesi talebinde bulunur. İdarenin kamulaştırılmış olan taşınmaz malın bedelinin tespitini ve İdare adına tesciline mahkemeden isteme hakkına sahip olması için ilk olarak kanunun ilgili hükmü uyarınca taşınmazın sahibi ile anlaşma suretiyle satın alma girişiminin sonuca ulaşmaması gerekir. Yukarda açıklanan bilgiler içerisinde yer aldığı gibi kamulaştırma bedelinin tespiti ve idare adına tescil istemiyle açılacak olan davalarda görevli mahkemeler asliye hukuk mahkemeleridir. Kamulaştırılma kanunundan meydana gelen adli yargıda çözümlenmesi gereken tüm uyuşmazlıklar taşınmaz malın bulunduğu yerdeki asliye hukuk Mahkemesinde basit yargılama usulü ile olur. Kamulaştırma kararının mevcudiyetine karşı açılacak olan iptal davalarında görevli mahkemeler adli Mahkemeler değil idari mahkemelerdir. Kamulaştırma kararının mevcut yüzüne karşı açılacak iptal davalarında görev yeri de idari yargıdır.
Kira sözleşmesi kiraya veren kişinin bir şeyin kullanılması veya o şeyden yararlanılması için kiracıya verilmesini ve bununla birlikte kiracı olan kişinin de bu kullanma ve yararlanma ya karşılık kararlaştırılmış olan kira bedelini ödemeyi taahhüt ettiği sözleşmedir Kira sözleşmelerinin belirli olan sürelerde veya belirli olmayan süreler içinde yapılması mümkündür. Taraflarca kararlaştırılmış sürenin bitmesi ile sözleşme herhangi bir bildirim olmaksızın sona erecekse bu sözleşme belirli süreli kira sözleşmesidir. Kira sözleşmelerinde şekil şartı aranmaz. Yani kişiler kira sözleşmelerini yazılı veya sözlü şekilde yapma hakkına sahiptirler.
6098 sayılı Türk Borçlar kanunumuz Kira sözleşmelerine dair hükümlere yer vermiştir. Bununla birlikte kanun kira sözleşmeleri hükümleri arasında uzun olarak düzenlemiş olan konut ve çatılı işyeri kiralarına da değinmiştir.
Kira Sözleşmeleri Süresi Ne Kadar?
Kişiler arasında yapılan kira sözleşmesinin belirli ve belirli olmayan bir süre zarfında yapılabilmesi mümkündür. Kişilerin beraberce kararlaştırmış olduğu sürenin geçmesi itibari ile kira sözleşmesi herhangi bir bildirime gerek kalmaksızın sona erer öyleyse bu kira sözleşmesi belirli sürelidir. Diğer kira sözleşmeleri ise belirli olmayan bir süre için yapılmış olarak sayılır.
Kiraya Veren Kişinin Sorumlulukları Nelerdir?
Kira sözleşmelerinde kiraya veren kişinin sorumlulukları söz konusudur. Kiraya veren kişinin teslim borcu vergi ve benzeri yükümlülükleri katlanma borcu yan giderlere katlanma borcu kiraya veren kişilerin kiralananın ayıplarından dolayı sorumluluğu, Üçüncü kişinin ileri sürmüş olduğu hakları sebebiyle sorumluluk mevcuttur. Kiraya veren kişinin borçları için ilk olarak teslim borcunu açıklamak mümkündür. Kiraya veren kişi kiralanan şeyi kararlaştırılmış olan tarihte sözleşme üzerinde amaçlanan kullanıma elverişli olacak bir şekilde teslim etmek sorumluluğundadır. Bununla birlikte kiraya veren kiralanan şeyi ortakça kararlaştırılmış olan tarihte sözleşme üzerinde amaçlanmış olan kullanıma elverişli bir durumda teslim etmenin yanı sıra sözleşme boyunca bu durumda bulundurmak zorundadır. Bu durumun konut ve Çatılı iş yeri kiralarında kiracının aleyhine olacak şekilde değiştirilmesi mümkün değildir. Diğer kira sözleşmelerinde ise kiracının aleyhine olacak şekilde genel işlem şartları suretiyle bu durumu aykırı düzenlemenin yapılması mümkün değildir.
Kiraya veren kişinin bir diğer sorumluluğu vergi ve benzeri yükümlülükleri katlanmaktır. Kiralanan şey ile ilgili zorunlu sigorta vergi ve benzeri yükümlülükleri eğer aksi kararlaştırılmamış ya da kanun üzerinde düzenlenmemiş ise kiraya veren kişi katlanır.
Kiraya verenin yan giderleri katlanma borcu da vardır. Kiraya veren kişi kiralanan şeyin kullanımı ile ilgili olarak kendisi veya bir üçüncü kişi tarafından yapılan yan giderleri katlanmak zorundadır.
Kiraya veren kiraladı şeyin ayıplarından da sorumludur. Kiraya verenin kiralanan şeydeki ayıplardan sorumluluğu Kiralananın teslim anındaki ayıplardan sorumluluk ve kiralananın sonradan ayıplı hale gelmesinden dolayı sorumluluktur. İlk olarak kiralananın teslim anındaki ayıplardan sorumluluğundan bahsedebiliriz. Eğer kiralanan şeyin Önemli ayıplarla teslimi söz konusuysa kiracı borçlunun temerrüdüne veya kiraya veren kişinin kiralanan şeyin sonradan ayıplı duruma gelmesinden doğan sorumluluğa ilişkin hükümlere başvurma hakkına sahiptir. Kiralanan şeyin önemli olmayan ayıplarla teslim edilmesinde kiracı olan kişi kiralanan şeyde sonradan ortaya çıkan ayıplardan dolayı kiraya veren kişinin sorumluluğuna ilişkin hükümlere başvurma hakkına sahiptir.
Kiralanan şeyin sonradan ayıplı hale gelmesinde sorumluluğun söz konusu olduğu hallerde ayıbın giderilmesini isteme ve fesih, Kira bedelinin indirilmesi ve zararın gideriminden bahsedilebilir. Kiralanmış olan şey daha sonradan ayıplı bir duruma gelirse kiracı olan kişi kiraya verenden ayıpların giderilmesi ne veya kira bedeline ayıpla orantılı olacak bir şekilde İndirim yapılmasını isteme hakkına sahiptir. Bununla birlikte kiracı zararın giderilmesini de isteyebilir. Fakat zararın giderilmesi talebi diğer seçimlik hakların kullanılmasına engel olmaz. Eğer önemli bir ayıp söz konusuysa kiracı olan kişinin sözleşmeyi fesih etme hakkı saklıdır. Kiracının kiraya veren kişiden kiralanan şeydeki ayıbın uygun bir süre içerisinde giderilmesini isteme hakkına sahip olduğunu söylemiştik. Eğer bu sürede kiraya veren kişi ayıbın giderilmesini sağlamazsa kiracı bu ayıbı kiraya veren hesabına gidertme hakkına sahiptir. Bundan doğan alacağını kira bedelinden indirebilir veyahut kiralananın Ayıpsız olan bir benzeri ile değiştirilmesi talebinde bulunabilir. Kiralanan şeydeki ayıbın kiralarının öngörülmüş olan kullanıma elverişliliği ne yok edecek ya da önemli ölçüde engelleyecek nitelikte olması ve verilen sürede Bu ayıbın giderilmemesi halinde kiracı sözleşmeyi fesih etme hakkına sahiptir. Kiralananı kiraya veren kişi kiralanandaki ayıbı gidermek yerine uygun bir süre içerisinde Ayıpsız bir benzeri ile değiştirme işlemi de yapabilir. Kiraya veren kişi kiracıya aynı malın Ayıpsız bir benzerini hemen vererek bununla birlikte kiracının uğradığı zararın tamamını giderek onun seçimlik haklarını kullanmasının önüne geçebilir. Kiralanan şeyde sonradan ayıplı halin söz konusu olması durumunda sorumlulukta Kira bedelinin indirilmesi ve zararın giderimi yoluna da gidilebilir. Kiracı olan kişi kiralanan şeydeki kullanımını etkileyen ayıpların mevcudiyeti halinde bu ayıpların kiraya veren tarafından öğrenilmesi ile ayıbın giderilmesine kadar geçen sürede kiracının ödeyecek kira bedelinden ayıpla orantılı olabilecek bir şekilde indirim yapılması talebinde bulunabilir. Zararın giderimi yolunda ise Kiraya veren kişi kendi kusurunun olmadığını ispat etme diye sürece kiralananın ayıplı olmasından kaynaklanan zararları kiracıya ödeme yükümlülüğü altındadır. Kiralanan şeydeki ayıplar için kiraya veren zararın giderimini yapar.
Kiraya verenin bir diğer sorumluluğu ise üçüncü kişinin ileri sürmüş olduğu haklar sebebiyle sorumluluktur. Eğer bir üçüncü kişi kiralananda kiracının hakkıyla bağdaşmayan bir hak ileri sürüyorsa kiraya veren kişi kiracının belirtmesi üzerine davayı üstlenmek ve kiracı olan kişinin uğramış olduğu her türlü zararı gidermekle yükümlüdür. Üçüncü kişinin ileri sürdüğü haklar sebebiyle sorumlulukta bu üçüncü kişinin sözleşmenin kurulmasından sonra üstün hak sahibi olması durumunda söz konusudur. Üçüncü kişinin sözleşmenin kurulmasından sonra üstün hak sahibi olmasında kiralananın el değiştirmesi üçüncü kişinin sınırlı ayni hak sahibi olması ve tapu siciline Şerh durumları söz konusudur. Sözleşmenin kurulmasından sonra kiralanan şey bir sebeple el değiştirirse yeni malik olan kişi kira sözleşmesinin tarafı haline gelir. Bununla ilgili olarak kamulaştırmaya ilişkin hükümler saklıdır. Sözleşmenin kurulmasından sonraki aşamada üçüncü bir kişi kiralanan üzerinde kiracı olan kişinin hakkına etki eden bir ayni hakka sahip olursa kiralananın el değiştirmesi ile ilgili olan hükümler kıyas yoluyla üçüncü kişinin sınırlı ayni hak sahibi olması durumunda da uygulanır. Gayrimenkul kiralarında sözleşmeyle kiracının kiracılık hakkının tapu siciline şerhinin kararlaştırılması yapılabilir.
Kiracının Sorumlulukları Nelerdir?
Kiraya verenin sorumluluklarından bahsettiğimiz gibi kiracı olan kişinin de bu sözleşmede sorumlulukları vardır. Kiracının sorumlulukları kira bedelini ödeme borcu, özenle kullanma ve komşulara saygı gösterme borcu, temizlik ve bakım giderlerini ödeme borcu, ayıplıları kiraya verene bildirme borcu, ayıpların giderilmesini ve kiralananın gösterilmesine katlanma borcu gibi sorumlulukları sahiptir.
Öncelikle kiracının kira bedelini ödeme borcu vardır. Kiracı kiranın ödemesini yapmakla yükümlüdür. Kiracı olan kişi eğer aksine bir sözleşme ve yerel adet yoksa kira bedelini ve eğer gerekiyorsa yan giderleri her ayın sonunda ve en geç kira süresinin bitişinde ödeme yükümlülüğü altındadır. Kiracı olan kişi kiralanan şeyin tesliminden sonra muaccel olan kira bedelini veyahut yan gidene ödeme borcunu yerine getirmezse kiraya veren kiracı olan kişiye yazılı olarak bir süre verir. Kiraya verenin verdiği bu sürede kiracı borcunu yerine getirmezse kiraya veren sözleşmeyi fesih edeceğini belirtebilir. Kiracıya verilecek olan süre en az on gündür. Eğer konut ve Çatılı iş yeri kiraları söz konusu ise kiracı verilecek olan süre en az 30 gündür. Bu sürenin başlangıcı kiracıya yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen gündür. Kiracı olan kişiye yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren bu süre işlemeye başlar.
Kiracının bir diğer sorumluluğu özenle kullanma ve komşularına saygı gösterme borcudur. Kiracı olan kişi kiralanan şeyi yapılmış olan sözleşmeye uyarak özenle kullanmalıdır. Kiracı kiralananın bulunduğu taşınmazda oturan kişiler ile komşu olanlara gerekli saygıyı göstermek zorundadır. Kiracının bu yükümlülüğüne aykırı davranması sonucunda bazı durumlar ortaya çıkar. Eğer kiracı bu yükümlülüğü aykırı davranırsa kiraya veren kişi konut ve Çatılı iş yeri kirasında en az 30 gün süre vermek koşuluyla aykırılığın giderilmesine aksi durumda sözleşmeyi fesih edeceğine dair yazılı bir ihtarda bulunur. Diğer kira ilişkilerinde ise kiraya veren kişi kiracıya daha önceden bir İhtarda bulunmasına gerek kalmaksızın yazılı bir bildirimle sözleşmeyi hemen feshetme hakkına sahiptir. Bazı durumlarda kiraya veren kişi yazılı bir bildirimle sözleşmeyi anında fesih edebilir. Bu durumlardan konut ve Çatılı iş yeri kirasında bahsedilebilir. Konut ve Çatılı iş yeri kirasında kiracı olan kişinin kiralanan şeye kasten ağır bir zarar vermesi, Kiracı olan kişiye verilecek olan sürenin bir yararın olmayacağının anlaşılması veyahut aynı taşınmazda oturan kişiler ile komşular açısından çekilmez olunması halinde kiraya veren kişi yazılı bir bildirim ile sözleşmeyi anında fesih edebilir.
Kiracının bir diğer sorumluluğu ise temizlik ve bakım giderlerini ödeme borcudur. Kiracı olan kişi kiralanan şeyde olan kullanımı için gerekli olan temizlik ve bakım giderlerini ödemesi gerekir. Bu konuyla ilgili olarak yerel âdete bakılmalıdır.
Kiracı kiralanandaki ayıpları kiraya veren kişiye bildirme borcu altındadır. Kiracı olan kişi kiralanan şeydeki ayıpların giderilmesi için veya kiralanan şeydeki zararların Önlenmesi için çalışmalara katlanmak zorundadır. Kiracı olan kişi bakım satış veya sonraki kiralama için kiraya veren kişinin mi kiraya veren kişinin belirlediği üçüncü kişinin kiralanan şeyi gezip görmesine zorunlu olduğu ölçüde izin vermek zorundadır. Kiraya veren kişi çalışmalarını ve kiralanan şeyde gezilip görüleceğini uygun bir süre önce kiracıya bildirmekle yükümlüdür. Bununla birlikte kiraya veren kişi çalışmaların ve kiralananın gezilip görülmesinin yapıldığı sırada kiracı olan kişinin yararlarını göz önünde bulundurmak zorundadır. Kiracı olan kişinin kira bedelinin indirilmesi mi bu kişinin zararının giderilmesi İle ilgili olan hakları saklıdır.
Kira Sözleşmesinde Bilinmesi Gerekenler Nelerdir?
Kira sözleşmesi üzerinde bazı özel durumlar mevcuttur.
Kiralanan üzerinde yenilik ve değişiklik yapılması durumu söz konusu olabilir. Böyle bir durumda kiraya veren tarafından ve kiracı tarafından bazı durumlar söz konusudur. Kiraya veren kişi kiralanan üzerinde kira sözleşmesinin fesini gerektirmeyen ve kiracıdan katlanması mümkün olabilecek yenilik ve değişiklikler yapıma hakkına sahiptir. Kiralanan üzerindeki bu yenilik ve değişikliklerin yapılması sırasında kiraya veren kişi kiracının menfaatleri ne göz önünde bulundurması gerekir. Kiracı olan kişinin kira bedelinin indirilmesine ve zararın giderilmesine İlişkin olan hakları saklıdır.
Kiracı kiraya veren kişinin yazılı izniyle kiralanan üzerinde yenilik ve değişiklikler yapma hakkına sahiptir. Eğer kiraya veren kişi kiracıların yapmış olduğu yenilik ve değişikliklere izin verirse ve böyle bir durum yazılı olarak kararlaştırılmamışsa kiralanan şeyin eski durumu ile kendisine geri verilmesini kiraya veren kiracıdan isteme hakkına sahip değildir. Eğer kiracı olan kişi kiraya verenin izniyle yapmış olduğu yenilikler ve değişiklikler sebebiyle kiralanan şeyde meydana gelen değer artışından dolayı herhangi bir karşılığı aksine bir yazılı anlaşma olmadığı takdirde isteyemez. Kira sözleşmesinde bir diğer özel durum altı kira ve kullanım hakkının devridir. Kiracı olan kişi kiraya veren kişinin zarara uğramasına neden olacak bir değişiklik yol açmamak şartıyla kiralanan şeyi tamamıyla veya kısmen bir başkasına kiraya verme hakkına sahiptir. Bununla birlikte kiracı olan kişi kiraya vereni zarara uğratacak bir değişikliğe yol açmamak şartıyla kiralanan şeyin kullanım hakkını bir başkasına devretme hakkına sahiptir. Fakat bu bazı durumlarda mümkün olmaz. Konut ve Çatılı iş yeri kiralarından bahsediliyorsa kiracı olan kişi kiraya veren kişinin yazılı bir rızası olmadığı sürece kiralanan şeyi bir başkasına kiralanması mümkün değildir. Bununla birlikte kiracı kiralanan şeyin kullanım hakkını da bir başkasına devredemez. Alt kiracı kiralanan şeyi kiracıya tanınandan farklı bir biçimde kullandığı takdirde kiracı kiraya veren kişiye karşı sorumludur. Böyle bir durumda kiraya veren kişi kiracı olan kişiye karşı sahip olduğu hakları alt kiracıya veya kullanım hakkını devralan kişiye karşı da kullanma hakkına sahiptir.
Kira sözleşmelerinde özel durumlarından biri de kira ilişkisinin devridir. Kiracı olan kişi kiraya verenin yazılı iznine almadığı takdirde kira ilişkisini bir başkasına devretmesi mümkün değildir. Kiraya veren kişi iş yeri kiralarında haklı bir sebep bulunmadıkça bu izni vermekten kaçınamaz. Kiraya veren kişinin yazılı izni ile kira ilişkisi kendisine devredilmiş olan kişi Kira sözleşmesinde kiracının yerine geçer ve devreden kiracı kiraya veren kişiye karşı borçlarından kurtulur. İş yeri kiralarında devreden kiracı kira sözleşmesinin bitiş tarihine kadar ve en fazla iki yıl süreyle devralan ile birlikte müteselsilden sorumludur.
Kiralananın kullanılmaması da kira sözleşmelerinde bir diğer özel durumdur. Eğer kiralanan şey kullanıma elverişli bir şekilde bulundurulduğu takdirde kiracı olan kişi kendisinden kaynaklanmış olan bir nedenle kullanmasa dahi veya sınırlı olarak kullansa dahi kiracı olan kişi kira bedelini ödeme yükümlülüğü altındadır. Böyle bir durumda kiraya veren kişinin yapmaktan kurtulduğu giderler kira bedelinden indirilir.
Kiralananın sözleşmenin bitiminden önce geri verilmesi kiralananın kullanılmaması hükümleri içerisinde yer alır. Kiracı olan kişi sözleşme süresine veyahut fesih dönemine uyumadan kiralanan şeyi geri vermiş olduğu takdirde kira sözleşmesinden meydana gelen borçları kiralanan şeyin benzer şartlarla kiraya verilebileceği makul bir süre için devam eder. Kiracı olan kişinin bu sürenin geçmesinden önce kiraya veren kişiden kabul etmesi beklenebilecek ödeme gücüne sahip ve kira ilişkisine devir almaya hazır yeni bir kiracı bulunması durumunda kiracı olan kişinin kira sözleşmesinden doğan borçları sonu erer. Kiraya veren kişi yapmaktan kurtulmuş olduğu giderler ile kiralanan şeyi bir başka biçimde kullanmak ile elde etmiş olduğu veya elde etmekten kasten kaçınmış olduğu faydaları kira bedelinden indirme yükümlülüğü altındadır.
Kira sözleşmeleri İle ilgili olarak bir diğer özel durum ise takastan feragat yasağıdır. Kiracı ve kiraya veren kişi kira sözleşmesinden meydana gelen alacaklarına takas etme hakkından önceden feragat etme hakkına sahip değillerdir.
Kira Sözleşmesi Nasıl Sona Erer?
Kira sözleşmelerinde önemli olan bir diğer durumda sözleşmenin sona ermesidir. Kira sözleşmeleri değişik yollarla sonra ererler. Kira sözleşmeleri sürenin geçmesi belirsiz süreli kira sözleşmelerinde fesih bildirimi olağan üstü fesih gibi yollarla sona erdirilebilirler. Kira sözleşmesi sürenin geçmesi ile sona erebilir. Eğer açık veya örtülü bir biçimde bir süre belirlenmemiş ise kira sözleşmesi bu süre bittiği zaman kendiliğinden sona erer. Sözleşmeyi yapan kişiler bu durumda açık bir anlaşma olmadan kira ilişkisine devam ettirirlerse bu kira sözleşmesi belirsiz süreli sözleşmeye dönüşür. Sözleşmenin sona ermesi ile ilgili olarak belirsiz süreli kira sözleşmelerinde fesih bildirimi ile ilgili hükümler de vardır. Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde taraf olan kişilerden her birisi daha uzun bir fesih bildirim süresi veyahut başka bir fesih döneminde karar kılmış olmadıkları takdirde yasal fesih dönemlerinde mi fesih bildirim sürelerine uymak koşuluyla sözleşmeyi fesih etme hakkına sahiptirler. Fesih dönemlerinin hesabı yapılırken kira sözleşmesinin başlangıç tarihi esas alınır. Eğer Sözleşme içerisinde veya kanun içerisinde belirtilmiş olan fesih dönemine veya bildirim süresine uyulmazsa bildirim bir sonraki fesih dönemi için geçerli olur. Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde fesih bildirimi için taşınmaz ve taşınır yapı kiraları ile ilgili hükümler vardır. Sözleşmeye taraf olan kişilerden her biri bir taşınmaza veyahut taşınır bir yapıyla İlgili kira sözleşmesini yerel adette belirtilmiş kira döneminin sonu için veya böyle bir âdetin olmadığı takdirde altı aylık kira döneminin sonu için üç aylık fesih bildirim süresine uymak şartıyla fesih edebilirler. Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde fesih bildirimi için taşınır kiralarında sözleşmeye taraf olan kişilerden her biri bir taşınıra ilişkin kira sözleşmesini üç gün önceden yapılması gereken fesih bildirim süresine uyarak her zaman fesih etme hakkına sahiptirler. Kiraya veren kişinin mesleki faaliyeti sebebiyle kiraya verdiği ve kiracının da özel kullanımına yarayan taşınır bir malın kiracısı kira sözleşmesini üç aylık kira dönemi sonu için en az bir ay önceden yapması gereken bir fesih bildirimi ile sona erdirme hakkına sahiptir. Böyle bir durumda kiraya veren kişinin zararının giderilmesini isteme hakkı yoktur.
Kira sözleşmesinin sona ermesinde bir diğer önemli husus olağanüstü fesihtir. Olağanüstü fesihte önemli sebeplerden bahsetmek mümkündür. Sözleşmeye taraf olan kişilerden her biri, kira ilişkisinin devamının sağlanması kendisi için çekilmez hale gelmesine neden olan Önemli sebeplerin mevcudiyeti halinde sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine uymak şartıyla her zaman feshedebilirler. Bu durum daha kim durum ve şartları göz önünde bulundurarak olağanüstü fesih bildiriminin parasal sonuçlarını karara bağlar. Olağanüstü fesihte kiracının iflasından bahsetmek mümkündür. Kiracı olan kişi kiralanan şeyin tesliminden sonra iflas ederse kiraya veren kişi işleyecek kira bedelleri için teminat verilmesine isteyebilir. Kiraya veren kişi teminat verilmesi için kiracı ve iflas masasına yazılı olarak uygun bir süre verir. Bu süre içerisinde kendisine güvence verilmez ise kiraya veren kişi sözleşmeyi herhangi bir fesih bildirim süresine uymaksızın hemen feshedebilir.
Olağanüstü fesihte bir diğer durum kiracının ölümüdür. Kiracı olan kişinin ölmesi halinde bu kişinin mirasçıları yasal fesih bildirim süresine uymak şartıyla en yakın fesih dönemi sonu için sözleşmeyi feshedebilme hakkına sahiptirler.
Kiralanan Şey Nasıl Geri Verilir?
Kiralananın geri verilmesi kanun içerisinde düzenlenmiş bir durumdur. Bununla ilgili hükümler kanun tarafından açıklanmıştır. Kiracı olan kişi kiralanan şeyin ne durumda teslim almış ise kira sözleşmesinin sona ermesinde o durumda geri verme yükümlülüğü altındadır. Yani kiracı aldığı şeyi aldığı gibi geri vermelidir. Kiracı olan kişi sözleşmeye uygun kullanma dolayısıyla kiralanan şeyde ortaya çıkan eskimelerden ve bozulmalardan sorumlu değildir. Kiracı olan kişinin sözleşmenin bitmesi durumunda sözleşmeye aykırı kullanımından meydana gelen zararları giderme haricinde başkaca bir tazminat ödeyeceğini önceden taahhüt etmesine ilişkin anlaşmalar geçerli değildir. Kiralanan şeyin gözden geçirilmesi ve kiracıya bildirme kiralanan şeyin Geri verilmesi ile ilgili hususlardır. Kiraya veren kişi geri verme sırasında kiralanan şeyin durumunu gözden geçirmek ve kiracının sorumlu olduğu eksikleri ve ayıplıları ona anında yazılı olarak bildirmekle yükümlüdür. Eğer bu bildirim yapılmazsa kiracı olan kişi her türlü sorumluluktan kurtulur. Fakat teslim alma sırasında olan inceleme ile saptanamayacak olan eksiklerin ve aynı yapıların mevcudiyeti durumunda kiracı olan kişinin sorumluluğu devam eder. Kiraya veren kişi bu tür eksiklikleri ve ayıpları saptadığında kiracı ya hemen yazılı olarak bildirme yükümlülüğü altındadır.
Kiraya Veren Kişinin Ne Tür Hakları Vardır?
Kiraya veren kişinin hapis hakkı mevcuttur. Gayrimenkul kiralarında kiraya veren kişi işlemiş bir yıllık ve işlemekte olan altı aylık kira bedelinin teminatı olmak üzere kiralanan şeyde bulunan ve kiralanan şeyin döşenmesine veya kullanılmasında fayda sağlayan taşınırlar üzerinde hapis hakkına sahiptir. Kiraya veren kişinin hapis hakkı altı kiracının asıl kiracı olan kira borcunu aşmamak şartıyla altı kiracının kiralanan şeye getirdiği aynı nitelikteki taşınırları kapsar. Hapis hakkının kiracının haciz edilmesi mümkün olmayan malları üzerinde kullanılması söz konusu değildir. Yani kiraya veren kişi hapis hakkını kiracının haciz edilemeyen mallarında kullanamaz. Kiraya veren kişinin hapis hakkı ile ilgili olarak bir önemli husus da üçüncü kişilere ait olan eşyadır. Üçüncü kişilerin kiraya veren kişinin kiracı olan kişiye ait olmadığını bildiği veya bunu bilmesi gerektiği eşya ile kaybolmuş çalınmış veyahut başka bir şekilde malikten iradesi dışında çıkmış olan eşya üzerindeki hakları kiraya veren kişinin hapis hakkından daha öncedir. Kiraya veren kişi kiracı tarafından kiralanan şeye getirilmiş olan taşınırların kiracının mülkiyetinde olmadığını kira sözleşmesi devam ederken öğrendiği takdirde yapılmış olan kira sözleşmesinin en yakın fesih döneminin sonu için feshini gerçekleştirmezse Bu eşya üzerindeki hapis hakkını kaybeder. Kiraya veren kişinin hapis hakkı ile ilgili olarak bir diğer önemli hususta hakkın kullanılması ile ilgilidir. Kiracı olan kişi taşınmak veya kiralanan şeyde bulunan taşınırları başka bir yere taşımak istediği takdirde kiraya veren kişi alıcının teminat altına almasını sağlayacak miktardaki taşınırı icra müdürü veya sulh hâkiminin kararı ile alıkoyma hakkına sahiptir. Alıkoyma kararının konusunu oluşturan eşya zorla ve gizli bir şekilde götürürse bu eşyaların götürülmelerinden başlayarak on gün içerisinde kolluk gücünün yardımı ile kiralanana geri getirilir.
İzmir gayrimenkul avukatı SEFERİHİSAR ışıl urgan yakar hukuk bürosu için bizlere doğrudan telefon ile ulaşabilir ve sorununuz hakkında danışmanlık alabilirsiniz. Tüm gayrimenkul hukuku davaları için bize ulaşabilirsiniz.
Kişinin ölümü veya gaipliği halinde, ölen kişinin malının dağılımını düzenleyen ve kime uygulanacağını düzenleyen hukuk dalına veraset hukuku denir. Miras hukukunda mal paylaşımı, vasiyetçinin ölümü sonucunda gerçekleşir. Bu nedenle yasal mirasçılar, mirasçının ölümünden önce kanuna göre mirasçı sıfatına sahip olmadığı için hiçbir şekilde miras hakkından söz edilemez.
Ancak, bazı durumlarda terekenin gerçek sahibinin bir avukatı ve vefatından önce hazırlanmış noter tasdikli bir vasiyeti vardır. Bu durumda avukat vasiyetnameyi açıklayacaktır. Miras hukukunda mirasçılar aşağıdaki tabloya göre mirasçı olarak sıralanmıştır.
Kanuna göre yasal ve tayin edilmiş olmak üzere iki tür mirasçı vardır. Hukuki miras, kişinin ölümü halinde miras hakkını talep edebilecek alt ve üst akrabalık bağlarını tanımlar. Diğer bir mirasçı, belirlenmiş mirasçılardır. Ayrıca belirlenen mirasçılar, terekeden ayrılan kişinin iradesine göre terekenin belirli bir yüzdesini bir kişiye bırakabilirler. Ya da hepsinin bir kuruma nakledilmesini istemiş olabilir.
Mirasın taksiminde mirasın sahibi olan kişiye mirasçı denir. Mirasçı olan kişi mirasın sahibidir. Bu durumda, mirası hayatta iken vekili aracılığıyla paylaşırsa. Çünkü mirasının kime paylaşılacağını avukatıyla birlikte yazılı hale getirir. Bu durumda Vekiller olarak mirasçının isteklerini kanuna uygun olarak yerine getirmekle sorumluyuz. Öncelikle malın taksimi yapılırken aynı zamanda kurulan kanunla belirlenen 1. dereceden malın taksimi başlamaktadır. Merhumun 1. dereceden varisi yoksa sırasıyla 2., 3. veya 4. derece aranır. Mirasın her bir parçası ne kadar paylaşılırsa paylaşılsın, ölenin eşi her zaman aynı miktarda haklarını almaya devam eder. Başka bir deyişle, mirasçının eşi hiçbir zaman haklarından mahrum bırakılmaz. Kanunda belirtildiği gibi mülkün bölünmesinde her zaman hakkını alır.
Miras hukukuna göre yasal miras hakları; Miras hakkından kişinin eşi, çocukları, altsoyları ve altsoyları, altsoyu, büyükanne ve büyükbabası, altsoyu, gayri meşru çocukları, evlat edindiği çocuklar ve alt sıradaki kişiler yararlanır. Sonuç olarak, mirasçı herhangi bir şekilde mirasını kimseye bırakmazsa veya mirasçı olacak kan bağı varisleri yoksa miras hukuken devlete geçer.
Vasiyetçinin evlilik dışı bir çocuğu veya nüfusa almadığı bir çocuğu varsa, onların da diğer kan bağı çocukları gibi eşit mirasa hakları vardır.
Vasiyetçi öldüğünde, mirastan yararlanabilmesi için 1. derece mirasçıların o kişinin soyundan gelmesi gerekir. Sonuç olarak kısaca çocukları, torunları ve onlardan doğan herkesi içerir. Bundan sonra mirasın gerçek sahibinin çocukları 1. derece kanuni mirasçı olarak kabul edilir. Şimdi birinci derece kanuni mirasçıların mallarının taksimini kısa bir örnekle açıklayalım.
Kişilerin vefatı ile miras bırakanın mirasçıları arasında mirasın paylaşılması söz konusu olur. Miras hukuku kişilerin ölümünden sonra ortaya çıkan mirasın kimlere ve nasıl geçeceğini düzenler. Miras ile birlikte miras hukukunda birçok sorunlar ortaya çıkar. Bu sorunla miras avukatı ilgilenir. Örneğin mirastan mal kaçırma, mirasta saklı pay ve mal paylaşımı tenkis davası miras hukukuna konu olan sorunlar arasındadır. Hukukumuzda miras hukukuna ilişkin birçok düzenlemeler yer almaktadır. Öncelikle anayasamızın 35. maddesinde herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu belirtilmiştir. Bu mülkiyet ve miras haklarının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabileceğine de değinilmiştir. Böylece haklar için koruma sağlanmıştır. 4721 sayılı Türk medeni kanunu da mirasa ilişkin hükümlere yer verir. Miras hukuku ile ilgili olan davalar ile miras avukatları ilgilenir. İzmir miras avukatı arayışınız için miras hukuku hukuk büromuza ulaşabilirsiniz.
Miras bırakanın mirasçılarını; kan hısımları, sağ kalan eş, evlatlık ve devlet olarak sıralamak mümkündür. Miras bırakanın kan hasımları olan mirasçıları için alt soydan anne ve babadan büyük anne ve büyük babadan ve evlilik dışı kısımlardan bahsedilebilir. Miras bırakan kişinin birinci derece mirasçıları onun altsoyudur. Yani miras bırakan kişinin altsoyu bu kişinin birinci derece mirasçılarını oluşturur. Mirasta çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar. Çocukların hepsi mirastan eşit haklara sahiptir. Miras bırakan kişiden önce ölmüş olan çocukların yerini her derecede Halefi yet yolu ile kendi altsoyları alır. Eğer kişinin altsoyu bulunmuyor ise bu kişinin mirasçısı Anne ve babasıdır. Miras bırakan kişinin altı suyu yoksa bu Miras anne ve babasına geçer. Miras bırakanın anne ve babası mirastan eşit haklara sahiptir. Miras bırakandan daha önce ölmüş olan anne ve babanın yerlerini her derecede Halefiyet yolu ile kendi altsoyları alır. Miras bırakan kişinin altsoyu bulunmuyor ise ve bununla birlikte kendi anne ve babası da kendisinden önce ölmüş ise bu sefer miras bırakanın mirasçısı Anne ve babasının altsoylarıdır. Eğer bir tarafta hiç mirasçı bulunmuyor ise bütün Miras diğer taraftaki mirasçılara geçer. Altsoyu anne ve babası ve onların altsoyu bulunmayan miras bırakanın mirasçıları Bu kişinin büyük anne ve büyük babalarıdır bunlar eşit olarak mirasçı olurlar. Miras bırakan kişiden daha önce ölmüş olan büyük ana ve büyük babaların yerlerine yine bu büyük anne ve büyük babaların her derecede Halefiyet yolu ile kendi altsoyları alır. Anne veya baba tarafından alan büyük anne ve büyük babalardan biri altsoyu olmaksızın miras bırakandan daha önce ölmüş ise ona düşecek olan pay aynı taraftaki mirasçılara kalır. Anne veya baba tarafından olan büyük anne ve büyük babaların her ikisi de alt soyları olmaksızın miras bırakan kişiden daha önce ölmüş ise bütün miras diğer taraftaki mirasçılara geçer. Eğer sağ kalan eş var ise büyük anne ve büyük babalardan birinin miras bırakandan önce ölmüş olması halinde payı kendi çocuğunu geçer. Bununla birlikte eğer büyük anne ve büyük babalardan birinin Ölmüş olması ve çocuğunun olmaması halinde fotoğraftaki büyük ana ve büyük babaya miras geçer. Bir taraftaki büyük anne ve büyük babanın her ikisinin de ölmüş olmaları durumunda onların payları diğer tarafa geçer. Evlilik dışında doğmuş olan ve soy bağı, tanıma veyahut hâkim hükmü ile kurulmuş olan kişiler baba yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olma hakkına sahiptirler. Miras bırakanın ölümü ile birlikte sağ kalan eş birlikte bulunduğu zümreye göre miras bırakana belirli oranlarda mirasçı olur. Eğer sağ kalan eş miras bırakanın altsoyu ile birlikte mirasçı olursa mirasın dörtte biri kendisine kalır. Eğer sağ kalan eş miras bırakanın ana Ve baba zümresi ile birlikte mirasa mirasçı olurlar ise mirasın yarısı kendisine kalır. Eğer sağ kalan eş miras bırakan kişinin büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı konumunda ise mirasın dörtte üçü kendisine kalır. Ancak miras bırakan kişinin büyükanne ve büyükbabaları ve onların çocukları yok ise mirasın tamamı eşe kalır. Evlatlık ve Evlatlığın altı soyu evlat edinen kişinin kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlatlık olan kişinin kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder. Yani evlatlık olan kişi kendisini evlat edinen kişinin mirasçısı olurken biyolojik anne ve babasının mirasçısı olmaya da devam eder. Ancak evlat edinileni evlat edinen ve Hısımları evlat edinilene mirasçı olma hakkına sahip değillerdir.
Gerisinde herhangi bir mirasçı bırakmaksızın ölen kişinin mirası devlete geçer.
Miras avukatı İzmir için miras hukuku büromuzla irtibata geçebilirsiniz.
Mirasın geçmesi ve mirasın geçmesinin sonuçları Türk medeni kanununun ilgili hükümlerinde açıklanmıştır. Mirasın geçmesi ile ilgili olarak mirasın açılmasından söz edilebilir. Mirasın açılma ve değerlendirme anı mevcuttur. Miras miras bırakan kişinin ölümü ile açılır. Miras bırakan kişinin ölmeden önce yapmış olduğu Miras ile ilgili kazandırmalar ve paylaştırmalar miras bırakan kişinin Malvarlığının ölümü anındaki duruma göre değerlendirilir. Mirasın açılma yeri ve yetkili mahkeme kanun hükümleri ile düzenlenmiştir. Miras mal varlığının tamamı için Mirası bırakan kişinin yerleşim yerinde açılır. Miras bırakan kişinin tasarruflarının iptali veya bu miras bırakan kişinin tasarruflarının tenkisi mirasın paylaştırılması ve miras sebebiyle istihkak davaları bu yerleşim yeri mahkemesine aittir. Mirasın açılması ile ilgili olarak bazı durumlar mevcuttur. Burada mirasa ehliyet, sağ olmaktan bahsedilebilir. Mirası ehliyeti ilk olarak hak ehliyetinden bahsedebiliriz. Türk medeni kanunu günü mirasa işi olmayan kişiler dışında her kişi mirasçı olabilir bununla birlikte her kişi vasiyet alacaklısı da olabilir. Tüzel kişiliği olmayan bir topluluğa belli bir amaç için yapılmış olan kazandırmaları o topluluk içerisindeki kişiler miras bırakan kişi tarafından belirlenen bu gayeyi gerçekleştirme şartıyla birlikte edinmiş olurlar. Eğer gayenin bu yolla gerçekleştirilmesi mümkün değilse yapılan kazandırma vakıf firma sayılır.
Mirası ehliyetle ilgili olarak bir diğer önemli durum mirastan yoksunluktur. Mirastan yoksunluğun sebeplerinden ve altsoya etkisinden bahsedilebilir. Kişilerin mirastan yoksun bırakılmaları için bazı sebepler vardır. Bu sebepler kanun içerisinde de yer almaktadır. Kanun içerisinde yer alan bu sebepleri taşıyan kişiler mirastan yoksun bırakılırlar. Bu sebepleri taşıyan kişiler mirasçı olamayacakları gibi ölüme bağlı Tasarrufla herhangi bir hak iddia etmeleri de mümkün değildir. Eğer miras bırakan kişinin artık yeniden yapamayacağı bir durumda ve zamanda ölüme bağlı bir tasarrufu kasten mi hukuka aykırı olarak ortadan kaldırırsa veya bozarsa Bu mirastan yoksun sebebini oluşturur. Miras bırakan kişinin ölüme bağlı bir tasarruf yapmasına veyahut böyle bir tasarruftan dönmesi ne korkutma aldatma veya zorlama suretiyle sağlayan kişiler veya engelleyenler mirastan yoksunluk sebebini oluştururlar. Bununla birlikte miras bırakan kişinin kasten mi hukuka aykırı olarak kalıcı bir şekilde ölüme bağlı Tasarruf yapmasına mümkün olamayacağı bir duruma getiren kişiler ve miras bırakan kişiyi kasten ve hukuka aykırı olarak Öldüren veya öldürmeye teşebbüs eden kişiler mirasçı olamazlar. Mirasçı olamayacakları gibi ölüme bağlı Tasarrufla herhangi bir hak da iddia etmeleri mümkün değildir.
Miras bırakan kişi eğer affederse mirastan yoksunluk ortadan kalkar. Yani miras bırakanın affı mirasçı olamamayı ortadan kaldırır.
Mirastan yoksunluğun altsoya etkisinden bahsetmek mümkündür. Kanuna göre mirastan yoksun olmak sadece mirastan yoksun olan kişiyi etkiler. Mirastan yoksun olan kişinin altı soyu miras bırakan kişiden daha önce ölen kişinin altı soyu gibi mirasçı olur.
Mirasta açılmanın hükümleri ile ilgili olarak mirası ehliyetten bahsettik. Mirasta açılmanın bir diğer hükmü sağ olmaktır. Mirasçı olmanın mümkün olabilmesi için miras bırakan kişinin ölümün de mirasa ehil olarak sağ olmak gerekir. Mirasın açılmış olduğu anda sağ olan mirasçı daha sonradan ölür ise onun miras hakkı kendi mirasçısı olan kişilere kalır. Miras bırakan kişinin vasiyet alacaklısı olmanın mümkün olabilmesi için miras bırakan kişinin ölümünde mirası ehil olarak sağ olma şartı aranır. Vasiyet alacaklısı olan kişi miras bırakan kişiden daha önce ölmüş ise tasarruftan aksi anlaşılmıyorsa vasiyeti yerine getirme yükümlülüğü vasiyet yükümlüsünün faydasına ortadan kalkar. Cenin sağ olarak dünyaya gelmek şartıyla mirasçı olur. Eğer çocuk ölü doğmuş ise mirasçı olması mümkün değildir. Mirasın açıldığı zaman henüz var olmayan bir kimseye art mirasçı veya art vasiyet alacaklısı olarak tereke veya terke malı bırakılması mümkündür. Eğer miras bırakan kişi tarafından Ön mirasçı atanmamış ise yasal mirasçı sayılır.
Gaiplik Bir kişinin ölüm tehlikesi içerisinde bulunduğunun bilinmesi fakat bu kişiden çok uzun bir süre haber anlamamasıdır. Bununla birlikte gaiplik uzun bir süre yitip gitmiş bulunması halinde ilgili kişilerin başvuru yapmasıyla bu yitikliğin yargıç kararıyla onaylanmış olup kişiliğine son verilmesidir. Gaiplik durumunda miras ile ilgili hükümler kanun içerisinde düzenlenmiştir. Gaibin mirası ile ilgili olarak hükümlerden bahsedilebilir. Öncelikle güvence karşılığı teslimden söz edebiliriz. Bir kişinin hakkında gaiplik kararı verilmiş ise bu kişinin mirasçıları veya bu kişinin mirasında hak sahibi olan kişiler tereke mallarının kendilerine tesliminin yapılmasından önce bu malları ilerde ortaya çıkabilecek üstün hak sahiplerine veya gaibin kendisine Geri vereceklerine dair teminat göstermek zorundadırlar. Bu teminat ölüm tehlikesi içerisinde kaybolmuş olma durumunda beş yıldır. Eğer uzun zamandan beri haber alınamama durumu söz konusuysa 15 yıldır. Bunlarla birlikte her hâlükârda en çok gribin 100 yaşına varmasına kadar geçecek süre için gösterilir. Bu yılların hesaplanması da hükümler de yer almaktadır. Beş yıllık süre tereke mallarının teslim edilmesinden 15 yıllık süre ise son haber tarihinden başlamak suretiyle hesaplanır. Gaibin mirası ile ilgili olarak geri verme durumu da söz konusudur. Eğer gaip ortaya çıkarsa veya üstün hak sahibi olduklarını ileri süren kişiler bu sıfatlarını ispat ederlerse tereke mallarını teslim almış olan kişiler aldıkları malları Zilyetlik kuralları uyarınca geri verme yükümlülüğü altındadırlar. Bununla birlikte iyi niyetli olan kişilerin üstün hak sahipleri olan kişilere geri verme yükümlülükleri miras nedeniyle istihkak davası ile ilgili olan zamanaşımı süresine tabiidir.
Gaibin mirası ile ilgili olarak açıklanan bir diğer durum ise gaibe düşen mirastır. Mirasın açıldığı zaman sağ olup olmadığı ile ilgili durum tespit edilemeyen mirasçının ve ortada bulunmayan mirasçının miras payı resmen yönetilir. Mirasın açılmış olduğu zaman ortada bulunmayan kişinin sağ olmaması durumunda bu kişinin miras payı kendisine kalacak olan kişiler gaiplik ile ilgili olan süre ve usullere uyumak şartıyla o kişinin gaipliğine karar verilmesi ve miras payının kendilerine teslim edilmesi talebinde bulunabilirler. Miras payının teslimi ile ilgili kurallar gaipliğine karar verilmiş olan kişinin mirasının mirasçılara teslim edilmesine ilişkin kurallara tabiidir.
Gaibin hem miras bırakan hem mirasçı olması durumunda ise açıklanması gereken bazı haller vardır. Gaibin mirasçı olan kişiler tereke malları teslim aldıktan sonra eğer gaibe miras düşerse Gaibe düşen miras payı gaiplik nedeni ile kendilerine kalacak olan kişiler ayrıca bir gariplik kararı almasına gerek kalmaksızın bu miras payının kendilerine teslim edilmesini talep edebilirler. Gaibe düşen miras payını teslim alan kişilerin elde ettikleri miras kararına aynen Gaibin mirasçılar olan kişilerin de dayanması mümkündür.
Son olarak Gaibin mirası ile ilgili hazinenin isteminden bahsedilebilir. Sağ olup olmadığı bilgisine ulaşılmayan bir kişinin mal varlığı veyahut ona düşen miras payı on yıl resmen yönetilirse veya mal varlığı bu şekilde yönetilen kişinin 100 yaşını dolduracağı süre geçer ise hazinenin talebi üzerine o kişinin gaipliğine karar verilir. Gaiplik kararının verilebilmesinin mümkün olmasını sağlayan İlan süresinde hiçbir hak sahibi ortaya çıkmaz ise aksi bir hüküm olmadıkça gaibin mirası devlete geçer. Devlet gaibe ya da Üstün hak sahipliği bulunan kişilere karşı gaibin mirasını teslim alan kişiler gibi geri verme yükümlülüğü altındadır.
Mirasın paylaşılmasında Paylaşımdan önce miras ortaklığı söz konusu olur. Mirasta birden çok mirasçının yer alması durumunda mirasın geçmesi ile birlikte paylaşılmaya kadar mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları dâhil eden bir ortaklık ortaya çıkar. Mirasçı olan kişiler tereke ya el birliği ile sahip olurlar. Bu kişiler sözleşme ya da kanundan meydana gelen temsil veya yönetim yetkisinin saklı kalması suretiyle terekeye ait olan tüm haklar üzerinde biz birlikte tasarruf etme hakkına sahiptirler. Mirasçı olan kişilerden birinin talebi üzerine Sulh Mahkemesinin miras ortaklığına paylaşımın yapılmasına kadar bir temsilci ataması mümkündür. Mirasçı olan kişilerden her biri tereke üzerindeki haklarının korunmasını isteme talebinde bulunabilir. Tereke hakları için sağlanan korunmadan mirasçı olan kişilerin hepsi faydalanabilir.
Mirasın paylaşılmasında mirasçı olan kişilerin sorumluluğu da söz konusudur. Mirasçı olan kişiler tereke borçlarından müteselsil olarak sorumlu olurlar.
Mirasın paylaşılması ile ilgili olarak mirasçıların paylaşmayı isteme hakkı bulunur. Mirasçı olan kişilerden her biri eğer sözleşme ya da kanundan dolayı ortaklığı sürdürme zorunluluğu altında bulunmadıkça her zaman mirasın paylaşılması talebinde bulunma hakkına sahiptirler. Mirasçı olan her kişi tereke üzerindeki belirli malların aynen eğer olanak yoksa satış suretiyle paylaştırılmasına karar verilmesini Sulh mahkemesinden talep etmeleri mümkündür. Mirasçı olan kişilerden birinin talebi üzerine hâkim terekenin tamamını ve tereke üzerindeki malların her birini göz önünde bulundurarak eğer olanak varsa taşınmazlardan her birinin tümünün bir miras çevrilmesi yoluyla paylaştırmayı yapabilir. Mirasçı olan kişilere verilen taşınmazların değerleri arasında eğer bir farkın varsa bu fark para ödenmesi suretiyle giderimi yapılarak miras payları arasında denkleştirmenin yapılması sağlanır. Paylaşmanın derhal yapılması, paylaşıma konu olan malın ya da terekenin değerini önemli ölçüde azaltacak ise Sulh hâkimi mirasçı olan kişilerden birinin talebi üzerine bu malın ya da terekenin paylaşılması işleminin ertelenmesine karar kılabilir.
Mirasın paylaşılmasının ertelenmesi ile ilgili olarak cenin nedeni ile ertelemeden söz edilebilir. Eğer mirasın açılmış olduğu tarihte miras üzerinde mirasçı olabilecek bir ceninin varlığı söz konusuysa mirasın paylaşımı doğuma kadar ertelenir. Anne eğer muhtaç durumda ise doğumuna kadar geçim giderlerinin terekeden sağlanması talebinde bulunabilir.
Mirasın paylaştırılmasında bir diğer konuda el birliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesidir. Mirasçı olan bir kişi tereke içerisinde bulunan malların tümünü ya da bir kısmı üzerindeki el birliği mülkiyetini paylı mülkiyete dönüştürülmesi talebinde bulunduğu takdirde Sulh hâkimi diğer mirasçı olan kişilere çağrıda bulunmak şartıyla belirleyeceği süre içerisinde itirazlarının olması durumunda bunu bildirmeye davet eder. El birliği mülkiyetinin devamına haklı gösterecek bir itiraz ileri sürülmemesi veya mirasçı olan kişilerden birinin saptanan süre içerisinde paylaşma davası açmaması halinde talep konusu mal üzerindeki el birliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesi kararı verilebilir.
Mirasın paylaştırılmasında birlikte yaşayan kişilerin hakkından söz edilebilir. Miras bırakan kişinin vefatında onun ile beraber yaşayan ve miras bırakan kişi tarafından bakılan kişiler ölüm tarihi itibari ile başlayarak üç aylık bakım ve geçim giderlerinin terekeden sağlanması talebinde bulunma hakkına sahiptirler.
Mirasın paylaşılmasında paylaşmanın nasıl yapılacağı önemli bir konudur. Bu konu kanun içerisindeki hükümlerle açıklanmıştır. Açıklanan hükümler de paylaşma kurallarına, paylaşımın gerçekleşmesine, aile konutu ve ev eşyasının sağ kalan eşi özgülenmesine ve Özellikleri olan eşya ile ilgili durumlara ait düzenlemeleri görmek mümkündür.
Yasal mirasçı olan kişiler kendi aralarında veyahut mirasçı olan kişiler ile beraber mirası aynı kurallara göre paylaşır. Eğer aksi bir hüküm yoksa mirasçı olan kişiler mirasın paylaşımının nasıl yapılacağını serbestçe belirleme hakkına sahiptirler. Tereke mallarına zilyet olan veya miras bırakan kişiye borçlu bulunan mirasçı kişiler mirasın paylaşımı anında bu konuda eksiksiz bilgi verme zorunluluğu altındadırlar.
Mirasın paylaşma kurallarında miras bırakan kişinin tasarrufundan ve paylaşma ya kayyumun katılması durumundan bahsedilebilir. Mirasın paylaşma kurallarında miras bırakanın tasarrufu söz konusudur. Miras bırakan kişi vefata bağlı Tasarruf ile mirasın paylaşımının nasıl yapılacağı ve mirasın paylarının nasıl oluşturulacaksa ile ilgili kural koyabilir. Bu kurallar miras bırakan kişi tarafından kast edilmemiş olan bir eşitsizlik durumunda mirasta payların denkleştirilmesinin mümkün olmasını sağlayan olanak saklı kalmak koşuluyla mirasçı olan kişiler için bağlayıcılık oluşturur. Eğer miras bırakan kişinin farklı bir isteğinin bulunduğu tasarruftan anlaşılmıyorsa miras bırakan kişinin tereke malını bir mirasçı ya özgülenmesi vasiyet olmaz. Bu durum sadece paylaştırma kuralı sayılır. Yani miras bırakan kişi tereke malına bir mirasçı kişiye özgülenmiş ise bu vasiyet oluşturmayıp yalnız paylaştırma kuralı sayılır.
Paylaşma kuralları ile ilgili olarak bir diğer durum ise kayyumun katılmasıdır. Açılmış bir mirasta bir mirasçının payını devir almış olan ya da açılmış bir mirasta bir mirasçı kişinin payına haciz ettirmiş olan veya elinde mirasçı olan kişiye karşı alınmış borç ödemeden aciz belgesi bulunan alacaklı kişi Sulh hâkiminden bu mirasçı kişinin yerine paylaşıma katılmak üzere bir kayyum atanması talebinde bulunabilir.
Mirasın paylaşım kurallarının yanı sıra bir diğer durum ise paylaşımların gerçekleşmesidir. Paylaşmanın gerçekleşmesinde bazı durumlar söz konusudur. Bunlar mirasçıların eşitliği paylarını oluşturulması bazı malların özgülenmesi veya satılmasıdır. İlk olarak paylaşmanın gerçekleşmesinde mirasçıların eşitliği durumundan bahsedilebilir. Eğer kanun üzerinde farklı bir hüküm bulunmuyorsa mirasçı olan kişiler mirasın paylaşımında terekenin bütün malları üzerinde eşir hakka sahiptir. Mirasçı olan kişiler miras bırakan kişi ile aralarındaki ilişkiler ile ilgili paylaşmanın eşitliğe ya da adalete uyuması için göz önünde bulundurulması gereken tüm bilgileri birbirlerini verme yükümlülüğü altındadırlar. Mirasçı olan kişilerden her biri tereke borçlarının paylaşımından önce ödenmesini veya teminata bağlanması talebinde bulunabilirler.
Mirasın paylaşımın gerçekleşmesinde bir diğer durum olarak payların oluşturulmasından bahsedilebilir. Mirasçı olan kişiler tereke mallarından mirasçı ya da ortak kök sayısı ile pay oluşturur. Eğer bir anlaşma olmaz ise mirasçı olan kişilerden her biri payların oluşturulmasını Sulh hâkiminden talep edebilirler. Payların oluşturulmasında hâkim mirasçı olan kişilerin kişisel durumlarını bölgedeki yerel adetleri ve çoğunluk olan kişilerin isteklerine göz önüne alır. Payları oluşturulmasında paylarını özgülenmesi mirasçı olan kişilerin anlaşması uyarınca yapılır. Eğer buna olanak bulunmuyor ise kura çekilir.
Mirasın paylaşımının gerçekleşmesinde bir diğer durum ise bazı malların özgülenmesi veya satılmasıdır. Tereke malının değerinde önemli bir azalma olmadan bölünmesi mümkün değilse tüm olarak mirasçı olan kişilerden birine özgülenir. Mirasçı olan kişiler bir tereke malının bölünmesi ya da özgülenmesi ile ilgili anlaşmaya varamazlarsa o mal satılır ve bedelinin bölüştürülmesi yapılır. Mirasçı olan kişilerden biri eğer talepte bulunur ise satış artırma suretiyle yapılır. Mirasçı olan kişiler artırılmanın Şekli ile ilgili olarak anlaşamazlar ise Sulh hâkimi artırmanın mirasçılar arasında veya herkese açık yapılmasına karar kılar.
Mirasın paylaşımının nasıl yapılacağı ile ilgili bir diğer durum ise aile konutu ve ev eşyasının sağ kalan eşe özgülenmesidir.
Eşlerden birinin ölümü durumunda tereke malları arasında ev eşyası ya da eşlerin birlikte yaşadıkları konut söz konusuysa sağ kalan iş bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınması talebinde bulunma hakkına sahiptir. Haklı sebeplerin varlığı söz konusuysa sağ kalan eşin ya da miras bırakan kişinin diğer yasal mirasçılarından birinin talebi üzerine mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınması kararı da verilmesi mümkündür. Miras bırakan kişinin bir meslek veya sanat icra ettiği ve bu miras bırakan kişinin altı soyundan birinin aynı meslek ve sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde sağ kalan eş Bu hakları kullanma hakkına sahip değildir. Bununla birlikte tarımsal taşınmazlarla ilgili olan miras hukuku hükümleri saklıdır.
Mirasın paylaşımına nasıl yapılacağı ile ilgili olan bir diğer durum ise özellikleri olan eşyadır. Özellikleri olan eşya içerisinde bütünlük oluşturan veya aile bölgeleri ile özel anı değeri olan eşya, miras bırakılan mirasçılardaki alacaklara rehin edilmiş tereke malları ve taşınmazlar ile ilgili durumlardan bahsedilebilir. Özellikleri olan eşya da ilk olarak bütünü konuşturan veya aile belgelerini özel alanı değeri olan eşyadan söz etmek mümkündür. Mirasçı olan kişilerden birinin karşı çıkması durumunda özellikleri ve öz güvendikleri amaç gereği bir bütünlük oluşturan eşyanın birbirinden ayrılması mümkün değildir. Aile belgeleriyle aile için özel bir anı diğeri niteliği taşıyan eşya mirasçı olan kişilerden birinin karşı çıkması durumunda satılması mümkün değildir. Yani mirasçı olan kişilerden biri eğer özel anı değeri niteliği taşıyan eşyanın satılmasını istemez ve buna karşı çıkarsa bu eşyanın satılma olanağı ortadan kalkar. Mirasçı olan kişiler anlaşmaya varamaz ve aralarında bir uyuşmazlık çıkarsa Sulh hâkimi yerel adetleri göz önünde bulundurarak eğer adet yoksa kişisel durumları göz önünde tutarak bu eşyanın payına mahsup edilmek veya edilmemek yoluyla mirasçılardan birine özgülenmesini veya satılmasına karar kılar. Özel kanun ile ilgili olan hükümler ise saklıdır.
Özellikleri olan aşağıda bir diğer durum ise miras bırakanın mirasçılardaki alacaklarıdır. Miras bırakan kişinin bir mirasçı da bulunan alıcı paylaşmanın olduğu anda on mirasçı kişinin payından mahsup edilir.
Özellikleri olan eşya da rehin edilmiş tereke malları da söz konusudur. Paylaşma içerisinde kendisine miras bırakan kişinin borçları için rehin edilmiş bir tereke mali yer alan mirasçı bu malın teminat altına aldığı borcu üstlenmiş olur.
Özellikleri olan eşya da bir diğer durum ise taşınmazlardır. Taşınmazlarla ilgili olarak bölünme ve Özgülenmeden bahsedilebilir. Taşınmazların bölünmeleri ile ilgili olan kanun hükümleri saklıdır. Özgülenmeler ilgili olarak özgülenme esas olan değer ve değerin belirlenmesi durumu vardır. Özgülenmeye esas olan değerde taşınmazlar paylaşımın yapıldı zaman içerisinde gerçek değerlerinin esas alınmasıyla mirasçı olan kişilere özgülenir. Tarımsal taşınmazlar gelir değerine göre özgülenir. Ancak diğer taşınmazlar ise sürüm değerine göre özgülenir. Taşınmazların değerinin belirlenmesi ile ilgili hükümler de söz konusudur. Mirasçı olan kişilerin özgülenme değeri üzerinde uyuşma sağlayamazlarsa bu değer Sulh hâkimi tarafından saptanır.
Miras paylaşımı için İzmir miras avukatı ile iletişim geçin.
Miras Hukukunda yar alan önemli bir durum mirasta denkleştirmedir. Denkleştirme yasal mirasçılar arasında pay eşitliğinin sağlanması için düzenlenmiştir. Denkleştirme miras bırakan kişinin sağlığında bu kişinin mirasçısının ondan karşılıksız almış olduğum malları aynen ya da bunun karşılığını geri vermesi ile ve bu durumların miras taksimi esnasında hesap içerisinde yer almasından oluşur.
Mirasta denkleştirme 4721 sayılı Türk medeni kanunun ilgili hükümlerinde açıklanmıştır. Mirasta denkleştirme ile ilgili olarak mirasçıların arasında olan denkleştirmeden mirasçılık sıfatını kaybı halindeki denkleştirmeden denkleştirme şeklinde eğitim ve öğretim giderlerinden, hediyeler Ve evlenme giderlerindeki denkleştirmelerden bahsetmek mümkündür. İlk olarak mirasçı olan kişiler arasındaki denkleştirmeden bahsedilebilir. Yasal mirasçı olan kişiler miras bırakan kişinin miras paylarına mahsuben elde etmiş oldukları sağlar arası karşılıksız olan kazandırmaları denkleştirmenin sağlanması suretiyle terekeye geri vermekle birbirlerine karşı yükümlülük altındadırlar. Miras bırakan kişinin çeyiz veya kuruluş sermayesi vermek veyahut Bir mal varlığının devrini yapmak ya da borçtan kurtulmak ve benzerleri gibi karşılık almadan alt soyuna yapmış olduğu kazandırmalar aksi durum miras bırakan kişi tarafından açıkça ifade edilmemiş ise Denkleştirmeye tabi olur.
Mirası denkleştirme de mirasçı kişiler arasındaki denkleştirmenin yanı sıra mirasçılık sıfatının kaybı halindeki denkleştirmeden söz etmekte mümkündür. Mirasın açılmasından sonra veya önce mirasçılık sıfatını kaybeden mirasçı kişiye ait geri verme yükümlülüğü bu kişinin yerine geçen mirasçı kişilere miras paylarında meydana gelen artış oranında geçer.
Mirasın denkleştirilmesi ile ilgili olan denkleştirme şeklinde geri verme veya mahsup, miras payını aşan kazandırmalar ve denkleştirme değeri durumlarından bahsedilebilir. Denkleştirme şekli içerisindeki geri verme veya mahsupta Geri verme yükümlülüğü altında olan mirasçı olan kişi eğer isterse aldığını aynen geri verir. Bununla birlikte geri verme yükümlülüğü altında olan mirasçı kişi isterse payından fazla olsa dahi değerini miras payına mahsup ettirir. Miras bırakan kişinin bu kurala aykırı tasarruflara ve mirasçıların tenkis ilişkin hakları ise saklıdır.
Denkleştirme şekli ile ilgili olan bir diğer durum ise miras payını aşan kazandırmalardır. Yapılmış olan kazandırmaların miras payını aşmış olması durumunda mirasçı olan kişi miras bırakan kişinin bunu kendisine bırakmak niyetinde olduğunu ispat ederse bu fazlalık denkleştirmeye tabi değildir. Diğer mirasçı olan kişilerin tenkis ile İlgili olan hakları ise saklıdır.
Denkleştirme şeklinde değinilmesi gereken diğer durum ise denkleştirme değerlidir. Denkleştirme kazandırmanın denkleştirmenin yapıldığı zamandaki değeri esas alınarak yapılır. Yarar ve zarar ile gelir ve giderler ile ilgili olan mirasçı kişiler arasında sebepsiz zenginleşmeler ilgili olan hükümler uygulanır.
Denkleştirmeyle ilgili olan denkleştirmiş şeklinin yanı sıra Bir diğer durum ise Eğitim ve öğrenim giderleridir. Çocukların eğitim ve öğrenimi İle ilgili olarak yapılan giderler nedeniyle geri verme yükümlülüğü altında olmak miras bırakan kişinin tersi bir durumu istediği ispat edilmediği sürece ancak alışılmış ölçüleri aşan kısım için mevcuttur. Eğitim ve öğreniminin tamamlanmamış olan veya engelliliğe sahip olan çocuklara paylaşma da hakkaniyete uygun bir ödeme yapılır. Yani eğitim ve öğrenimini tamamlamamış Bir çocuğun varlığı söz konusuysa bu çocukla ilgili olarak yapılan paylaşma da çocuğun durumu göz önünde bulundurulur. Bununla birlikte yine çocuğun engelli olma durumu söz konusu ise bu durum paylaşma da göz önünde bulundurularak paylaşma hakkaniyete uygun olarak yapılır.
Mirasın paylaşılmasında bir diğer durum ise hediyeler ve evlenme giderleridir. Bazı giderler denkleştirmeye tabi tutulmaz. Bu giderler olan hediyeler ile evlenme sırasında yapılmış olan geleneğe uygun giderlerdir. Eğer olan hediyeler ile evlenme sırasında yapılmış olan geleni uygun giderler söz konusuysa bu giderlerin denkleştirmeye tabi tutulması mümkün değildir. Altı tohumlarının evlenmeleri durumunda alışılmış ölçüler içerisinde yapılmış olan çeyiz giderleri ile ilgili olarak Denkleştirmeye tabi tutmama isteğinin bulunduğu asıldır.
Mirasta mirasın paylaşımların nasıl yapıldığından bahsetmiştik. Kanun içerisinde belirtilmiş hükümler gereğince mirasın paylaştırılması yapılır. Bununla birlikte mirasta paylaşmanın tamamlanmasının sonuçları ortaya çıkar. Mirasta paylaşmanın tamamlanması ve sonucu olarak paylaşmanın sonuçlandırılması mirasçıların birbirine karşı sorumluluğu ve mirasçılar üçüncü kişilere karşı sorumluluğu ortaya çıkar.
Paylaşmanı sonuçlandırılması ile ilgili olarak paylaşma sözleşmesi miras payı üzerinde sözleşme ve mirasın açılmasının önce yapılan sözleşmelerden bahsedilebilir.
İlk olarak paylaşma sözleşmesi ile ilgili hükümlerden bahsetmek mümkündür. Mirasçı olan kişiler arasında payların oluşturulması ve mirasçı olan kişiler arasında payların fiilen alınması ya da aralarında yapacakları paylaşma sözleşmesi mirasçı olan kişileri bağlar. Paylaşma sözleşmesi ile mirasçı olan kişiler tereke mallarının tümünü veya tereke mallarının bir kısmı ne üzerindeki el birliği mülkiyetinin miras payları oranında paylı mülkiyete dönüştürülmesini de kabul etmeleri mümkündür. Paylaşma sözleşmesinin geçerliliği ile ilgili olarak bazı durumlar söz konusudur. Paylaşma sözleşmesinin geçerli olabilmesi için yazılı şekilde yapılması gerekir. Yani bu sözleşmenin geçerliliği yazılı şekilde yapılmaya bağlıdır.
Paylaşmanın sonuçlandırılmasında bir diğer durum ise miras payı üzerinde sözleşmedir. Tehlikenin tümünün veya bir kısmının Üzerindeki miras payının devri ile ilgili olarak mirasçı olan kişiler arasında yapılan sözleşmelerin geçerliliği yazılı şekle bağlıdır. Bu konuyla ilgili olarak yapılan sözleşmenin geçerli olabilmesi için yazılı şekilde yapılması gerekir. Mirasçı olan bir kişinin üçüncü kişiyle yapacağı böyle bir sözleşmenin geçerli olması noterlikçe düzenlenmesine bağlıdır. Üçüncü kişiler ile yapılacak böyle bir sözleşme geçerli olabilmesi için noterlikçe düzenlenmelidir. Sözleşme ile bu kişiye paylaşmaya katılma yetkisi verilmesi durumu söz konusu değildir. Sadece paylaşma sonunda mirasçı olan kişiye özgülenen payın kendisine verilmesi talebinde bulunma hakkı sağlar.
Paylaşımın sonuçlandırılması ile ilgili olarak bir diğer konu mirasın açılmasından önce yapılan sözleşmelerdir. Miras bırakan kişinin katılması ya da miras bırakan kişinin izni olmadan bir mirasçı kişinin henüz açılmamış bir miras hakkında diğer mirasçılar veyahut üçüncü bir kişi ile yapacağı sözleşme geçerli olmaz. Eğer miras bırakan kişinin izni olmadan mirasçı kişinin açılmamış bir miras hakkında diğer mirasçılar veya üçüncü kişiler ile yapacağı sözleşmelerin varlığı söz konusu ise bu sözleşmelerin geçerliliği ile ilgili olarak olumlu bir durumdan bahsedilemez. Çünkü miras bırakan kişinin izni olmadığından bu kişinin açılmamış miras hakkındaki yapmış olduğu sözleşme geçerli olmaz. Böyle bir sözleşmeye göre yerine getirilmiş olan edimlerin Geri verilmesi talebinde bulunulması mümkündür.
Mirasın paylaşılmasının tamamlanması ve sonucu ile ilgili olarak bir diğer durum ise mirasçıların birbirine karşı sorumludur. Mirasçıların birbirine karşı sorumluluğu içerisinde garanti borcu ve paylaşma sözleşmesinin geçersizliğinden bahsedilebilir. İlk olarak garanti borcuna değinilebilir. Paylaşmanın tamamlanmasının yapılmasından sonra mirasçı olan kişiler kendi paylarına düşen mallar için birbirlerine karşı satım hükümleri gereğince sorumludurlar. Mirasçı olan kişiler paylaşma da her birine özgülenmiş olan alacakların mevcudiyetine birbirlerine karşı garanti ederler. Bununla birlikte Mirasçı kişiler borsaya kayıtlı olan kıymetli evrak haricinde alacağının mirasçı olan kişinin hakkına mahsup edilen miktarı için borçlu olan kişinin ödeme gücünden adi kefil gibi sorumlu olurlar.
Garantiye dayanan dava ve kefalete dayanan dava paylaşma tarihinin ya da daha sonra yerine getirecek olan alacaklarda muacceliyet tarihinin üzerinden bir yıl geçmek ile zamanaşımına uğrar.
Mirasçı olan kişilerin birbirine karşı sorumluluğunda bir diğer durum ise paylaşma sözleşmesinin geçersizliğidir. Paylaşma sözleşmeleri ile ilgili olarak uygulanacak hükümler Borçlar kanununun geçersizliği ilişkin genel hükümleri ile aynıdır. Yani Borçlar kanunu içerisinde yer alan geçersiz de ilişkin genel hükümler paylaşma sözleşmelerine de uygulanır.
Paylaşımın tamamlanması ve sonucu ile ilgili olarak bir diğer durum mirasçılar üçüncü kişilere karşı sorumluluğudur. Mirasçıların üçüncü kişilere sorumluluğu ile ilgili olarak müteselsil sorumluluk ve mirasçılara rücudan bahsedilebilir. Öncelikle müteselsil sorumluluk ile ilgili durumlara değinmek mümkündür. Mirasçı olan kişiler tereke borçlarının bölünmesine ya da tereke borçlarının nakline alacaklı tarafından açık ya da örtülü olarak rıza gösterilmemesinden dolayı paylaşmadan sonra da tüm mal varlıkları ile müteselsilen sorumlu olurlar. Paylaşmanın gerçekleşmiş oldu tarihin ya da daha sonra yerine getirilecek olan borçlar da muaccel yet tarihinin üzerinden beş yıl geçmek ile teselsül sona erer.
Mirasçıların üçüncü kişilere karşı sorumlu ile ilgili olarak bir diğer durum ise mirasçılara rücudur. Paylaşma sözleşmesinde ödenmesi kendisine yükletilmemiş olan bir tereke borcunu ödeyen mirasçı kişi diğer mirasçıları rica etme hakkına sahiptir. Bununla birlikte üzerine almış olduğum miktardan daha fazlasını ödemiş olan mirasçı kişi diğer mirasçılara rücu edebilir. Rücu hakkı İlk önce ödenmiş olan borcu paylaşma sözleşmesi ile üstlenmiş bulunan mirasçıya karşı kullanılır. Diğer durumlarda ise aksi bir durum kararlaştırılmış olmadıkça mirasçı olan kişilerden her biri terekedeki borçları miras payı oranında ödeme yükümlülüğü altındadır.
Miras hukukundan kaynaklanan davalar ile Miras Avukatları ilgilenir. İzmir miras avukatları olarak aşağıdaki alanlarda miras davalarıyla ilgilenmekteyiz. Aşağıdaki miras hukuku alanına giren davalar için miras avukatı İzmir hukuk bürosuyla iletişime geçerek destek alabilirsiniz.
Muris Muvazaasına Dayalı Tapu İptal ve Tescil İle İlgili Dava
Saklı Paylı Mirasçıların Tenkis Talebine İlişkin Tenkis İle İlgili Dava
Mirası Denkleştirme Ve Tereke İade İle İlgili Dava
Atanmış Kişi Mirasçılık Belgesi Verilmesi İle İlgili Dava
Mirasın Yoksun Kişiye Mirasçılık Belgesi Verilmesi İle İlgili Dava
Mirasçılık Belgesinin İptali Ve Yeni Mirasçılık Belgesi Verilmesi İle İlgili Dava
Mirasın Reddi Halinde Mirasçılık Belgesi Verilmesi Davası İle İlgili Dava
Terekenin Mevcudunun Tespiti İle İlgili Dava
Mirasçılık Belgesi Verilmesi Davası Mirastan Yoksunluğun Tespiti İle İlgili Dava
Terekenin Korunmasına İle İlgili Dava
Mirası Denkleştirme Ve Tereke İade İle İlgili Dava
Terekenin Resmi Defterinin Tutulması İle İlgili Dava
Miras Sözleşmeler İle İlgili Dava
Mirasın İflas Hükümlerine Göre Tasfiyesinin Yapılması İle İlgili Dava
Alacağın Tereke Masasına Kayıt Ve Kabulü İle İlgili Dava
Alacaklıların Mirasın Reddinin İptaline İle İlgili Dava
İflas İdaresinin Mirasın Reddinin İptali İle İlgili Dava
Mirasçının Gaipliğine Karar Verilmesi İle İlgili Dava
Miras Bırakanın Gaipliğine Karar Verilmesi Davası Gaiplik Ve Malvarlığının Hazineye İntikali İle İlgili Dava
Mirasın Paylaştırılması Yoluyla Ortaklığın Giderilmesi İle İlgili Dava
Miras Ortaklığına Temsilci Atanması İle İlgili Dava
Tapu Kütüğündeki Kişi İle Miras Bırakanın Aynı Kişi Olduğunu Tespiti İle İlgili Dava
Miras Hukukunda Terekeye Dâhil Aile Konutunun Sağ Kalan Eşe Özgülenmesi İle İlgili Dava
Miras Sözleşmesinin Ortadan Kaldırılması İle İlgili Dava
Borçlu Olan Mirasçıya Kayyım Atanması İle İlgili Dava
Miras Taksim Sözleşmesinin İptali İle İlgili Dava
Tereke Borcundan Dolayı Mirasçıların Müteselsil Sorumluluğu İle İlgili Dava
Mirasın Paylaştırılması Talebi İle İlgili Dava
Vasiyetnamenin Açılmasına Dair Yabancı Mahkeme Kararının Tanınması Ve Tenfizi İle İlgili Dava
Tereke Borcunu Ödeyen Mirasçının Diğer Mirasçılara Rücu Etmesi İle İlgili Dava
Miras Payının Temlikinden Doğan Dava Vasiyetnamenin Açılması Ve İlgililere Okunmasına İle İlgili Dava
Belirli Mal Vasiyetinin Yerine Getirilmesi İle İlgili Dava
Mirasın Paylaşılmasından Sonra Tereke Borcundan Dolayı Mirasçının Sorumluluğu İle İlgili Dava
Mirasın (Terekenin) Borca Batık Olduğunun Tespiti İle İlgili Dava
Vasiyetnamenin İptali İle İlgili Dava
Mirasın Resmi Defterinin Tutulması İle İlgili Dava
Vasiyetnamenin İfası İle İlgili Dava
Ön Mirasçı, Art Mirasçı Atanması İle İlgili Dava
Mirastan Feragat Sözleşmesinin Geçersizliğinin Tespiti İle İlgili Dava
Mirasın Mirasçılar Tarafından Gerçek Reddi İle İlgili Dava
Yakın Mirasçılarca Mirasın Reddi Halinde Mirasın Tasfiye Edilmesi İle İlgili Dava
Mirasın Reddi Kararının İptali İle İlgili Dava
Mirasçılıktan Çıkarma Tasarrufunun İptali İle İlgili Dava
Veraset İlamı ( Mirasçılık Belgesi ) İle İlgili Dava
Mirasçılık Belgesinin ( Veraset İlamının ) İptali İle İlgili Dava
Terekenin Tespiti Davası İle İlgili Dava
Ortaklığın Giderilmesi ( İzale-İ Şüyu ) İle İlgili Dava
Vasiyetnamenin İptali İle İlgili Dava
Muris Muvazaası İle İlgili Dava
Çekişmesiz Yargı İşlerinden Doğan Miras İle İlgili Dava
Mirastan Mal Kaçırma İle İlgili Dava
Tenkis İle İlgili Dava
Denkleştirme İle İlgili Dava
Miras Sebebiyle İstihkak İle İlgili Dava
Miras hukuku ile ilgili olan bu davalarla ilgili danışma ve avukatlık hizmeti ile Miras Avukatları ilgilenir. İzmir’de miras avukatı arayışınız vakit kaybetmeden hukuk ofisimizden destek alın.
Miras bırakan kişilerin çeşitli sebeplerle kendisine miras kalacak olan kişilerden mal kaçırması İle ilgili durumların olması mümkündür. Bu mal kaçırma olayı mira bırakanların aslı niyetlerini açıkça belli etmeden yaptıkları işlemler ile ortaya çıkar. Bununla birlikte miras bırakan kişi ve sözleşmenin karşı tarafı olan kişinin görünürde bir sözleşme yapması durumu söz konusudur fakat bu sözleşmenin arka yüzünde farklı niyetler içeren başka bir sözleşmenin gizlenmesi ile mal kaçırmanın mevcudiyetinden bahsedebiliriz. Bu durum Muris muvazaası olarak adlandırılır. Muris muvazaası terimi Yargıtay’ın İçtihatları ile birlikte ortaya çıkmıştır. Miras bırakan kişilerin bu tür muvazaalı işlem yapmalarının bazı sebepleri vardır. Bu kişileri bu işleme iten nedenler onları bu duruma sokmaktadır. Miras bırakanın muvazaalı işlem yapmaya iten nedenleri örnek olarak bazı durumlar verilebilir. Miras bırakan kişinin erkek çocuklarını kız çocuklarından üstün tutması, İkinci veya üçüncü eş durumunun söz konusu olması, muhtaç durumda bulunan mirasçının lehine bir miras bırakma işlemi amacı taşınması bununla birlikte bazı psikolojik nedenler de miras bırakan kişinin muvazaalı işlem yapmasına sebep olan nedenleri oluşturabilir. Miras bırakan kişinin yaptı muris muvazaasındaki amaç mirasçı olan kişileri miras hakkını alamamasını sağlamaktır. Miras bırakan kişi vefatına yakın bir zaman içerisinde mallarından istediği kadarını mirasçı olan kişilerden birine ya da birkaçına bağışlar. Fakat bu başlamayı mirasçı olan kişilerden biriyle ya da birkaçı ile yapmış olduğu satış sözleşmesi içerisine gizler. Bu yolla diğer mirasçıların mirastan hak alamaması amacını güder.
Muris Muvazaası Nedir?
Muvazaa bir hukuki ilişki içerisinde yer alan tarafların üçüncü kişileri aldatma niyetiyle gerçek iradeleri ile uygun olmayan ve kendi içerilerinde hüküm ve sonuç doğurmayan Bir görünüş yaratmak konusunda yapmış oldukları gizli anlaşmaya denir. Muvazaa kelimesi dilimize Arapçadan gelmektedir. Arapça kökenli olan bu kelime ‘danışıklık ’anlamına gelir. Muvazaa ile üçüncü kişilerin aldatılması için kişilerin gerçek iradelerine uymayan anlaşmaların varlığı söz konusudur. Muvazaa için kişilerin kendi iradelerini de kendi istekleriyle meydana getirdikleri uygunsuzluktan bahsetmek mümkündür. Taraf olan kişiler kendi gerçek iradelerine uymayan görünürde yer alan bir sözleşme için anlaşırlar. Bunun sonucunda her iki tarafta iradeleri ile beyan arasındaki tutarsızlığın farkındadır. Muvazaanın varlığı söz konusu olduğunda görünürde yer alan işlem muvazaa sebebiyle geçersiz olur. Muvazaalı olarak yapılan bir sözleşmenin taraf olan kişilerin iradesinin de muvazaalı işlemin meydana gelmemesi yani hüküm ve sonucun oluşmaması durumu söz konusudur. Sonuç olarak görünürde olan sözleşme geçersiz olur. Bu geçersizliğini türünün kesin hükümsüzlük olduğu söylenebilir. Böylece muvazaalı sözleşme başından itibaren geçersiz olur. Muvazaalı sözleşmenin ileri sürülmesi içinde bir zamanaşımı süresinden bahsedilemez. Muvazaalı sözleşme ile ilgili olan geçersizliğin kişiler tarafından her zaman ileri sürülmesi mümkündür. Muvazaalı sözleşmenin geçersizliği söz konusu olduğundan sözleşmenin tarafları içinde bir alacak ve borçtan söz etmek mümkün değildir. Muvazaalı sözleşmenin arkasında yer alan gizli sözleşme tarafların gerçek iradeleriyle kurulduğu ve tarafların bu gerçek iradelerine uygun olduğu için eğer kanun içerisinde düzenlenmiş olan geçerlilik unsurlarını taşıyor ise geçerlidir. Muvazaalı sözleşme arkasında yapılmış olan gizli sözleşme hukuka ve ahlaka aykırı olmamalıdır ve konusunun da imkânsız olmaması gerekir. Eğer hukuka ve ahlaka aykırı bir gizli sözleşmenin mevcudiyeti söz konusu ise bu sözleşmenin geçerliliğinden bahsedilemez. Bununla birlikte sözleşmenin sakatlanmış olmaması gerekir. Muvazaalı işlem arkasında yapılan gizli sözleşme aldatma korkutmak gibi veya aşırı yararlanma gibi sebepler nedeniyle sakatlanmış olmamalıdır. Muvazaalı işlem arkasında yapılmış olan gizli sözleşmenin sadece muvazaalı işlem ile yapılmış olması onun geçersiz olduğu anlamına gelmez. Yani gizli sözleşmenin muvazaalı işlem ve birlikte yapılmış olması onun doğrudan geçersiz sözleşme niteliği taşıması sonucunu doğurmaz.
Muris muvazaası miras bırakacak olan kişinin mirasçısına miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile yapmış olduğu kazandırmaları satış gibi göstermiş olmasıdır. Miras muvazaasında miras bırakan kişinin lehine tasarrufta bulunulan karşı taraf ile mirasçılardan mal kaçırmak niyetiyle aralarında gizli anlaşma yaparlar. Maurice muvazaası ile bir nispi muvazaa türü oluşturur. Muris muvazaası içerisinde miras bırakan kişi gerçekten sözleşmeyle kendisine ait olan malı devretme niyeti taşır. Sadece miras bırakan kişi mirasçısı olan diğer kişilerin miras hakkından yoksun bırakmak için asıl amacını gizlemiş olur. Muris muvazaasını örnek olarak kız çocuklarına mal bırakmak istemeyen bir miras bırakanın erkek çocukları üzerine tapuda işlem yapmasından bahsedilebilir. Örneğin kendisine ait evi bulunan bir baba saklı paylı mirasçıları olan kızlarından mal kaçırmak için bu tarlasını oğluna bağışlamış olduğu halde tapuda sanki ona satmış gibi işlem yapar. Bu işlem muris muvazaasını oluşturur. Muris muvazaasından söz edilebilmesinin mümkün olabilmesi için devri yapılmış olan taşınmazın mutlaka tapu üzerinde kayıtlı bir taşınmaz niteliği taşıması gerekir. Eğer bu taşınmazların tapusu yok ise Zilyetlik Devredilerek yapılmış olan satışın muvazaalı olduğu gerekçesiyle iptalini istenmesi mümkün değildir. Eğer bir taşınmaz tapusuz ise bu taşınmazın taşınır mal niteliği taşıdığından bahsedilebilir. Bu sebeple satış sözleşmesinin bağışlama arkasına gizlenmiş olması durumunda hakkın devri ilişkin sözleşme bir şekil şartına bağlı olmaması sebebiyle geçerli olur. Bunun sebebi taşınır malların satışı ve zilyetliğinin devri ile ilgili olarak kanun üzerinde bir geçerlilik şartının öngörülmemiş olmasıdır.
Muris Muvazaası İçin Hangi Unsurlar Gerekir?
Muris muvazaası içerisinde görünüşteki işlem ve gizli işlemin mevcudiyeti söz konusudur. Muris muvazaasını nitelikli bir muvazaa olduğu söylenebilir. Muris muvazaasının unsurları ile ilgili olarak görünürdeki işlem, gizli işlem muvazaa anlaşması ve mirasçıları aldatma kastının varlığından bahsedilebilir.
Öncelikle görünürdeki işlem ile ilgili açıklamalar yapmak mümkündür. Görünürdeki işlem taraf olan kişilerin gerçek iradelerine uygun olarak yapmayı amaçladıkları işlem değildir. Görünürdeki işlem taraf olan kişilerin kendi aralarında yapmış oldukları anlaşma ile ilgili olarak hüküm ve sonuç doğurmayacak olan sözleşmeyi oluşturur. Sözleşmelerin geçerli olmasının mümkün olabilmesi için taraf olan kişilerin irade beyanlarının birbiriyle uyumlu olması gerekir. Fakat Maurice muvazaası içerisinde miras bırakacak olan kişi ve sözleşmenin karşı tarafın iradesi muvazaalı işlemin meydana gelmemesi konusunda birbirine uygundur. Bunun sonucunda görünürdeki işlem geçersiz olur. Muris muvazaasının unsurları içerisinde bir diğer durum ise gizli işlemdir. Gizli işlem Miras bırakacak olan kişi ve sözleşmenin karşı tarafının yapmış oldukları görünürdeki sözleşme arkasına sakladıkları ve kendi aralarında yaptıkları bunun ile hüküm ve sonuç doğurmamasını arzuladıkları sözleşmedir. Gizli işlemde görünürdeki sözleşmenin aksine taraf olan kişilerin irade ve beyanları arasında uyumun mevcudiyeti söz konusudur. 6098 sayılı Türk Borçlar kanunu 19. maddesinde sözleşmelerin yorumu ve muvazaalı işlemler ile ilgili hükümler açıklanmıştır. Bu hükümlere göre bir sözleşmenin türünün ve bu sözleşmenin içeriğinin belirlenmesinde ve yorumunun yapılmasında taraf olan kişilerin yanlışlıkla ya da gerçek niyetlerini gizlemek amacıyla kullandıkları sözcükler göz önünde bulundur olmaksızın bu kişilerin gerçek ve ortak iradeleri esas alınır. Borçlu olan kişi yazılı bir borç tanınmasına güvenmesi ile alacağı Kazanmış olan üçüncü kişiye karşı bu işlemin muvazaalı olduğu ile ilgili savunmada bulunması mümkün değildir.
6098 sayılı Türk Borçlar kanunun 19. maddesinde yer alan bu hükümler esas alındığı için miras bırakan kişinin mi sözleşmenin karşı tarafını oluşturan kişinin arasında yapılmış olan bu gizli işlem tarafların gerçek iradeleri ile uyumlu olması sebebiyle geçerlidir. Tabi geçerli olması için kanun içerisinde düzenlenmiş olan şekil şartlarını yerine getirmiş olması gerekir.
Muris muvazaası içerisinde yer alan unsurlardan bir diğeri ise muvazaa anlaşmasıdır. Muvazaa anlaşması Miras bırakan kişi ile sözleşmenin karşı tarafı oluşturan kişinin muvazaalı İşlemi mirasçı olacak kişileri aldatma niyetiyle yaptıkları ve kendi aralarında da bu sözleşmenin hüküm ifade etmeyeceği konusunda birleştikleri anlaşmadır. Muvazaa anlaşması içerisine taraf olan kişilerin bu muvazaayı kararlaştırmış olmaları gerekir. Muvazaa anlaşması sözleşmeyi yapan tarafların arasında bu kişilerin istekleri doğrultusunda gerçekleşir. Muris muvazaasında taraflar arasında yapılmış olan anlaşma için bir şekil şartı yoktur. Yani muris muvazaasında tarafların yapmış oldukları anlaşma şekle tabi değildir. Bu anlaşmanın yazılı yapılabileceği gibi sözlü yapılması da mümkündür. Muvazaa anlaşmasının görünürdeki işlemden daha sonra yapılması mümkün değildir. Muvazaa anlaşmasının görünürdeki işlem ile aynı anda yapılması mümkündür. Bununla birlikte muvazaa anlaşması görünürdeki işlemden daha önce de yapılabilir. Ancak muvazaa anlaşmasını görünürdeki işlemden sonra yapılması mümkün değildir. Muvazaa içerisinde taraflar anlaşma ile ilgili olarak uyuşmaları gerekir. Muvazaa anlaşması gizli sözleşme içerinden yer alıyormuş gibi görünse de muvazaa anlaşması gizli sözleşmeden bağımsızdır. Burada taraflar görünüşteki sözleşmenin hükmü ve sonuçlarının kendi içerilerinde uygulanmayacağı konusunda birleşirler. Bununla birlikte taraflar görünüşteki sözleşmenin hüküm ve sonuçlarının kendi içerilerinde uygulanmamasıyla birlikte gizli sözleşme hükümlerinin kendi aralarında hüküm ve sonuç meydana getireceği ile ilgili olarak anlaşmaya varılır.
Muris muvazaası ile ilgili unsurlar içerisindeki bir diğer unsur da mirasçıları aldatma kastıdır. Muris muvazaasının ortaya çıkabilmesi için miras bırakan kişi ve sözleşmenin karşı tarafında yer alan kişinin sözleşmenin asıl amacını mirasçı olan kişilerden saklayarak onları aldatma kastı içerisinde olmaları gerekir. Muvazaaya dayalı olan sözleşmenin yapılmış olduğu sırada miras bırakan kişinin mal kaçırma niyeti mirasçısı olan kişinin veya mirasçısı olan kişilerin bulunması aldatma kastının gerçekleşmesini sağlar. Mirastan mal kaçırma kastının bulunmaması ile doğrudan bir taşınmazın devri yerine Muris olan kişinin lehine kazandırmada bulunma niyetinde olduğu kimsenin üçüncü kişiden satın almış olduğu taşınmazın bedelini ödemesi halinde muvazaa söz konusu olmaz. Ancak yapılmış olan bu bağışlama için saklı paylı mirasçılar tenkis hükümlerine gidebilir.
Muris Muvazaası Davası Nedir?
Maurice muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davasını saklı payı olup olmadığı önemli olmaksızın dava açmak için hukuki çıkarı bulunan tüm mirasçıların dava açma hakkı vardır. Mirasçı olan kişiler yasal, mirasçı iradi mirasçı olabilir. Bununla birlikte mirasçıların evlatlıklar olması da mümkündür. Değinilmesi gereken bir önemli nokta da Muris davasına dayalı tapu iptal ve tescil davasını açması mümkün olmayan kişilerdir. Muris davasına dayalı tapu iptal ve tescil davasını açma hakkı bulunmayan kişilerde vardır. Mirası reddetmiş olan kişiler, miras hakkından feragat etmiş olan kişiler, mirastan çıkarılmış olan kişilerin bu davayı açma hakkı bulunmamaktadır. Dava açma hakkı mirasçı olan kişinin kendisine ait olan bir haktan meydana gelir. Bunun sonucu olarak dava açan mirasçı kişiler tereke iştirak durumunda olsa bile pay oranında tapu iptal mi tescil isteme haklarına sahiptirler.
Bu davanın taraf olan kişilerin iradeleri esasında bağışlama olmasına rağmen işlemi satış olarak gösteren miras bırakan ile bunu devir alan alıcıya karşı açılması mümkündür. Muris muvazaasında İşlemin tarafı olmayan, bu işlemin muvazaalı olduğunu bilmesi ile işbirliği içerisinde kötü niyetle taşınmaza sahip olan üçüncü kişi dava içerisinde davalı sıfatı taşıması mümkündür. Miras bırakan kişi para bağışında bulunmuş ve miras bırakan kişinin bağışta bulunmuş olduğu bu para ile de bağışta bulunulan kişi taşınmaz satın almış ise bağışta bulunulan kişi aleyhine dava açılması mümkün olmayabilir.
Muris muvazaası davası içerisinde mirasçı üçüncü kişi olarak hareket eder. Mirasçı olan kişinin her delile başvurma hakkı vardır. Uyuşmazlığın niteliğine göre banka hesapları, tapu kayıtları, vergi makbuzları, elektrik, su, doğalgaz Makbuzları, tanık, bilirkişi incelemesi gibi delillerin davada gösterilmesi mümkündür. Muris muvazaası davasının miras bırakan kişinin vefatından sonra açılması mümkündür. Muris muvazaası davası içerisinde Zaman aşımından ve hak düşürücü süreden bahsedilemez. Yani bu dava için hak düşürücü süre ve zamanaşımı süresi yoktur.
Muris Muvazaasına Dayalı Tapu İptal ve Tescil Davası Nedir?
Bu dava miras bırakan kişinin yapmış olduğu temlikler hakkında açılır ve açılan bu dava tereke ilgilendirir. Davacı olan kişilerin davayı tek başına açmaları mümkündür. Muvazaa nedeniyle tapu iptal davasında dava taşınmazın bulunmuş olduğu yerdeki asliye hukuk Mahkemesinde görülür.
Muvazaa sebebiyle geçersiz sözleşmeye dayanılması ile bir taşınmazın tapuda temliki yapılmış ise bu tescil Yolsuz bir tescil hükmü taşır. Tapuda yapılmış olan temlik ve tesciller illi işlemlerdir. Bu yüzden tapunun dayanağı olan sözleşme geçersiz ise topu kaydının iptali gerekir. 4721 sayılı Türk medeni kanunun Yolsuz tescil ile ilgili olan hükümlerinde bunu ile ilgili düzenleme yer almaktadır. Bir ayni hak yolsuzluk olarak tescil edilmiş ya da bir tescil Yolsuz olarak terkin olunmuş veya değiştirilmiş ise bundan dolayı ayni hakka zedelenmiş olan kişiler topu sicilinin düzeltilmesine dava etme hakkına sahiptirler. İyi niyetli olan üçüncü kişilerin bu tescili dayanması ile kazanmış oldukları ayni haklar ve her türlü tazminat talepleri saklıdır.
4721 sayılı Türk medeni kanunu hükümlerine göre tapunun dayanağı olan sözleşme geçersizse tapu kaydının iptali gerekir. Muvazaanın mevcudiyeti ile ilgili olarak iddiada bulunan taraf ya da bunların halefi sıfatı ile hareket eden kişi muvazaanın varlığı ile ilgili olan iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eğer senede bağlı bir sözleşme söz konusu ise muvazaanın var olduğu iddiası sadece yazılı delil ile kanıtlanabilir. İzmir miras avukatı için bizi arayın.
Tenkis Nedir?
Miras bırakan kişilerin kendisine mirasçı olacak kişilerinin kanunca korunmuş olan saklı paylarını aşan bir şekilde ölüme bağlı ve sağlar arası kazandırma yapmış olması mümkündür. Kanun saklı payı olan mirasçı kişilerin payını koruma altına almıştır. Kanun tarafından sağlanan bu korumaya rağmen miras bırakan kişinin mirasçıların saklı paylaşan tasarruflarının ya da kazandırmalarının kendiliğinden hükümsüz hale gelmesi mümkün değildir. Bu yüzden saklı paylı mirasçıya dava hakkı tanınmıştır. Tenkis saklı olan payın ihlal edilmesinin bir yaptırımı olarak ortaya çıkar.
Miras bırakan kişi tarafından yapılmış olan ölüme bağlı ya da sağlar arası kazandırmalarının mirasçı olan kişilerin saklı payını aşması durumunda bu saklı payın aşmış olduğu oranda indirilmesini sağlayan tenkistir.
Kanunumuzda saklı payı olan mirasçılar sayılmışlardır. Bu saklı pay olan mirasçılar kendilerine miras bırakacak olan kişinin tasarruf özgürlüğünü aşarak saklı payları ihlal etmiş olan kazandırmalarının İndirilmesi talebinde bulunabilirler. Miras bırakan kişinin tasarruf oranının aşan kazandırılmalarının indirilmesi talebini saklı payı olan mirasçıların istemeleri için tenkis davası açmaları gerekir. Miras bırakan kişinin tasarrufunu aşan kazandırılmalarının indirilmesi için tenkis talebinde bulunulduğunda miras bırakan kişinin yapmış olduğu işlemler mirasın açılmış olduğu tarih itibari ile geçmişe etki bırakacak şekilde kısmen ya da tamamen geçersiz hale gelir. Böylece miras bırakan kişinin kazandırmaları saklı paylı mirasçının saklı payı oranında indirilmesi ile miras bırakan kişinin kurmuş olduğu işlem üzerinde değişiklik ortaya çıkar. Bundan dolayı da tenkis davasının yenilik doğuran bir dava olduğu söylenebilir. Miras bırakan kişinin yapmış olduğu kazandırma tenkis davası suretiyle saklı payı ihlal etmiş olduğu oranda kısmen hükümsüz olması mümkündür. Böyle bir durumda değiştirici yenilik doğuran davanın mevcudiyetinden söz edilmesi mümkündür. Tenkisi talep edilmiş olan kazandırmanın tamamen hükümsüz olması durumunda bozucu yenilik doğuran davanın mevcudiyetinden söz edilir.
Tenkis davasının mirasçı kişiler tarafından açılmasının mümkün olabilmesi için miras bırakacak kişinin ölmüş olması durumu söz konusu olması gerekir. Eğer miras bırakan kişi hayatta ise saklı paylı mirasçıların kendilerinin saklı paylarının ihlal edildiği nedeniyle tenkis davası açmaları mümkün değildir.
4721 sayılı Türk medeni kanunun tenkis davası başlığı altında tenkis davası ile ilgili olan hükümlere yer verilmiştir. 4725 sayılı Türk medeni kanununun bu hükümlerinde tenkis davasının koşullarından tenkis davasının hükümlerinden, tenkis davasında sıradan ve tenkis davasında hak düşürücü sürelerden bahsedilmiştir.
Tenkis davasının koşulları ile ilgili olarak saklı paylı mirasçılar lehine kazandırmalardan ve mirasçının alacaklarının haklarından bahsedilebilir. Saklı paylarının karşılığını alamamış olan mirasçı kişiler miras bırakan kişinin tasarruf edebileceği kısmı aşmış olan tasarruflarının tenekesini dava etme hakkına sahiptirler. Yasal mirasçı olan kişilerin paylarını ilişkin olarak tasarrufta yer alan kurallar miras bırakan kişinin isteğinin başka türlü olduğu eğer tasarruftan anlaşılmıyor ise yalnızca paylaştırma kuralları sayılır.
Saklı pay sahibi mirasçı olan kişilere ölüme bağlı Tasarruf ile yapılmış olan ve tasarruf edilebilmesi mümkün olan kısmı aşan kazandırmaların saklı pay sahibi mirasçıların saklı paylarını aşan kısmı oran mevcut olacak şekilde tenkis içerisine tabi olur. Eğer tenkise tabi olan birden fazla ölüme bağlı Tasarruf var ise saklı pay sahibi mirasçı kişiye yapılmış olan kazandırmanın saklı payı aşan kısmı ile saklı pay sahibi olmayan kişilere yapılan kazandırmalar içerisinde oran olacak şekilde tenkis edilir.
Mirasçı olan kişilerin alacaklılarının haklarından da bahsetmek mümkündür. Miras bırakan kişi tasarruf edebilmesi mümkün olan kısmı aştığı zaman saklı payı zedelenen mirasçı kişinin İflas gibi bir durum söz konusu olursa iflas dairesinin ya da mirasın geçtiği zamanda kendisine karşı ellerinde ödemeden aciz belgesi yer alan alacaklı olan kişilerin ihtarına rağmen tenkis davasını açmaz ise Bu alacaklı olan kişiler ya da iflas dairesi alacaklarını elde edebilmek için gerekli olan oranda ve mirasçı olan kişiye tanınmış olan süre içerisinde tenkis davası açması mümkündür. Eğer mirasçılıktan çıkarılmış olan kişi mirasçılıktan çıkarma tasarrufuna itiraz etmez ise iflas dairesi ya da alacaklı olan kişiler aynı koşullar ile tenkis davası açma hakkına sahiptirler.
Tenkis davasının hükümleri ile ilgili bölünmez mal vasiyetinden, sağlar arası kazanımlardan hayat sigortalarından intifa hakkı veya irat bakımından art mirasçı bakımından bahsedilebilir. Tenkisin nasıl yapılacağı kanuni hükümlerinde açıklanmıştır. Tenkis miras bırakan kişinin isteğinin farklı oldu yapmış olduğu tasarruftan anlaşılmıyorsa mirasçı bir kişinin atanması suretiyle ya da diğer bir ölüme bağlı Tasarruf ile elde edilen kazandırmaların tümünde orantılı bir şekilde yapılır. Elde etmiş olduğu kazandırma ölüme bağlı Tasarrufa bağlı olan kişi eğer bir takım vasiyetleri yapma ile yükümlülüğü altına girmiş ise Kazandırmanın tenkise tabi tutulması durumunda Bu kişi miras bırakan kişinin isteğinin farklı olduğu tasarruf üzerinden anlaşılmıyorsa vasiyet borçlarının da aynı oran ile tenkis edilmesi talebinde bulunabilir.
Tenkis davasının hükümlerinde bölünmez mal vasiyeti içerisindeki durumlardan söz etmek mümkündür. Değerinde bir azalış ortaya çıkmadan bölünmesi mümkün olmayan belirli bir mal vasiyeti tenkis içerisine tabi ise vasiyet alacaklısı olan kişi eğer isterse tenkisi gerekli olan kısmen değerini ödemek şartı ile malın verilmesini isterse de tasarruf edilmesi mümkün olan kısmın değerini karşılayacak olan parayı talep edebilir. Tasarrufa konu olan malın vasiyet Alacaklısı olan kişi de kalması halinde malın tenkis nedeniyle vasiyet borçlusu olan kişiye verilmesi gereken, aksi durumunda tasarruf oranı içerisinde kalan kısmının karar günündeki değerinin para şeklinde ödetilmesine karar kılınır. Buradaki kurallar saldırırsa kazandırmaların tenkisi içerisinde de uygulama bulur.
Tenkisin hükümleri içerisinde bir diğer durum de sağlar arası kazandırmalardı. Sağlar arası kazandırmalar içerisinde tenkise tabi kazandırmalar ve geri verme borcundan bahsedilebilir. Bazı karşılıksız kazandırmalar ölüme bağlı Tasarruflar gibi tenkise tabi olurlar. Bu kazandırmalar kanunu kimleri içerisinde yer almaktadır. Miras bırakan kişinin mirasçılık sıfatını kayıp etmiş olan yasal mirasçıya miras payına mahsuben yapmış olduğu saldırı arası kazandırmalar, Geri verilmemesi şartı ile altı soyuna mal varlığına devrin ya da borçtan kurtarma suretiyle yapmış olduğu kazandırmalar ya da alışılmışın dışında verilmiş olan çeyiz ve kuruluş sermayesi tenkise tabiidir. Miras haklarının vefatından önce tasfiyesi amacıyla yapılmış olan kazandırmalar tenkise tabiidir. Miras bırakan kişinin serbest olarak dönme hakkını saklı tutmak şartıyla yapmış olduğu bağışlamalar ve miras bırakan kişinin ölümünden önce bir yıl içerisinde adet üzere verilmiş olan hediyeler haricinde yapmış olduğu bağışlamalar tenkise tabiidir. Miras bırakan kişinin saklı pay kurallarını etkisiz kılma niyetiyle yapmış olduğu açık olan kazandırmalar tenkise tabi olur.
Sağlar arası kazandırmalar ile ilgili bir diğer durum da geri verme borcudur. Kendisine tenkise tabi olan bir kazandırma yapılmış olan kişi eğer iyiniyetli ise yalnızca mirasın geçtiği anda kazandırmadan elinde kalan kısmı geri verme yükümlülüğü altındadır. Eğer bu kişi iyi niyetli değilse iyi niyetli olmayan zihniyetin geri verme borcu ile ilgili olan hükümlere göre yükümlülük altına girer. Miras sözleşmesi ile elde etmiş olduğu kazandırma tenkise tabi olan kişi bu kazandırma için miras bırakan kişi vermiş olduğu karşılığın tenkis ile oranla olabilecek bir şekilde geri verilmesi talebinde bulunma hakkına sahiptir.
Tenkis in hükümlerinde bir diğer durumda hayat sigortalarıdır. Miras bırakan kişinin kendi ölümün de ödenmesi şartıyla üçüncü kişi lehine hayat sigortası yapmış olduğu ya da böyle bir kişiye lehtar olarak sonra belirlemiş ise ya da sigortacıya karşı olan talep hakkını sağlar arası veya ölüme bağlı Tasarruf ile karşılıksız olacak şekilde Üçüncü kişi devretmiş olduğu durumda Sigorta alacağının miras bırakan kişinin ölümü zamanında yer alan satın alma değeri tenkise tabidir.
Tenkis hükümleri ile ilgili durumlardan biri de intifa hakkı veya irat bakımındandır. Miras bırakan kişi tahmin edilmiş olan devam sürelerine göre sermayeyi çevrildikleri takdirde tasarruf edilmesi mümkün olan kısmı aşan intifa hakkı ya da ret borcu ile terekesini yükümlü kılar ise Miras bırakan kişinin mirasçıları intifa hakkının ya da irat borcunun tenekesine veya tasarruf edilmesi mümkün olan kısmı vermek şartıyla bu yükümlülüğün kaldırılması talebinde bulunma hakkına sahiptirler.
Tenkisin hükümleri ile ilgili olan bir diğer durum ise art mirasçı bakımındandır. Eğer mirasçı olan kişinin mirası art mirasçıya geçirme yükümlülüğü ile saklı payı zedelenir ise aşan kısmın tenkisini talep etme hakkına sahiptir.
Tenkis davası ile ilgili olan koşullardan hükümlerden bahsettik. Tenkis ile ilgili olan düzenlemelerden biri de tenkiste sıradır. Tenkis saklı payın tamamlanmasına kadar ilk olarak ölüme bağlı Tasarruflardan eğer bu yeterli olmaz ise en yeni tarihli olandan en eski tarihli olana kadar geriye gidilerek sağlar arası kazandırmalardan yapılır. Eğer kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernek ve vakıflara yapılmış olan ölüme bağlı Tasarruflar ve saldırısı kazandırmaların mevcudiyeti söz konusu ise bunların tenkisi en son sırada yer alır.
Tenkis davası ile ilgili olarak kanun içerisinde düzenlenmiş bir diğer durum hak düşürücü sürelerdir. Tenkis davasını açma hakkı hak düşürücü süreye bağlanmıştır. Mirasçı olan kişilerin saklı paylarının ihlal edildiğini öğrenmiş oldukları tarih itibarıyla bir yıl ve herhalde vasiyetnamelerde açılma tarihinin diğer tasarruflar da mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmesi ile sahip olunan tenkis davası açma hakkı düşer. Eğer bir tasarrufun iptal edilmesi ile bu tasarruftan öncekinin yürürlüğe girmesi mümkün olursa süreler iptal kararının kesinleşmesi tarihinde işlemeye başlar. Miras avukatı İzmir’de bulmak için miras hukuku ofisimizle iletişime geçin.
Tenkis Davası Nedir?
Tenkis kelime anlamı ile azaltma eksiltmeye karşılık gelir. Miras hukukunda tenkis ise murisin yani miras bırakacak olan kişinin yapmış olduğu tasarrufta saklı payı ihlal edilmiş olan mirasçı kişi tarafından tasarrufun saklı pay oranında indirilmesinin mümkün olmasını sağlamak amacıyla açılabilen dava adıdır. 4721 sayılı Türk medeni kanunu içerisinde de tenkis davasına yer verilmiştir.
Tenkis Davasının Özellikleri Nelerdir?
Tenkis davası miras bırakan kişinin saklı paylarına zarar veren ölüme bağlı ya da sağlar arası kazandırmalarının yasal sınıra çekilmesi amacı güden geriye etkili olan yenilik doğurucu bir davadır.
Tenkis davasında ilk olarak miras bırakan kişinin ölüme bağlı ya da sağlanırsa bir kazandırma işlemi ile saklı pay sahibi kişilerin haklarına zarar vermesi gerekir. Böyle bir zararın mevcudiyeti söz konusu olduğunda tenkis davası için öncelikli şartın yer aldığından söz etmek mümkündür. Miras bırakan kişinin mirasçılarının saklı paylarına zarar verdiğinden bahsedilebilmesi için kazandırmaya konu olan tereke ile kazandırma dışında yer alan terekenin tamamen bilinmesi gerekir. Tereke kişilerin ölümünden sonra geriye bıraktıkları maddi mal varlıkları ile Bu kişilerin borçlarının tamamıdır. Terekeyi Ölen kişinin mirası olarak tanımlamak da mümkündür. Tereke para araba alacak hakkı ev işletme gayrimenkul gibi mal varlığı değerleridir.
Miras bırakan kişinin borçları yani murisin borçları bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bir aylık nafakası terekenin defterinin tutulması cenaze masrafları mühürlenmesi ve benzeri giderler terekenin pasifini oluşturur. Miras bırakan kişinin ölüm tarihinde geride bırakmış olduğu Malvarlığı kıymetleri ile tenkis ve iade içerisinde yapmış olduk kazandırmalar terekenin aktifini oluşturur. Aktifin içerisinden belirtilmiş olan borçların indirilmesi ile de net tereke ortaya çıkar.
Tehlikenin tespitinin yapılmasından sonra mirasın açılmış olduğu tarihteki fiyatların göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılmasıyla parasal miktarın saptanması gereklidir. Tasarruf oranında aşınma söz konusu ise yapılan Tasarrufun özelliğine göre gerekirse kazandırma işleminde saklı paylara zarar verme kastının Yer alıp almadığı değerlendirilerek belirlenir. Eğer tasarruf oranının aşan bir kazandırma söz konusuysa bu kesinlikle saklı payda zedeleme kastının mevcudiyetinin söz konusu olduğu anlamına gelmez. Tasarruf oranını aşmış olan her kazandırma saklı paya zarar verme kasti ile yapılmış değildir. Mutlak olarak tenkise tabi olan tasarruflar da ya da saklı payını ihlal kasının varlığının kesin olarak anlaşıldığında tenkis uygulanır.
Tenkis Davasında Hangi Mahkemeye Gidilir?
Tenkis davasında görevli olan mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Tenkis davası için yetkili mahkeme ise miras bırakan kişinin son yerleşim yerindeki mahkemedir.
Tenkis Davası İle Mirasta Denkleştirme Farkları Nelerdir?
Miras hukukunda denkleştirme miras bırakan kişinin mirasçı olan kişilere yapmış olduğu sağlar arası karşılıksız kazandırmalar sebebiyle mirasçı olan kişiler arasında eşitliğin var olmasını sağlar. Mirasta denkleştirme durumundan bahsedilmesinin mümkün olduğu zaman mirasçı olan kişi eşitliğin sağlanması için almış olduğu değerleri terekeye iade eder. Miras içerisinde denkleştirmenin savunabilmesi için bazı şartlar gereklidir. Miras içerisine denkleştirmenin sağlanması için gerekli olan bu şartlar kazandırmanın sağlar arası ve karşılıksız olması miras bırakan kişinin Malvarlığından çıkmış olması ve yasal mirasçı olan kişinin miras payına mahsuben yapılmış olması durumlarının varlığıdır. Kanun içerisinde verilen hükümlere göre denkleştirmeye tabi olan durumlardan bahsetmek mümkündür. Miras bırakan kişinin çeyiz ya da kuruluş sermayesi vermek veya bir mal varlığını devretmek ya da borçtan kurtarmak gibi karşılık almadan alt soyuna yapmış olduğu kazandırmalar eğer aksi durum miras bırakacak olan kişi tarafından açık bir şekilde Belirtilmediyse denkleştirmeye tabi olur. Bahsetmiş olduğumuz bu kazandırmalar miras bırakan kişinin denkleştirmenin dışında tutulmasıyla İlgili olarak bir irade açıklamasının olmaması şartıyla altsoy yapılmış ise denkleştirmeye tabiidir. Bununla birlikte altsoy dışında yer alan yasal mirasçı olan kişilere yapılmış olan kazandırmalarda Bu durum farklılık gösterir. Altsoy dışında yer alan bir mirasçıya yapılmış olan kazandırmanın denkleştirme içerisine tabi olmasının mümkün olabilmesi için miras bırakan kişinin denkleştirmeyi arzu etmiş olması gerekir.
Tenkis ile denkleştirme arasında birçok farklılıklar vardır. Tenkis tasarruf oranını aşmak ile saklı pay hakkını ihlal eden Kazandırmaların yasal sınıra çekilmesini sağlar. Ancak denkleştirme ise yasal mirasçılar lehine yapılmış olan sağlar arası karşılıksız kazandırmaların miras ortaklığına geri verilmesi sonucunda yasal mirasçı olan kişilerin mirastan alacakları payları elde etmesini sağlar. Denkleştirme mirasçı olan kişiler arasında eşitliğin varlığının söz konusu olmasını sağlama amacı gitmektedir. Tenkis ise saklı payların tamamlanması amacı gider tenkiste ise tasarruf oranı yasal sınıra çekilir. Denkleştirme tenkise göre daha geniş kapsamlıdır. Denkleştirme içerisinde kazandırmaların aynen ya da kazandırmaların değerlerine göre terekeye İade yapılması ve paylaştırılması durumu söz konusu olur. Bununla birlikte denkleştirmenin konusunu sadece saldırısı kazandırmalar oluşturur. Tenkisin konusunu ise sağlar arası kazandırmalar ve ölüme bağlı olan kazandırmalar oluşturur.
Tenkis yoluna giden kişiler sadece saklı paylı mirasçılar ya da şartları uyuyorsa onların alacakları ve iflas masasıdır. Diğer kişilerden mirastan saklı payı olmayan kişilerin tenkis davası açmaları mümkün değildir. Denkleştirme değilse böyle bir durum söz konusu değildir. Denkleştirme isteyebilmek için kişilerin saklı payının olmasına gerek yoktur. Yasal mirasçı olan tüm kişiler denkleştirme isteğinde bulunabilir. Bununla birlikte tenkisten farklı olarak mirasçı olan kişilerin alacaklıları ve iflas dairesinin denkleştirme talebinde bulunma olanakları yoktur.
Tenkis davası açıldığında davanın karşı tarafı kendi lehlerine saklı payı ihlal eden kişilerdir. Bu kişilerin mirasçı olabilmesi mümkündür bunun dışında üçüncü kişiler de olabilirler. Mirası denkleştirme durumunda denkleştirme ile yükümlü olan davalı kişiler sadece yasal mirasçılardır. Yani tenkis davasında üçüncü kişiler davalı taraf olabilirken denkleştirme halinde davalı taraf sadece yasal mirasçı olabilir. Bununla birlikte denkleştirme de taraf olamayan kişiler de vardır. Mirastan çıkarma mirasın reddi yoksunluk feragat ve benzeri nedenler ile mirasçılık sıfatını kaybetmiş olan mirasçı kişiler ve üçüncü kişiler denkleştirme içerisinde taraf konumunda olamazlar. Ancak bu kişilere karşı tenkis davası açılabilir.
Miras bırakan kişinin bazı özel durumlar dışında saklı payın üzerinde tasarrufta bulunamaz. Tenkis hükümleri emredici nitelikte hükümlerdir. Tenkis hükümlerinin emredici nitelikte olması sebebiyle bununla ilgili olan kuralların miras bırakanın kişinin iradesi ile değiştirilmesi durumu mümkün olmaz. Mirasa denkleştirme durumunda miras bırakan kişinin iradesi ile ilgili bir durum yoktur. Mirası denkleştirme ile ilgili olan kurallar emredici nitelikte kurallar değillerdir. Denkleştirme ile ilgili olan kurallar miras bırakan kişinin iradesini esas tuttuğundan miras bırakan kişi mirasçısı olan kişiyi denkleştirme ile sorumlu yapabilir. Bununla birlikte denkleştirme ile ilgili olan kurallarla miras bırakan kişi eğer isterse denkleştirme sorumlusu olan kişiye bu sorumluluktan kurtarabilme hakkına sahiptir.
Tenkis davası ile ilgili olarak Kanunumuzda hak düşürücü süreler düzenlenmiştir. Kanun hükümleri içerisinde bu hak düşürücü süreler bir ve on yıllık hak düşürücü süre olarak belirtilmiştir. Denkleştirme davasında işte Kanunumuzda bu davaya ilişkin olarak özel bir süre düzenlenmemiştir.
Denkleştirme istekleri ile tenkis istekleri Özel durumların mevcudiyeti haricinde birlikte ileri sürülmeleri mümkün olmaz. Bunun sebebi denkleştirme konusu Bir kazandırmanın tenkis içerisinde yer alabilmesi için denkleştirmeden kurtulmuş olması gereklidir. Denkleştirme isteğinin olduğu durumlarda tenkis isteğinde bulunmak anlamlı olmaz. Denkleştirme talebinde bulunacak olan mirasçı kişi yasal miras payını alma hakkına zaten sahiptir. İzmir miras avukatı için bize soru sorabilir ve danışmanlık alabilirsiniz.
Tenkis Davası İle İptal Davası Arasındaki Farklar Nelerdir?
Ölüme bağlı Tasarrufların hüküm ve sonuçlarını geçerli bir hal alabilmesi için bunların kanun hükümleri içerisinde düzenlenmiş olarak aranan şartlar ile uyumlu olması gerekir. Eğer ölüme bağlı tasarruflar kanun hükümleri içerisinde aranmış olan şartlar ile uyum içerisinde bulunmazsa bu ölüme bağlı tasarruflar hükümsüz olur. Kanun içerisinde ölüme bağlı Tasarrufların iptal sebepleri yer almaktadır. Bu iptal sebepleri şekil eksikliği, hukuka ve ahlaka aykırılık, irade sakatlıkları, ehliyetsizlik olarak kanunda yer alır. İptal davasının açılmasının amacı mirasçı olan kişilerin mirasçılık haklarının korunmasıdır. Mirasçı olan kişi iptale gittiği takdirde ölüme bağlı Tasarruf üzerinde yasal miras payına sahip olabilir. Ancak tenkis davası tasarruf oranını aşarak saklı payı ihlal eden kazandırmaların yasal sınıra çekilmesi amacı güder.
Tenkis davasını açabilecek kişiler saklı paylı mirasçılar ve bununla birlikte saklı paylı mirasçıların alacaklıları ya da iflas dairesidir. İptal davasında saklı payının olup olmadığı önemli olmaksızın tüm mirasçı kişiler veya vasiyet alacaklıları İptal davasını açabilecek kişi olabilirler. İptal davasında alacaklı olan kişiler ve iflas dairesi açamazlar. Yani iflas dairesi ve alacaklı kişilerin iptal davası açma hakkı yoktur. İptal davasında davalı olan kişiler iptal sebebiyle miras hukuku ile ilgili olan fayda sağlayan kişilerdir. Tenkis Tanımazsın ha davalısı olacak kişiler ise miras bırakan kişinin saklı payları ihlal eden tenkis İçerisinde yer alan kazandırmaların kendi lehine yapılmış olduğu kişilerdir. Tenkis davası Ölüme bağlı kazandırmalar bakımından açılabilir. Bununla birlikte tenkis davasının saldırısı kazandırmalar bakımından açılması da mümkündür ancak iptal davası yalnızca ölüme bağlı kazandırmalara karşı açılır.
Tenkis davası için düzenlenmiş Ulan bir yıllık hak düşürücü süre saklı payın ihlal edildiğinin öğrenildiği tarihi itibari ile başlar. İptal davasında süre davacı olan kişinin tasarrufu iptali oluşturan sebebi ve kişinin kendisinin hak sahibi olduğunu öğrenmiş olduğu tarih itibari ile başlar. İptal davası ve tenkis davasında öngörülmüş olan on yıllık süre vasiyetnamelerde açılma tarihi itibari ile diğer tasarrufların söz konusu olduğu zaman da mirasın açılması tarihi itibari ile başlar. İptal davası içerisinde ayrıca 20 yıllık bir süre daha öngörülmüştür. Kanun hükümlerine göre kişilerin iptal davası açma hakkı davacı olan kişinin tasarrufu kendisinin hak sahibi olduğunu ve iptal sebebini öğrenmiş oldu tarihi itibari ile başlayarak bir yıldır. Bununla birlikte iptal davası açma hakkı herhalde vasiyetname nerede açılma tarihinin diğer tasarruflarda mirasın geçmesi tarihi üzerinden iyi niyeti davalara karşı on yıldır. Eğer davada olan kişiler niyetli değillerse bu davaları karşı hak düşürücü süre 20 yıldır. İptal davası açma hakkı iyiniyetli olmayan davalı kişilere karşı 20 yıl geçmesi ile düşer.
Belirtmek gerekir ki bu 20 yıllık sürenin başlangıç tarihine on yıllık sürenin başlangıç tarihi ile aynıdır. İptal davası içerisinde yer alan 20 yıllık süre tenkis davası içerisinde yer almaz. Yani bu 20 yıllık süre iptal davası ve tenkis davası için ortak değildir.
Ölüme bağlı Tasarruf ile ilgili olarak iptalin sağlanabilmesi için kişilerin iptal davası açmaları gerekir. İptal davasına konu olan ölüme bağlı Tasarruf eğer saklı payı da ihlal eder durumda ise tenkis davası açılması da mümkün olur.
Tenkis Davası İle İstihkak Davası Arasındaki Farklar Nelerdir?
Medeni kanunumuz içerisinde miras sebebiyle istihkak davası başlığı altında istihkak davası ile ilgili hükümler yer almaktadır. Kanun içerisindeki bu hükümler de istihkak davasının koşulları istihkak davasının hükümleri ve istihkak davası ile ilgili zamanaşımı yer almaktadır. İlk olarak miras sebebiyle istihkak davasının koşullarından bahsetmek mümkündür. Yasal mirasçı ya da atanmış olan mirasçı elinde tereke bulunduran ya da elinde bazı tereke mallarını bulunduran kişiye karşı mirasçılıkta yer alan üstün hakkını ileri sürmek suretiyle miras sebebiyle istihkak davası açma hakkına sahiptir. İstihkak davası içerisinde hâkim mirasçılık sıfatı ile ilgili olan anlaşmazlıkları da çözer. Hâkim davacı olan kişinin talebi üzerine hakkın korunması amacıyla davalık olan kişinin teminat göstermesi ya da tapu kütüğüne şerh verilmesi Ve benzeri gerekli her türlü önlemi alır.
Kanun hükümleri içerisinde yer alan bir diğer durum miras sebebiyle istihkak davasının hükümleridir. Miras nedeniyle istihkak davasının kabulü durumunda tereke ya da tereke içerisine dâhil olan mal davacı olan kişiye zilyetliği ilişkin hükümlere göre verilir. Miras sebebiyle istihkak davasında Yer alan davalı kişi tereke malını zamanaşımı yoluyla kazandığını ileri sürmesi mümkün değildir.
Kanunda düzenlenmiş olan Miras sebebiyle istihkak davası İle ilgili olan bir diğer durum zamanaşımıdır. Miras sebebiyle istihkak davası dava aç olan kişinin şahsen mirasçı olduğunu ve bu kişinin iyi niyetli davalının terki ya da terkin malına elinde bulundurmuş olduğunu öğrenmiş oldu tarih itibari ile başlayarak bir yıl geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Bununla birlikte miras sebebi ile İstihkak davası her halükarda miras bırakan kişinin ölümünün ya da vasiyetnamenin açılmasının üzerinden on yıl geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Eğer iyiniyetli olmayan kişilerin mevcudiyeti söz konusuysa bu kişilere karşı zaman aşımı süresi 20 yıldır.
Kanun mirasçı olan kişiye tereke üzerindeki hakların korunması amacıyla istihkak davası hakkı öngörmüştür. Bu dava mirasçı olan kişinin mirasçılık sıfatı sebebiyle tereke üzerinde sahip olduğu haktan meydana gelen bir davadır. Tenkis davasında saklı payı ihlal edilmiş olan mirasçı kişi tasarruf oranı aşan kazandırmaların İndirilmesi ile saklı payına sahip oluyordu. Tenkis davasının konusunu oluşturan kazandırmalar saklı payı ihlal eden kazandırmalar olmalarına rağmen esasen geçerli kazandırmalardı. Bu yüzden kendisi lehine kazandırma yapılmış olan kişiye karşı miras nedeni ile istihkak davası açılamaz. Miras nedeniyle istihkak davasının tereke mallarına mirasçılık iddiası ile ya da elinde bulunduran haksız zilyede karşı açılması mümkündür. İstihkak davası ile zilyedin elinde olan terakki ait hakların ve bu tereke ait olan malların tamamen geri alınması mümkün olur. Tenkis davasında davacı olan kişiler saklı paylı mirasçılar Ve bu saklı paylı mirasçıların alacakları ya da iflas dairesi olabilirdi. Miras sebebiyle istihkak davasında ise davacı olan kişiler saklı payı olmasına gerek olmaksızın yasal mirasçı ile atanmış mirasçılardır. Mirasçı olan kişinin alacaklıları ve iflas dairesinin istihkak davasını açmaları mümkün değildir. Tenkis davasında davalı olan kişiler kendi lehine kazandırma yapılmış olan kişilerdi. Tenkis davasında davalı kişi mirasçı olabilir iken üçüncü kişilerde olabilirdi. İstihkak davasında ise davalı olan kişiler terekenin konusunu oluşturan mallar üzerinde mirasçı olma iddiası ile ya da tereke konusu mallar üzerinde mirasçı olma iddiası olmadan haksız olarak zilyed bulunan üçüncü kişi olabilirler.
Tenkis davası için kanun hükümlerinde bir ve on yıllık hak düşürücü süreler öngörülmüştü. İstihkak davası içinde bir ve on yıllık sürelerin mevcudiyetinden bahsedebiliriz. Ancak istihkak davasında zilyedin iyi niyetli olup olmadığı önem taşır. İyi niyete göre sürelerde bazı farklılıklara yer verilmiştir. İstihkak davasında iyiniyetli olmayan kişilerin mevcudiyeti söz konusu olduğunda zamanaşımı süresi 20 yıl olur. Bunun dışında miras nedeniyle istihkak davası davacı olan kişinin kendisinin mirasçı olduğunu ve iyi niyetli olan davalı kişinin tereke ya da tereke malını elinde bulundurmuş olduğunu öğrenmiş oldu tarihi itibari ile başlayarak bir yıldır. Ayrıca miras sebebiyle istihkak davası her halükarda miras bırakan kişinin vefatının ya da vasiyetnamenin açılmasının üzerinden on yıl geçmesi ile zamanaşımı ortaya çıkar. İstihkak davasında yer alan bu 20 yıllık süre tenkis davası içerisinde yer almaz. İstihkak davasında yer alan süreler zamanaşımı süreleridir. Oysa tenkis davasında düzenlenmiş olan süreler hak düşürücü süreleri oluşturur.
İzmir miras avukatı arayışınız için IŞIL URGAN YAKAR Avukatlık Bürosu ile iletişime geçerek alanında uzman miras avukatı ekibinden destek alabilirsiniz.
İdare hukuku idare kavramı, idari teşkilat idari işlemler, kamu hizmeti, kolluk, kamu görevlileri, kamu malları, idarenin sorumluluğu gibi konuları içerisine alır.
İdare hukuku davalarına ise idare hukuku avukatı bakar.
Genel olarak idare belirli bir amacın gerçekleştirilmesi için kurulmuş olan örgüttür. İdarenin özelliklerinden bahsetmek idareyi anlamayı kolaylaştırır. İdarenin amacı kamu yararının gerçekleştirilmesidir. Yani idare kamu yararı amacı güder. İdarenin kamu yararı amacını gerçekleştirebilmesi için İhtiyaç duyduğu şey kamu gücüdür. İdari kamu gücünü kullanarak kamu yararını yerine getirir. İdarenin konusunu kamu hizmetleri oluşturur. İdare kamu hizmetini yerine getir. İdare İşlemlerini idari işlemler ile yürütür. İdari işlemler süreklidir. İdare kendiliğinden harekete geçer. İdari kamu gücüne sahip olduğundan dolayı özel kişilere göre üstün konumdadır.
Ya sana genel ve soyut norm koyma kaldırma ve değiştirme faaliyetini yapar. İdare ise genel soyut normların belli durumlara ve kişilere uygulanmasını sağlar. Anayasaya göre yaşama organı genel oyla seçilen 600 milletvekilinden oluşan Türkiye büyük millet meclisidir. Buradan yola çıkarak genel oyla seçilen 600 milletvekilinin oluşturduğu organın yaşama organı olduğunu söyleyebiliriz.
Yargı hukuki anlaşmazlıkların ve hukuka aykırılık iddialarının yargısal yöntemler ile çözülmesi ve kesin hükme bağlanmıştır. Bununla birlikte idari bazı durumlarda kendi alanı içerisinde bulunan bazı hukuki uyuşmazlıkları çözümler. Bununla birlikte idare kendi alan içerisindeki bazı hukuk uyuşmazlıklara yaptırım da uygular. Yargı organlarının idari nitelikte olan işlemlerinden bahsedebilmenin mümkün olabilmesi için İşlemin tamamen idari işlevi ile ilgili olması gerekir. Bunun yanı sıra yargı organlarının idari nitelikte işleminden bahsedebilmek için yargısal nitelikte bir yetkinin kullanılması ile ilgili olması gerekir.
Anayasamızın dokuzuncu maddesine göre yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından kullanılır. Burada yargı organı yaşama organının aksine sadece bir organ değildir. Anayasamızın dokuzuncu maddesinde yapılan hükme göre yargı yetkisi bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından kullanıldığı için burada birden çok organdan bahsedilmiştir. Yasama organı sadece bir organ iken yargı organı birçok mahkemeden oluşur. Bununla birlikte dikkat edilmesi gereken bir değer. Yargı organının bağımsız olmasıdır. Bağımsız mahkemeler hiçbir organ merci makam ya da kişi tarafından yargı yetkisi kullanırken kendilerine emir ve talimat verilmeyen organlardır. Sonuç olarak yargı organı bağımsız hâkimlerden oluşur. İdari hiyerarşi ya da vesayet yetkisine tabi olan kamu görevlilerinden oluşur. Bu yönden idare veya yorganının ayrımını yapmamız mümkündür.
İdari ilgili olan hükümlere anayasanın idarenin esasları olarak verilmiş olan başlığın altındaki idarenin bütünlüğü ve kamu tüzel kişiliği başlığında yer verilmiştir. Bu hükümlere göre idare görevleri ve kuruluşuyla bir bütündür. İdare kanun ile düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri yerinden yönetimi merkezden yönetim esaslarına dayanır. Anayasada İdare yürütme içerisinde düzenlenmiştir. Anayasada idarenin yürütme içerisinde düzenlenmiş olmasıyla birlikte yürütme işlemi ile idari işlem arasında bazı farklılıklardan bahsedilmesi mümkündür.
Yürütme organı görevleri ve kuruluşu yönünden anayasa hukuku idari görevleri bakımından ise idare hukuku kuralları içerisinde yer alır. Yürütme organı idarenin bir üst kuruluşudur. İdari bir kuruluş olmaktan ziyade anayasal bir kuruluş oluşturur. Yürütme organının kamu görevlilerini atama küçücük çıkarma gibi idari görevlerinin yanı sıra bu görevleri aşan kanun tasarısı gibi yasal ve siyasi görevleri de yer alır.
İdare hukuku idarenin kuruluş ve işleyişini uygulanan hukuk kurallarının bütününü oluşturur. İdarenin kuruluş ve işleyişine uygulanan bu hukuk kuralları kamu kurumları olabilirken özel hukuk kuralları olması da mümkündür. İdare hukuku idarenin teşkilatına faaliyetlerini personeline ve denetimine uygulanan hukuk olarak bazı özellikler taşır. İdare hukuku genç bir hukuk dalını oluşturur. Yani idare hukuku genç bir hukuk dalıdır diyebiliriz. İdare hukuku 1800’lü yılların sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıkmıştır. İdare hukuku içtihadı bir hukuk dalını oluşturur. İdari hukukunun temel ilkeleri kanun içerisinde yer almamaktadır. İdare hukukunda yer alan kurallar idari yargı organlarının uzun zamanlar boyunca somut olaylar için vermiş oldukları kararlar sonucunda oluşmuştur. Bunun yanı sıra idare hukuku ile ilgili olarak birçok kanun mevcudiyetinden söz etmek mümkündür. Eğer bir durum ile ilgili olarak kanun varsa bu kanun uygulanır. Yani kanunun olduğu bir durumda hâkim içtihadı uygulama bulmaz. İdare hukuku ile ilgili olarak birçok kanunun var olmasına rağmen idare hukukunun temel kavram kurum ve ilkelerini belirleyecek olan kanunlar yoktur. Bunlara mahkeme İçtihatları ile meydana gelmiştir. İdare hukukunun içtihat nitelik taşımasının bazı sonuçlarından bahsetmek mümkündür. İdare hukuku içtihadın nitelik taşıması sebebiyle İdari hukukuna esneklik sağlar. Bunun yanı sıra idare hukukunun İçtihadın nitelik taşıması hukuku belirsizliğin var olmasına sebep olur. İdare hukuku ile ilgili olan kurallar dağınık halde bulunur. Bu kuralların dağınık halde bulunması yüzünden idare hukukunun öğrenilmesi zordur.
İzmir idare hukuku avukatı için bizimle iletişime geçerek detaylı bilgi alabilirsiniz.
İdare hukuku tedvin edilmemiştir. İdare hukukunda mevzuat birliği yer almaz yani idare hukuku birçok mevzuatı içerisinde barındıran bir hukuk dalını oluşturur. İdare hukuku tedavi edilmediği için idare hukuku ile ilgili olan kurallar dağınık halde bulunur. İdare hukuku ile ilgili olan kuralların birleştirilip bir kanun içerisinde maddelerce ayrılarak düzenlemesi yapılmamıştır. Diğer hukuk kurallarının kanın içerisinde derlendiğine rastlamak mümkündür. Örneğin ceza hukuku kuralları ile ilgili olan hükümler ceza kanunu içerisinde maddelerce sayılmıştır. Bu yüzden ceza hukuku ile ilgili olan kuralları ceza kanunu içerisinde bulmak mümkündür. Bununla birlikte medeni hukuk kuralları ile ilgili olan kurallar da medeni kanun içerisinde yer almaktadır. Medeni hukuku ile ilgili olan kuralları medeni kanun içerisinde ulaşmak mümkündür. İdare hukuku bağımsız bir hukuk dalını oluşturur. İdare hukuku özel hukuktan tümüyle ayrı bir hukuk dalını oluşturur. İdare hukuku ile ilgili olan bazı kavramlar ve ilkeleri Özel hukukta bulmak mümkün değildir. Örneğin idari hukuku içerisinde yer alan kamulaştırmayı Özel hukukta bulmak mümkün olmaz. Bir diğer durum olarak idare hukukunda kamu gücü ayrıcalıklı vardır. İdari kamu gücünü kullanır. Bu durumu özel hukukta ulaşmak mümkün değildir. Özel hukukta kamu gücü ve ayrıcalıkları yoktur. İdare hukuku işlemleri tek taraflıdır. Özel hukuk içerisinde bir hukuki işlem sadece birbirine uygun olan karşılıklı irade beyanları ile kurulur. Yani özel hukuk içerisinde kurulan hukuki işlemler karşılıklıdır. Tek tarafta değildir. Bir kişinin rızası ile bir hukuki işlemin yapılması özellik içerisinde yeterli olmaz. Karşılıklı olarak kişilerin ortak bir paydada buluşması ve ortak rızalarının bulunması ile hukuki işlem meydana gelir. İdare hukuku içerisinde bir idari işlemin yapılmasının mümkün olabilmesi için işleme konu olan durumun ilgilisi olan tarafın bu işlem İçin rıza göstermesine gerek duyulmaz. İdare hukuku içerisinde işlemler idarenin tek yanlı irade açıklaması ile oluşur. İdarenin yapmış olduğu işlemlerin sonuçları işlemin konusuyla ilgili olan kişinin rızası olmasa bile meydana gelir. İdare hukuku içerisinde idarenin üstün yetki ve ayrıcalıkları vardır. Yarın bu üstün yetki Ve ayrıcalıklara sahip olması kamu gücünden kaynaklanır. İdarenin bu üstün yetki ve arzuları ile de tek taraflı işlemler yapması mümkün olur.
İdari hukukunun özelliklerinden bir diğeri de idare hukukundan meydana gelen anlaşmazlıkların idari yargıda çözümlenmesidir. Özel hukuk içerisinde meydana gelen uyuşmazlıklarda ilgili olan kişiler uyuşmazlıkların çözümü için adli yargıya başvururlar. Adli yargı özel hukuk içerisindeki uyuşmazlıkların çözümlenmesinde rol oynar. İdari uyuşmazlıklara konu olan durumlar meydana geldiğinde bunun için gidilmesi gereken yer idari yargıdır. İdari yargı idare hukukundan meydana gelen uyuşmazlıkların karara bağlanmasında rol oynar. Yani özel hukuk uyuşmazlıklarında adli yargı gidilirken idare hukukundaki uyuşmazlıklarda idari yargıya gidilir.
İdare hukukunun bir diğer özelliği ise statüsel nitelikte olmasıdır. İdare hukuku statüsel nitelikte bir hukuk dalıdır. Özel hukuk işlemleri içerisinde irade serbestisi vardır. Özel hukuk içerisinde konu olan durumlara karşı ilgili kişiler karşılıklı olarak anlaşarak İstedikleri ilişkiyi kurma hakkına sahiptirler. Bununla birlikte özel hukuk içerisinde ilgili kişiler kurmuş oldukları hukuki ilişki içerisine istedikleri durumlara ekleme hakkına sahiptirler. İdare hukuku içerisinde ise idare hukukuna taraf olan kişilerin serbest iradeleri ile kararlaştırabilecekleri bir durum söz konusu değildir. Bu kişiler önceden belirlenmiş olan statülere uymaları gerekir. Bu statüler içerisinde bulunma hakkı kişilere aittir. Ancak bu kişilerin statünün koşulları ile ilgili bir durumu belirleme gibi imkânları bulunmamaktadır.
İdare hukukunun ilkelerinden bahsetmek mümkündür. İdareye ilişkin ilkelerden İlk olarak hukuk devleti ile başlayabiliriz.
Günümüzde yer alan çoğu devlet idarenin hukuka bağlılığı ile ilgili olan ilkeyi benimsemiştir. İdari ülke içerisinde egemen olan hukuk düzeninde hukuka uygun olarak görevlerini yerine getirmek zorundadır. Bununla birlikte idare ülkedeki hukuk düzenine uyumalıdır. İdarenin hukuka bağlılığının gösterilmesi için hukuk devleti ifadesi kullanılmaktadır. Bununla birlikte ülke içerisinde hukukun üstünlüğü, hukukun egemenliği söz konusu olmalıdır. Hukuk devleti devlet görevlerinin önceden belirlenmiş olan hukuk kuralları içerisinde yürütülmesi sağlayan ve hukuk güvenliğinin mevcut olmasının söz konusu olduğu devlet düzenini ifade eder. Anayasanın ikinci maddesinde Türkiye cumhuriyetinin Bir hukuk devleti olduğu hükmü yer almaktadır. Anayasa içerisinde birçok ilkeden bahsedilmiştir. Bunlar içerisinde öneminin en çok vurgulanması gereken ilke hukuk devleti ilkesidir. Çünkü hukuk devleti hukuk kurallarına bağlı olan ve bu hukuk kuralları ile vatandaşların hukuki güvenlik sağlayan devleti ifade eder. Anayasa içerisinde sayılmış ülkelerden bazılarından söz edilebilir. Bu ilkelerden bazıları cumhuriyetçilik ilkesi Üniter devlet ilkesi insan haklarına saygılı devlet ilkesi Atatürk milliyetçiliğine bağlı devlet ilkesi demokratik devlet ilkesi laik devlet ilkesi sosyal devlet ilkesi hukuk devleti ilkesi eşitlik ilkesi gibi ilkelerdir.
Anayasa içerisinde yer alan bu ülkelerden Bizim üzerinde durduğumuz ilke hukuk devleti ilkesidir. hukuk devleti ilkesinde idarenin düzenleme yetkisi ikincil durumdadır. İdareler kuruluş ve görev esaslarına kanunlarla düzenlemek zorundadır. İdare kendisine verilmiş olan görevlerle ilgili olarak sadece kanunlarda düzenlenmiş olan konularda kanundaki hükümlerde herhangi bir daraltmaya gitmeden ve bu hükümlerin genişletilmesi gibi bir durum söz konusu olmadan bunları dayanarak düzenleme yapabilmesi mümkündür.
Hukuk devleti polis devletinin tam karşıtı anlamındadır. Burada polis Devleti’nin ne anlama geldiğini bilmek önem taşır. Polis devleti kamu düzenini sağlayabilmek için her türlü önlemi alan ve bu amaçla ülke içerisindeki kişilerin hak ve özgürlüklerine müdahale edebilen ve bu kişilere külfet yüklemesi mümkün olan devlettir. Bununla birlikte polis devlet kamu düzenini sağlamak için eylemler yaparken hukuka bağlı değildir.
İdare hukuku avukatı İzmir için bizi arayın.
Polis devleti hukuka bağlı olmadığı için hukuk devletinin tam karşıtı anlamda yer alır. Bu yüzden polis devleti hukuk devleti birbirine zıttır. Hukuk devleti ilkesinin bir takım gerekleri vardır. Bu gerekler temel hakların güvence altına alınması, demokratik sistem, kanuni idare, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıç güvencesi, idarenin yargısal denetimi, yasaların anayasal denetimi, yaşama yürütme ve yargı erklerinin ayrımı olarak değinilebilir.
Bir devletin hukuk devleti olarak nitelendirilebilmesi ne mümkün olabilmesi için bazı şartları taşıması gerekir. Bu yüzden bu gereklerin mevcudiyetinin sağlanması hukuk devletinin varlığı için önem taşır.
Hukuk devletinin varlığı için yaşama organı yürütme organı ve yargı organı hukuka bağlı olmalıdır. Bunların varlığı hukuk devleti için önemlidir.
Öncelikle yaşama organı hukuka bağlı nitelikte olmalıdır. Yaşama organı kanun yetkisine sahip bir organdır. Yani kanun yapma yetkisi yasama organına aittir. Yaşama organı kanun yaparken hukuka uygulanabilmesi için anayasaya uyması gerekir. Yani yasama organının işlemlerinin anayasaya aykırılık teşkil etmemesi gerekir. Anayasamızın 11. maddesinde de denildiği gibi kanunlar anayasaya aykırı olamaz. O yüzden yasama organının yapacağı kanunlar da anayasaya uyumalıdır. Eğer yasama organının yapmış olduğu kanun anayasaya aykırılık teşkil ederse anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi kanunu denetlerken bu kanunun anayasaya aykırılığını tespit ederse bu kanunun iptal edilmesi kaçınılmazdır.
Hukuk devletinin sağlanması için yaşama organının hukuka bağlı olmasından bahsettik. Bununla birlikte yürütme organı da hukuka bağlı olmalıdır. Anayasanın Yürütme yetkisi ve görevi başlığı altında sekizinci maddede Yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanıldığı ve yerine getirildiği yer almaktadır. Öyleyse yürütme yetkisinin kanunlara uygun olarak kullanıldığını altı çizilmelidir. İdare sahip olduğu yetkileri kullanırken Bu yetkileri kanuna uygun olarak kullanıp kullanmadığı konusunda dikkatli olmalıdır.
Yürütme organının hukuka bağlı olmasının yanı sıra yargı organı da hukuka bağlı olmalıdır. Hukuk devletinin hukuka bağlı olan devlet olduğunu söylemiştik. Öyleyse bir hukuk devletinin yargı organı hukuka bağlı olmalıdır. Bu yüzden yargı organının hukuka bağlılığı önem taşır. Yargı organının hukuka bağlı olması devleti içerisinde yaşayan kişilerin kendilerine hukuki bir güvenlik içerisinde hissetmelerini sağlamak için ön plandadır. Eğer yargı organı hukuka bağlı değil ise Vatandaşların hukuk güvenliği içerisinde hissedebilecekleri bir alanın mevcudiyetinden bahsetmek söz konusu olamaz. Anayasa içerisinde yaşama ve yürütme organlarının hukuka bağlı olduğuna Yer verilmişken bunun yanı sıra yargı organının da hukuka bağlı olduğuna denilmiştir. Bunu anayasamızın 11. maddesinde görmek mümkündür. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü başlığı altındaki on birinci maddede Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğuna ve bununla birlikte kanunların anayasaya aykırı olamayacağına değinilmiştir. Öyleyse anayasa hükümleri yargı organını bağlar. Başka bir deyişle yargı organı anayasa hükümlerine bağlıdır.
Yukarıda değindiğimiz gibi hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesinin sağlanması için önemli olan durumlar yasama yürütme ve yargı organının hukuka bağlı olmasının söz konusu olmasıdır.
Anayasanın Cumhuriyetin nitelikleri başlığı altındaki ikinci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğuna dair hüküm yer almaktadır. Öyle ki anayasanın ikinci maddesine göre Türkiye cumhuriyetinin laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak nitelendirilmesi mümkündür. Sosyal devlet ile ilgili olarak detaylı olarak açıklanabilecek birçok durum vardır. Sosyal devletten anlaşılması gereken ise toplumdaki kişilerin sosyal durumlarını iyileştiren ve bu kişilere düzgün bir yaşam düzeni sağlayan bununla birlikte bu kişilerin sosyal güvenliğe sahip olmasına olanak veren devlettir. Laiklik devlet ve din işlerinin birbirine karışmaması anlamına gelir. Laiklik ilkesinin önemli bir etkisi ise farklı dini inanç ve ibadetlerin güvence altına alınmış olmasıdır.
İdare hukuku içerisinde yer alan bir diğer önemli ülke ise eşitlik ilkesidir. Eşitlik ilkesi anayasamızın onuncu maddesinde düzenlenmiştir. Anayasada yer alan Kanun önünde eşitlik başlığı altındaki 10. maddeye göre herkes dil ırk renk siyasi düşünce cinsiyet din mezhep felsefi inanç ve benzeri nedenlerle herhangi bir ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşit durumdadır. Erkekler ve kadınlar da eşit haklara sahiptir. Devlet eşitliğin yaşama geçirilmesi ne sağlama yükümlülüğü altındadır. Devletin eşitliği yaşama geçirilmesini sağlamak için alacağı tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak değerlendirilemez. Özürlüler yaşlılar çocuklar harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malum ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Hiçbir aileye kişiye zümreye ya da sınıfa imtiyaz tanınması mümkün değildir. İdari makamları ve devlet organları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik İlkesine uygun olarak hareket etme zorunluluğu altındadır. Eşitlik ilkesinin devlet organları ve idari makamlarına eşit işlem yapmalarını söyleyen bir nitelik taşıdığının söylenmesi mümkündür. Eşitlik ilkesi devlet organlarını bağlar. Yasama yürütme ve yargı organları eşitlik ilkesine uygun davranmak zorundadır. Yasama yürütme ve yargı organları işlemlerini yaparken kanun önünde eşitlik ilkesine uyumlu bir hareket içerisinde bulunma yükümlülüğü altındadır. Bununla ilgili olarak bazı durumlardan bahsedilebilir. Eğer yargı organı karar verirken kişilerin dil, ırk, renk, cinsiyet, Siyasi düşünce, felsefi inanç, din mezhepleri ile ilgili olarak bir ayrımda bulunur ve bu yönde bir karar verirse kanunun eşitlik ilkesine aykırı bir harekette bulunmuş olur.
İdarenin kanuniliği ile ilgili hükme anayasamızdan ulaşmak mümkündür.
Anayasada yer alan İdarenin bütünlüğü ve kamu tüzel kişiliği başlığı altındaki yüz yirmi üçüncü maddeye göre İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanun ile düzenlenir. Öyle ki idarenin kuruluş ve görevleri kanun ile düzenlenir. İdari işlemlerini yaparken kanuna dayanmalıdır. Bununla birlikte idarenin bu işlemleri kanuna aykırı olmamalıdır.
İdarenin kanuna dayanması ile ilgili olarak bazı durumlardan bahsedilmesi mümkündür. İdari bir eylemde bulunması için kanuna dayanmalıdır. Yani idarenin faaliyette bulunmasını sağlayan kanundan aldığı bir yetkidir. İdare kanundan bir yetki almadan eylemde bulunamaz. İdare kanundan aldığı yetkiler ile herhangi bir alanda uygulamada bulunur.
Bununla ilgili olarak idarenin kanuna aykırı olmaması ile ilgili durumlardan da bahsedilebilir. İdarenin yapmış olduğu eylemler ve işlemler kanunu aykırılık teşkil etmemelidir. İdari eylem ve işlemlerine kanunun çizmiş olduğu sınırlar içerisinde yapmalı ve idarenin işlemleri burada uygulama bulmalıdır.
Anayasanın İdarenin bütünlüğü ve kamu tüzelkişiliği başlığı altındaki yüz yirmi üçüncü maddesine göre İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.
İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur. Bu hükümlere göre idarenin kuruluş ve görevleri merkezden yönetim esaslarına dayanır.
Merkezden yönetim içerisinde tek bir tüzel kişiliğin mevcudiyeti söz konusudur. Merkezden yönetim içerisindeki tüzel kişilik devlet tüzel kişiliğidir. Kamu hizmetlerinin yürütülmesi için bu devlet tüzel kişiliği rol oynar. Devlet tüzel kişiliğini Merkezi idare olarak adlandırmak da mümkündür. Merkezi idare çeşitli bakanlıklara ayrılmıştır bununla birlikte bakanlıklar da başkent Teşkilatı ve taşra teşkilatı olarak değişik birimlere ayrılmış bulunmaktadır. Bu ayrımların mevcudiyeti söz konusu olsa bile merkezi idare bir bütün oluşturur. İdari içerisindeki tüm ayrımlar bir düzen içerisinde sıralanmış bulunmaktadır. Merkezi idare bir taşra Teşkilatına sahiptir. Merkezi idarenin bir taşra Teşkilatını sayfa olmasına rağmen bu taşra Teşkilatı merkezi idarenin bir uzantısı olduğunu söylemek mümkündür. Taşla Teşkilatı içerisinde yer alan kişiler merkezi idarenin vermiş olduğu emirlere uyma yükümlülüğü altındadır. Merkezi idarenin vermiş olduğu emirleri taşra teşkilatı içerisinde yer alan görevli kişiler yerine getirirler. Taşra Teşkilatı içerisindeki görevli olan kişilerin kendilerine ait bir yetkileri yoktur. Yani taşra Teşkilatı içerisindeki yetkililer görevlerini kendiliğinden yapmazlar. Taşra teşkilatı içerisindeki bu görevli kişiler merkezi idare tarafından görevlendirilmiş olan kişilerdir. Taşra Teşkilatı içerisinde görev yapılan kişilerin görevlerine atanmaları merkezi idare tarafından sağlanır. Bununla birlikte taşra teşkilatı içerisinde görev yapan kişilerin görevlerinden alınmaları ile ilgili durum da merkezi idare sorumluluğu altındadır. Merkezi idari taşra Teşkilatı içerisindeki görevlileri görevinden alabilir.
İzmir idare hukuku davaları avukatı ile görüşerek detaylı bilgi almak için bize ulaşabilirsiniz.
Merkezi yönetimin bazı olumlu ve olumsuz yönleri vardır. Merkezi yönetimin birçok yararının olmasına rağmen bu yararlarının yanı sıra bazı sakıncalı durumların mevcut olduğunu söylemek mümkündür. Merkezi yönetim sayesinde kamu görevlileri yerel etki altında kalma durumundan kurtulur. Merkezi yönetim sayesinde hizmetlerin daha planlı bir şekilde yürütülmesi sağlanabilir. Merkezi yönetim de mali denetimin olması daha kolaydır. Merkezi yönetimin yararı olarak bu şekilde yönetim ile güçlü bir devlet yönetiminin sağlandığını söylemek mümkündür. Merkezden yönetimin bölgeler içerisinde eşitlik sağlayan bir etkisi mevcuttur. Öncelikle merkezi yönetimin yararlarından bahsederken kamu görevlilerinin yerel etki altında kalmasından kurtulduğundan söz ettik. Bunun nedeni kamu görevlileri merkezi idareye karşı sorumlu oldukları için yerel etki altında kalma durumundan kurtulurlar. Kamu görevlileri yerel etkilere sahip olsalar dahi merkeze karşı sorumlu oldukları için bu etkilerden kurtulma hakkına sahiptirler. Merkezden yönetim ile hizmetlerin daha planlı bir şekilde yürütülebildiğini söylemiştik. Hizmetlerin merkezi yönetim ile daha planlı bir şekilde yürütülmesinin sebebi merkezde gerçekleşen planlamadır. Merkezden gerçekleşen planlama ile yönetim daha kolay sağlanır. Merkezden planlamanın hizmetlerin daha planlı bir şekilde yürütülmesini sağlamasına örnek olarak bir işlemin tek bir yer için planlamasının yapılması ile birlikte tüm yerlere bu işlemin uygulanabilmesini söyleyebiliriz. Merkezden yönetim ile bir işlem tek bir yer için planlanırken bir başka yer için yeniden planlama yapılmasına gerek kalmaz. Böylece birçok işin tek bir planda daha düzenli bir şekilde yapılması mümkün olur. Merkezi yönetimin faydaları arasında bir diğer durumda merkezden yönetim ile mali denetimin daha kolay sağlanmasıydı. Merkezi yönetim ile mali yönetimin daha kolay olarak sağlandığın söylenmesi mümkündür. Merkezi yönetimin faydaları arasında bir diğer durum da merkezi yönetimin güçlü bir devlet yönetimi sağlamasıydı. Merkezi yönetim ile devlet otoritesi daha etkili olur. Yönetim içerisinde yer alanların merkeze bağlı olması devlet yönetiminin güçlülüğüne olanak sağlaması mümkündür. Merkezi yönetimin faydaları ile ilgili olarak son bahsettiğimiz durum ise merkezden yönetimin bölgeler içerisinde eşitlik sağladığıydı. Merkezi yönetimin bölgeler içerisinde eşitlik sağlamasının sebebi hizmetlerin tekelden yürütülmesidir. Yani hizmetler Tek bir yerden tüm bölgeler için aynı şekilde düzenlenir. Böylece merkezden tek elden yürütülmenin sağlanması tüm bölgelerde eşitlik sonucunu doğurur. Ülke içerisindeki değişik bölgelere merkez tarafından aynı hizmet sağlanır. Eğer bölgeler arasında farklılıklar söz konusu ise yine merkez tarafından bu bölgeler için eşitliğin sağlanması konusunda adım atılması mümkün olur. Böylece merkez bölgeler arasındaki eşitsizlikleri saptayabilir ve farklı bölgeler için eşitlik sağlayıcı adımlar atarak tüm bölgelerde güçlü bir yapılanma sonucuna ulaşabilir.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi merkezden yönetimin güçlü bir devlet yönetimi, bölgeler arasında eşitlik, planlı yürütme, mali denetimin kolay sağlanması, kamu görevlilerinin yerel etkilerden kurtulması gibi olumlu yanlarının olmasının yanı sıra olumsuz yanları da mevcuttur. Merkezi yönetimin faydalarının olmasının yanı sıra olumsuz ve sakıncalı yanları da vardır. Merkezi yönetimin olumsuz yönü olarak bu şekilde yönetimin demokratik ilkelere uygun olmadığı söylenebilir. Merkezden yönetimin sağlanması hizmetlerin yöresel gereklere göre yürütülmesine engel teşkil edebilir. Merkezden yönetimin olumsuz yönü budur yönetimin bürokrasiye yol açmasının mümkün olmasıdır. Öncelikle merkezden yönetimin olumsuz yanı olarak demokratik ilkelere uygun olmadığından bahsedilebilir. Merkezden yönetim demokratik ilkelere uygunluk oluşturmaz. Kamu için sağlanan hizmetler merkez tarafından görevlendirilmiş olan kişiler tarafından yerine getirildiği için halkın kendisi bu işlerden uzaklaşmış olur. Yani yörelere atanmış olan görevliler merkez tarafından belirlenmişlerdir. Bu yörede yer alan halk kendisi işlemlerini yürütmez. Yani merkezi idare tarafından atanmış olan görevliler bu işlemler için sorumlu olur. Bu görevi alan kişiler halk taleplerini değil merkezi idarenin talimatlarını yerine getirir.
Merkezi yönetimin olumsuz yanlarından bir diğeri ise merkezden yönetim hizmetlerinin yöresel ihtiyaçlara göre yürütülmesi durumuna güçlük oluşturmasıdır. Merkezi idare tarafından yapılmış olan planlar farklı durumlara sahip olan yörelere aynı şekilde uygulanır. Yani merkezi idare tarafından planlanmış olan durumlar tüm ürünlere benzer şekilde uygulanması durumu söz konusu olur. Böyle bir durumda görenin asıl ihtiyaçlarının geride kalması durumunu ortaya çıkarır. Merkezden yönetim ile tüm yörelere eşit bir şekilde yürütmeye çalışmak farklı nitelikte şu an yörelerin durumlarının geride kalma sonucunu doğurabilir. Merkezi yönetimin olumsuz yanları ile ilgili olarak saymış olduğumuz durumlardan sonuncusu ise merkezden yönetimin bürokrasiye yol açmasıydı. Merkezi yönetimin söz konusu olduğu yerde kararlar merkezi idare tarafından verilir. Taşrada yer alan görevliler merkezi idare tarafından atanır ve merkezi idarenin talimatlarını yerine getirirler. Bu yüzden taşra içerisinde yer alan görevli kişiler merkezi idarenin kararları altındadırlar. Taşrada yer alan bu görevlilerin kendi karar alma yetkilerinin mevcudiyeti söz konusu değildir. Taşrada merkezi idare tarafından görevlendirilmiş kişiler bir sorun ile karşı karşıya kaldıklarında merkezi idareye başvurmaları gerekir. Karşılaştıkları sorunlarda çözüm için merkezi idarenin talimatını bekleme yoluna giderler. Bu da sorunların çözümünün uzaması sonucuna yol açar.
Yerinden yönetim ilkesi merkezden yönetim ilkesinin tam tersi bir durumdur. Yerinden yönetim ilkesinde kamu hizmetlerinden bir kısmının merkezi idare teşkilatı dışarısında yer alan yerinden yönetim tarafından yürütülmesidir. Yerinden yönetimin sağlanması için bazı durumların mevcudiyetinden söz konusu gerekir. Yerinden yönetim kuruluşunun var olabilmesi için kamu tüzel kişiliği mevcut olması gerekir. Yerinden yönetim kuruluşunun özerk olması gerekir yerinden yönetim kuruluşunun merkezi idarenin vesayet denetimi içerisinde yer alması gerekir. Yani yönünden yönetimin mevcudiyetinden söz edebilmek için kamu tüzel kişiliği vesayet denetimi ve özerklik olmalıdır. Yerinden yönetim için ilk olarak kamu tüzel kişiliğinden bahsedebiliriz. Yerinden yönetim kuruluşu olabilmesi için bu kuruluşun kamu tüzel kişiliğine sahip olması gereklidir. Eğer kuruluşun kamu tüzel kişiliği yoksa bu kuruluşun kendinden yönetim kuruluşu olduğunu söylemek mümkün değildir. Burada üzerinde durulması gereken bir diğer durum yerinden yönetim kuruluşunun sadece tüzel kişiliğe değil kamu tüzel kişiliğine sahip olması gerektiğidir. Bununla birlikte yerinden yönetim kuruluşunun kamu tüzel kişiliğine sahip olması gerektiğinin yanı sıra bu kuruluş tüzel kişiliğini kaldırırsa yerinden yönetim kuruluş olduğunu söylenmesi mümkün olmaz.
Yerinden yönetim kuruluşunun var olması için bir diğer gerekli durumun ise özerklik olduğu söylenebilir. Yerinden yönetim kuruluşu merkezi idare karşısında özerk durumda olmalıdır. Yerinden yönetim kuruluşu kendi kararlarını verme özelliğine sahip olmalıdır. Yerinden yönetim kuruluşunun kendi bütçesi bulunmalıdır. Bu yerinden yönetim kuruluşunun bütçesi yeterli olmalıdır. Eğer yerinden yönetim kuruluşunun kendisine ait yeterli bir bütçesi yoksa bu kuruluşun merkezi idareye karşı özerk olduğunu söylemek mümkün olmayabilir.
Yerinden yönetim kuruluşunun mevcudiyetinden bahsedilebilmesi için var olması gereken bir diğer durumda vesayet denetimidir. Merkezi idare ile yerinden yönetim kuruluşu arasındaki ilişki hiyerarşik değildir. Yerinden yönetim kuruluşunun merkezi idare karşısında bir bağımsızlığın olduğunu söylemek mümkün olabilir. Yerinden yönetim kuruluşunun bir bağımsızlığı olmasına rağmen tamamen merkezi idareden ayrı değildir. Merkezi idarenin yerinden yönetim kuruluşu üzerindeki denetimine vesayet denetimi denir. Yani yerinden yönetim kuruluşu üzerinde Merkezi idarenin denetimde bulunmasına vesayet denetimi denir.
Yer yönünden yerinden yönetim
Merkezi idarenin farklı yerlerdeki ihtiyaçları karşılama konusunda farklı tutumda olan yer yönünden yerinden yönetim kuruluşları bulundukları yerin ortak ihtiyaçlarını karşılama durumundadırlar. Anayasamızın yer yerinden yönetim kuruluşları ile ilgili olarak düzenlemiş olduğu hükümlere rastlamak mümkündür. Anayasamızın 127. maddesi içerisinde yer yönünden yerinden yönetim kuruluşu ile ilgili olan hükümler vardır.
Anayasanın 127. maddesi aşağıdaki gibidir.
Mahalli idareler
Madde 127 – Mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.
Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.
(Değişik fıkra: 23.7.1995-4121/12 Md.) Mahalli idarelerin seçimleri, 67 nci maddedeki esaslara göre beş yılda bir yapılır. (Mülga ikinci cümle: 21.1.2017-6771/16 Md.) Kanun, büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimleri getirebilir.
Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri, konusundaki denetim yargı yolu ile olur. Ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir.
Merkezi idare, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahiptir.
Mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile kendi aralarında Cumhurbaşkanının izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir. Bu idarelere, görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanır.
Anayasanın mahalli idareler başlığı altındaki 127. maddesine göre il belediye ve köy olmak üzere üç farklı Yer yönünden yönetim kuruluşuna yer verilmiştir.
Yerinden yönetim kuruluşlarından Yer yerinden yönetim ve hizmet yönünden yerinden yönetim olarak bahsetmek mümkündür. Yer yerinden yönetim ile hizmet yönünden yerinden yönetim arasında bazı farklılıkların bulunduğu söylenebilir. Ancak yer yönünden yerinden yönetim kuruluşu da hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluş da bir yerinden yönetim kuruluşudur.
Yer yönünden yerinden yönetim kuruluşu ile hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşu arasında farklılıklar faaliyet konuları, hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluş organları ile yer yönünden yerinden yönetim kuruluş organlarının göreve geliş şekli ve bu kuruluşların nasıl bir topluluk olduğudur. İlk olarak Yer yönünden yerinden yönetim kuruluşu ile hizmet yerinden yönetim kuruluşunun faaliyet konuları farklıdır. Hizmet yönünden yerinden yönetimin faaliyet konusunu uzmanlık ilkesi oluşturur. Hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları belirli bir alanda uzmanlaşmış olan kuruluşlardan meydana gelir. Ve bu alanda hizmet verirler. Hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşlarının uzmanlık alanın olması bu kuruluşun merkezi idareden ve yer yönünden yerinden yönetim kuruluşlarından farklı bir yere taşır. Hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları yalnızca kuruluş amaçları doğrultusunda hizmet verirler. Oysa yer yönünden yerinden yönetim kuruluşları genel yetkiye sahiptirler. Onlar belirli bir alanda uzmanlaşmamışlardır. Bu yüzden önceden belirlenmiş bir alanda hizmet vermezler. Bu kuruluşların her konuda faaliyet göstermeleri mümkündür. Yer yönünden yerinden yönetim kuruluşu ile hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşu arasındaki bir diğer fark organlarının göreve geliş şekli ile ilgilidir. Bu organlardan biri seçim ile göreve gelirken diğeri seçim ile göreve gelmez.
Hizmet yönünden yerinden yönetim
Yerinden yönetim kuruluşları yer yerinden yerinden yönetim kuruluşları ve hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları olarak ayrılmıştır. Hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları ile ilgili durumlardan bahsetmek mümkündür. İdarenin yerine getirilmesi gereken hizmetlerin bazıları uzmanlık gerektirmektedir. İdarenin yerine getirmesi gereken ve uzmanlık gerektiren durumların İdare tarafından doğrudan yürütülmesi güçlük oluşturur. İdarenin uzmanlık gerektiren hizmetleri yerine getirmesi güçlük oluşturduğu için idari bu hizmetleri kamu tüzel kişilerine gördürür. Hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları öncelikle kamu tüzel kişiliğine sahip olması gerekir. Devlet içerisinde yer alan bütün kamu kurumlarının devletten ayrı bir kamu tüzel kişiliği bulunur. Örneğin üniversitelerin kendilerine ait kamu tüzel kişilikleri vardır. Bir diğer örnek olarak TRT’nin kendisine ait kamu tüzel kişiliği mevcuttur. Sonuç olarak hizmet yönünden yönetim kuruluşlarının kamu tüzel kişiliğine sahip olmaları gerekir.
Hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşu içerisindeki kamu tüzel kişisi belirli bir faaliyet alanı içerisinde yetkilidir. Kamu tüzel kişisinin belirli bir faaliyet üzerinde sorumlu olmasına uzmanlık ilkesi denir. Bu kamu tüzel kişileri kendilerini ilgilendiren kendi uzmanlık alanları olan konularda hizmet verirler. Hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları içerisindeki kamu tüzel kişisi merkezi idare karşısında özerk nitelikte olmalıdır. Yani kamu tüzel kişisinin merkezi idareden bağımsız olması gerekir. Ancak kamu tüzel kişisinin merkezi idareye karşı olan bu bağımsızlığı tam bağımsızlık niteliğinde değildir. Hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşu içerisindeki bu kamu tüzel kişisi Merkezi idare tarafından denetim altında bulunur. Merkezi idarenin kamu tüzel kişisi üzerindeki bu denetimi vesayet denetimidir. Kamu tüzel kişisinin devlet karşısında belli bir özerkliği sahip olması da gerekir. Yani kamu tüzel kişisi ile merkezi idare arasında bir hiyerarşik denetimin mümkün olmaması gerekir. Kamu tüzel kişisi kendi kararlarını kendi verebilecek nitelikte olmalıdır. Hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşların sahip olması gereken niteliklere yukarıda yer verdik. Bu özellikler kısaca hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşlarının kamu tüzel kişiliğine sahip olması gerektiği, bu kamu tüzel kişisinin belirli bir faaliyet alanında görevli olması gerektiği, kamu tüzel kişisinin devlet karşısında belirli bir özerkliği sahip olması gerektiği ve bu kamu tüzel kişisinin merkezi idare karşısında özerk olması gerektiğidir.
Yerinden yönetimin olumlu ve olumsuz yanları
Yerinden yönetimin olumlu yanlarını olmasının yanı sıra olumsuz yanları da mevcuttur. Yerinden yönetimin olumlu yanları fayda sağlarken olumsuz yanlarının da sakıncaları olduğu söylenebilir. Öncelikle yerinden yönetimin olumlu yanlarından bahsetmek mümkündür. Yerinden yönetim sayesinde hizmetlerin ihtiyaçlara uygun olarak yürütülmesi sağlanır. Yerinden yönetim demokratik ilkelere uygun olduğu söylenebilir. Yerinden yönetim beklemeleri azaltır. Yerinden yönetimin olumlu yanlarından ilki hizmetlerin ihtiyaçları daha uygun yürütülmesidir. Öyle ki yerinden yönetim ile hizmetler İhtiyaçlara uygun olarak belirlenir. Merkezi idarenin merkezden yönetim ile yörelerdeki ihtiyaçları gidermesi ile yerinden yönetimin kendi ihtiyaçlarını gidermesinde etkide bulunması aynı değildir. Yani merkezden yönetim yerinden yönetim kadar ihtiyaçları uygun yürütemeyebilir. Yerinden yönetim ile yörenin kendi ihtiyaçlarını saptamak ve hizmeti yürütmek daha uygun hale gelir. Bununla birlikte yerinden yönetim yörelere vereceği hizmetlerin bu yörenin durumuna göre uyarlamasını yapabilir. Yerinden yönetimin olumlu yanları için bir diğer durum yerinden yönetimin demokratik ilkelere uygun olmasıdır. Yerinden yönetim kuruluşu içerisinde yer alan kişiler o yerde bulunan kişilerin seçimleri ile hizmet verirler. Yani yerinden yönetim yürü de bulunan kişilerin seçmiş oldu kişiler tarafından yürütülür. Böylece yerinden yönetim hizmeti veren kişiler yörede bulunan kişilerin isteği ile seçilen kişiler olur. Yerinden yönetim ile Yörelerdeki kişilerin istekleri ile seçilmiş olan kişilerin hizmet vermesi merkezden yönetim şekline göre demokratik bir durum oluşturur. Yerinden yönetimin olumsuz yanları ile ilgili olarak bahsettiğimiz son durum ise yerinden yönetimin beklemeleri azaltmasıydı. Yerinden yönetim ile beklemelerin azaltıldığını söylemek mümkündür. Yerinden yönetim içerisinde hizmet veren kişilerin karşı karşıya geldiği problemlerin çözümünde merkezi idareye talimat için başvurmalarına gerek kalmaz. Oluşan herhangi bir problemin yerinden yönetimin kendisi tarafından çözüme kavuşturulması imkânına sahiptir. Bu yüzden merkezi idareye başvurma bununla birlikte bu başvuruların cevapları için bekleme talimatları merkezi idare tarafından verilen kararlar neticesinde gerçekleştirme durumu gerekli değildir. Yerinden yönetim sorunları kendi içerisinde çözer. Bu durumda verilen kararların daha hızlı olmasını sağlar. Bunun sonucunda yerinden yönetim ile bekleme süresi azalır.
Yerinden yönetimin olumlu yanlarına yukarıda yer verdik. Burada yerinden yönetimin olumsuz yanlarından bahsetmek mümkündür. Yerinden yönetim ile kuruluşların mali denetimi daha güç hale gelir. Yerinden yönetim ile bölgeler arasında eşitsizliğin söz konusu olduğu söylenebilir. Yerinden yönetim kuruluşları yeterli imkânlara sahip değilse yürütme de zorluklarla karşılaşıla bilir. Yerel yönetimlerin partizan uygulamalarda bulunmaları mümkün olabilir. Yerinden yönetimin olumsuz yanları ile ilgili olarak ilk yerinden yönetim kuruluşunun mali denetimin güç olduğunu söyledik. Yerinden yönetim kuruluşları merkezi idareden ayrı bir bütçe sahip oldukları için maliye denetimleri güç hale gelir. Her merkezi idare kendi bütçesine sahiptir ve bütçenin kullanımı ile ilgili kararları kendileri verir. Böyle bir durumun mevcut olması merkezi idarenin yerel yönetim üzerindeki denetim etkisini zayıflatacağı mümkün hale gelir. Yerinden yönetimin Olumsuz yanlarından bir diğeri de yörelerde eşitsizliğe neden olmasıydı. Tüm yerel yönetimlerin tek bir şekilde yürütülmesi mümkün olmaz. Yani farklı koşullara sahip olan farklı yörelerdeki yerel yönetim ile daha farklı bir yönetim arasında yönetim bakımından bir takım çeşitlilikten bahsedilebilir. Yerel yönetimlerin verdiği hizmetler bu yüzden birebir aynı olmaz. Bir yörede da farklı bir yönetim uygulanırken diğer bir yönü de farklı bir yönetimin varlığı söz konusu olabilir. Burada farklı yönetimden kısıt verilen hizmettin yönetimidir. Böyle bir durumun söz konusu olması da yöreler arasındaki eşitsizlikleri sebep olur. Tüm yörelerin bir birlik içerisinde hizmet aldığını söylemek mümkün olmayabilir. Yerinden yönetimin olumsuz hallerinden bir diğeri de yerinden yönetim kuruluşlarının yeterli mali imkâna sahip olmamasıdır. Yerinden yönetim kuruluşlarının yeterli miktarda mal imkânına sahip olmadığını söylemek mümkündür. Merkezi yönetimden farklı olarak yerinden yönetimin ihtiyaçları farklı bütçeleri gerektirmesi mümkün olabileceğinden bu yerinden yönetimin bütçe imkânının farklı gereksinimler için yeterli olmaması durumu söz konusu olduğu söylenebilir. Yerinden yönetimin olumsuz yanlarından biri de yerel yönetimlerin partizan uygulamalara sahip olmasının mümkün olmasıdır. Yerinden yönetim kuruluşlarında görev yapan kişilerin seçimle sahip olduğu yerlere geldiğini söylemiştik. Yani yerinden yönetimde görev yapılan kişiler burada bulunan kişilerin tercih ettiği kişilerden oluşur. Böyle bir durumu mevcut olması daha bazı tarafların yer almasına neden olabilir.
İdari dava idarenin idare hukukunu dayanak alarak yapmış olduğu eylemlerin ve işlemlerin meydana getirmiş olduğu ve bununla birlikte idari yargıda yer alan davalardır. Bazı idari dava türleri vardır. 2577 sayılı idari yargılama usulü kanunu ikinci maddesine göre sayılmış olan dava türleri üçe ayrılır. Bu davalardan ilki olan iptal davaları idari işlemlerle ilgili olarak yetki şekil sebep konu ve maksat yönlerinin birinin hakkında hukuka aykırılığın söz konusu olması ile ilgili olarak iptalleri için menfaati ihlal edilmiş kişiler tarafından açılan davalardır. İdari yargılama usulü kanunu içerisinde sayılmış olan ikinci dava türü ise tam yargı davasıdır. Tam yargı davası idari eylem ve işlemler dolayısıyla kişisel hakları doğrudan muhtel olan kişiler tarafından açılan dava türüdür. İdari yargılama usulü kanunu içerisinde üçüncü dava türü de yer almaktadır. Bu Tahkim yolu öngörülmüş olan imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden meydana gelen uyuşmazlıklar dışında kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi amacıyla yapılmış olan her türlü idari sözleşmelerden meydana gelen taraflar arasındaki anlaşmazlıklar ilişkin davalardır.
İdari davalar ile İdare Hukuku Avukatları ilgilenir. 2577 sayılı idari yargılama usulü kanunu içerisinde sayılmış ona idari dava türlerini aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
İptal Davaları
Tam Yargı Davaları
İdari Sözleşmeler Sebebiyle Taraflar Arasında Çıkan Uyuşmazlıklara İlişkin Davalar
İdari dava türleri ile ilgili olarak İdare Hukuku Avukatı danışmanlık ve avukatlık hizmeti vermektedir.
İptal davasının tanımı hukuka aykırı olan bir idari işlemin idari yargı mercileri tarafından iptal edilmesine yönelik bir dava olarak yapılabilir. İptal davası sonucunda bir idari işlem iptal edilince bu işlem geçmişe etkili olacak şekilde tüm hüküm ve Sonuçları ile birlikte ortadan kalkar. Bu yüzden İptal davası da idari işlemin tüm hüküm ve Sonuçlarının ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir dava türüdür.
İptal davasının 2577 sayılı idari yargılama usulü kanunundaki tanımına yer vermek mümkündür. 2577 sayılı bu kanunun idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı başlığı altındaki ikinci maddesine göre İdari işlemler ile ilgili olarak yetki şekil sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuku aykırı olan ve hukuka aykırılıkları için menfaatleri ihlal edilen kişiler tarafından iptalleri amacıyla açılmış olan davalara iptal davaları denir.
İptal davaları menfaati ihlal edilmiş olan kişiler tarafından açılabilir. Yani bir kişinin idari işlemden dolayı menfaati ihlal edilmiş ise iptal davası açması mümkündür. İptal davasının sonucunda ortaya çıkan karar herkesi etkiler. Yani iptal davasını açan ve menfaati ihlal edilmiş olan kişinin açmış olduğu dava sonucunda verilecek olan karar herkes için etkili olur.
İptal Davalarında Görev
İdari yargı içerisinde görev, anlaşmazlığın hangi yargı düzeni içerisinde inceleneceği ile ilgilidir. Uyuşmazlık adli yargının alanında yer alıp almadığı veya uyuşmazlığın idari yargıda yer alıp almadığı görev ile ilgilidir. Örneğin idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın hangi mahkemede görüleceği de görev ile ilgili bir durumdur. Bununla birlikte adli yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın hangi mahkeme içerisinde yer alması da görev içerisinde yer alan bir durumdur. Görev uyuşmazlığın Yer aldığı mahkemenin dava konusu ile yetkili olup olmadığını ortaya çıkarır.
İptal davası görevli mahkemece açılması gerekir. Eğer bu dava görevli mahkemede açılmazsa bazı durumlar söz konusu olur. Bu durumlar 2577 sayılı idari yargılama usulü kanununun İlk inceleme üzerinde verilecek karar başlığı altındaki hükümlerinde yer almaktadır.
İlk inceleme üzerinde verilecek kararla ilgili düzenlemede görevsiz mahkemede dava açılırsa ne olacağı ile ilgili hükümler bulunmaktadır. Bu hükümlerden önce bir önceki maddede yer alan dilekçeler üzerine ilk incelemede ne olacağı ile ilgili olan hükümlere kısaca değinmek mümkündür. Dilekçeler Danıştay’da evrak müdürlüğü tarafından kaydedilir ve genel sekreterlik tarafından görevli dairelere havale edilir. Bölge idare mahkemeleri idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri içerisinde dilekçeler evrak bürosu tarafından kayıt edilerek ilgili mahkemelere havale edilir. Dilekçe sahibi olan kişiye evrakın tarih ve sayısını gösteren ücretsiz bir alındı kâğıdı verilir. Dilekçeler Danıştay’da daire başkanı olan kişinin görevlendireceği bir tetkik hâkimi idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde ise Mahkeme başkanı ya da görevlendireceği bir üye tarafından bazı yönlerden sırasıyla incelenir. Bu yönler görev ve yetki idari merci tecavüzü ehliyet idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli olan bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve İdari davaların açılması ve dilekçelerin verileceği yerler ile ilgili olan hükümlere uyup uymadığıdır. İdari davaların açılması ile ilgili olan durumlardan bahsedilebilir. İdari davalar Danıştay idare Mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitap edilerek yazılmış olarak İmzalı dilekçeler ile açılır. Dilekçelerde taraf olan kişilerin ve varsa bu tarafların vekillerinin ya da tarafların temsilcileri olan kişilerin adı ve soyadları ya da bu kişilerin unvanları ve adresleri ile gerçek kişilere ait Türkiye cumhuriyeti kimlik numarası gösterilmesi gerekir. Bununla birlikte dilekçelerde davanın konu ve sebepleri ile dayanmış olduğu deliller, davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihi vergi resim harç ve benzeri mali yükümlülükler ve bunların zammı cezalarına ilişkin davalar ile tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktar, vergi davaları içerisinde davanın ilgili bulunduğu verginin ya da vergi cezasının nevi ve yılı tebliğ edilen ihbarnamenin tarihi numarası ve var ise mükellef hesap numarası gösterilmesi gerekir. Dava konusu kararın ve belgelerin asılları ya da belgelerin örnekleri dava dilekçesini eklenmesi gerekir. Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur.
Kanun hükümlerinde dilekçelerin verileceği yerler ile ilgili düzenlemeye yer verilmiştir. Savunmalar ve dilekçeler ile davalara ilişkin olan her türlü evrak Danıştay ya da ait olduğu mahkeme başkanlıklarına ya da bunlara gönderilmek üzere idare ya da vergi Mahkemesi başkanlıklarına verilmesi mümkündür. Eğer idari ya da vergi Mahkemesi bulunmayan bir yer söz konusu ise Büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde kalıp kalmadığı dikkate alınmaksızın asliye hukuk hâkimleri ne ya da yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilmesi mümkündür. İdari davaların açılması ve dilekçelerin verileceği yerler İle ilgili olarak yukarda verilmiş olan durumlar yönünden dilekçeler Danıştay’da daire başkanı tarafından görevlendirilecek bir tetkik hâkimi idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı ya da görevlendireceği Bir yıl tarafından incelenir.
Eğer dilekçeler yukarda belirtilmiş olan yönlerden dolayı kanuna aykırı görülür ise bu durum görevli daire ya da mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hâkim ile çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlemesi yapılmaz. İlk inceleme üzerine verilecek karar ile ilgili olan hükümleri İlgili hâkim tarafından uygulanır. Yukarda yer alan bazı hükümlere göre yapılacak olan işlemler dilekçenin alındığı tarih itibari ile en geç 15 gün içerisinde sonuçlandırılır. İlk incelemeyi yapan kişiler bu durumlarda kanunu aykırılık ile karşılaşmazlar ve daire ya da mahkeme tarafından ilk inceleme raporu yerinde görülmez ise tebligat işlemi yapılır. Yukarıda bahsetmiş olduğumuz hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde davanın her safhasında ilk inceleme üzerinde verilecek karar ile ilgili olan hükümler uygulanır.
İzmir’de idare hukuku davasına bakan avukatlar içinde yer alan idare hukuku avukatlık büromuz bu alanda müvekkillerine tam destek vermektedir.
İlk inceleme üzerine verilecek karar ile ilgili hükümlerden bahsetmek mümkündür. Danıştayın ya da idare ve vergi mahkemeleri tarafından yukarda açıklamış olduğumuz dilekçeler üzerine ilk incelemede İlgili hükümlerde yazılı hususlarda kanunu aykırılık söz konusu olursa bazı durumlardan bahsedilir. Dilekçeler üzerine ilk inceleme ile ilgili olarak dilekçelerini Danıştay’da daire başkanının görevlendirecek bir tetkik hâkimi idare ve vergi mahkemelerinde ise Mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından bazı yönlerden İncelendiğini söylemiştik. Bir üye tarafından görev ve yetki yönlerden incelemeye göre Adli yargının görevli olduğu konularda açılmış bir dava söz konusu ise bunun reddine karar verilir. Üye tarafından görev ve yetki yönlerinden İncelemede idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davaların görev ya da yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verilir.
Buradan yola çıkarak görev ve yetki ile ilgili olarak bazı çıkarımlar yapabiliriz. Eğer açılmış olan dava adli yargının görevli olduğu bir konuda ise bu dava reddedilir. Çünkü bu davanın çözümlenmesi Danıştayın idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girmiş olduğu halde adli yargı yerlerinde açılmıştır. İptal davası idari yargının görevli olduğu konularda görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılmış ise dava görün ya da yetki yönünden reddedilir ve dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesine karar kılınır. Bu durumu örnek olarak Danıştay’da açılması gereken bir davanın idare Mahkemesinde açılması durumunu verebiliriz.
2577 sayılı idari yargılama usulü kanunu içerisinde görevsizlik veya yetkisizlik hallerinde yapılacak işlemlerle ilgili olan hükümler bulunmaktadır. İdare ve vergi mahkemeleri idari yargının görev alanına giren bir davada görevsizlik ya da yetkisizlik nedeni ile davanın reddine karar kılmış olabilirler. Böyle bir durumda İdare ve vergi mahkemeleri dosyayı Danıştay’a ya da görevli ve yetkili idare veya vergi mahkemesine gönderirler. Danıştay görevsizlik nedeniyle gönderilmiş olan dosyalarda davayı görevi içinde görmez ise dosyanın yetkili ve görevli mahkemeye gönderilmesine dair karar kılar. Eğer görevsizlik ya da yetkisizlik nedeniyle dosyanın gönderilmiş olduğu mahkeme kendisini görevsiz ya da yetkisiz görüyor ise bahsi geçen mahkeme ile İlk görevsizlik ya da yetkisizlik kararını veren mahkeme aynı bölge idare Mahkemesi’nin yargı Çevresi içerisinde ise uyuşmazlık bölge idare Mahkemesi tarafından çözümlenir. Aksi halde ise Danıştay tarafından çözümlenir. Görev ve yetki uyuşmazlıkları durumunda Danıştay ve bölge idare Mahkemesi tarafından verilmiş olan kararlar ile ilgili mahkemelere bildirim yapılır. Ve bu husus taraf olanlara tebliğ olunur.
Danıştay ve bölge idare Mahkemesi tarafından görev ve yetki anlaşmazlıkları ile ilgili olarak verilecek olan kararlar kesindir. Görevsizlik ve yetkisizlik hallerinde yapılacak işlem ile ilgili olan hükümler gereğince verilen kararlar ile görevli ve yetkili kılınmış olan mahkemeye yeniden dava açılması durumunda harç alınmaz.
Yetki bir davanın hangi yerde bulunan mahkemede bakılacağı ile ilgilidir. Yani davada hangi yer mahkemesinin yetkili olduğu durumu yetkidir. Dava açmak isteyen kişiler açacağı dava hangi yargı kolunda açacağına karar vermeleri gerekir. Bununla birlikte bu yargı kolunda hangi tür mahkemede dava açacağına da karar verilmelidir. Bu tür mahkemelerin birden fazla olması durumunda da hangisinde davanın açılması gerektiğine dair karara varılması gerekir. Buna örnek bir durumdan bahsedebiliriz. Davacı olan kişi davasını idari yargı kolunda açılacağına dair karar vermiştir. Burada davacının idari yargı kolu içerisinde İstanbul idare Mahkemesinde mi Ankara idare Mahkemesinde mi dava açması gerektiği yetkili ilgilidir. İdari yargı içerisinde yetki kamu düzeni ile ilgilidir. İdari yargıda yetkinin kamu düzeni içerisinde yer almasından dolayı bu durum davanın her aşamasında itiraza konu olabilir. 2577 sayılı idari yargılama usulü kanunu içerisinde idari davalarda yetki ve bağlantı ile görevsizlik yetkisi hallerinde yapılacak işlemler başlığı altında yetki ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Burada bu hükümlerden yola çıkarak idari davalarda yetki ve bu durumlarda yapılacak olan işlemlerden bahsetmek mümkündür.
Göreve ilişkin olan hükümler saklı kalmak koşulu ile eğer idari yargılama usulü kanununda ya da özel kanunlarda yetkili idare mahkemesi gösterilmemiş ise yetkili idare Mahkemesi dava konusu olan idari işlemin ya da idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunmuş olduğu yerdeki idare mahkemesidir. Buradan bazı çıkarımlar yapılabilir. İptal davası kural olarak iptali istenmiş olan idari işlemi yapan idari merciin bulunmuş olduğu yerdeki idare mahkemesine açılır. Örneğin idari işlemi yapan idari merci İzmir şehrinde ise bu Merciiyle karşı iptal davası İzmir şehrindeki idare Mahkemesi‘ne açılması gerekir. İdari yargılama usulü kanununun uygulanmasında yetki kamu düzeninden kaynaklanmaktadır.
Kamu görevlisi olan kişilerin atanması ve kamu görevlisi olan kişilerin vekilleri ile ilgili olan davalarda yetkili olan mahkeme kamu görevlisi olan kişilerin yeni ya da eski görev yerindeki İdare Mahkemesidir.
Kamu görevlisi olan kişilerin görevlerine son verilmesi, kamu görevlisi olan kişilerin emekli edilmeleri ya da kamu görevlisi olan kişilerin görevden uzaklaştırılmalarına ilişkin davalarda niye etkili olan mahkeme kamu görevlisi olan kişilerin son görev yapmış olduğu yerdeki idare Mahkemesidir.
Kamu görevlisi olan kişilerin görevleri ile ilişkisinin kesilmesi sonucunu meydana getirmeyen disiplin cezalarına İlişkin davalarda yetkili olan mahkeme ilgili kişinin görevli bulunmuş olduğu yerdeki idare mahkemesidir. Kamu görevlisi olan kişilerin ilerleme yükselme sicil intibak ve diğer özlük Ve parasal hakları ile ilgili olan davalarda yetkili olan mahkeme ilgili kişinin görevli olduğu yerde bulunan idare mahkemesidir. Bununla birlikte mahalli idarelerin organları ile bu organların üyelerinin geçici bir tedbir olarak görevlerinden uzaklaştırılmaları ile ilgili olan davalarda da yetkili olan mahkeme ilgili kişinin görevli bulunmuş olduğu yerde bulunan idare mahkemesidir.
Hâkim ve savcıların mali ve sosyal haklarını ve sicillerini İlgilendiren konularda müfettiş halkı haklarına karşı açacakları ve idare mahkemelerinin görevine giren davalarda yetkili olan mahkeme hâkim ya da savcının görev yapmış olduğu yerdeki idari yargı yetkisi yönünden bağlı olduğu bölge idare mahkemesine en yakın olan bölge idare Mahkemesinin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir. Tabi özel kanunlardaki hükümler saklı kaymak kaydıyla bu durumdan bahsedilebilir.
Taşınmaz mallara ilişkin davalarda yetkinin nereye ait olduğunun bilinmesi önem taşır.
İmar kamulaştırma ruhsat işgal tabi tahsis yıkım ve iskân gibi taşınmaz olan mallar ile ilgili kanunun uygulanmasında ya da bunlara bağlı tüm haklara ya da kamu malları ile ilgili olan idari davalar içerisinde yetkili mahkeme taşınmaz malların bulunmuş olduğu yerdeki idare mahkemesidir.
Belediye köy ve özel idarelere İlişkin kanunun uygulanması ile ilgili davalar içerisinde sınır anlaşmazlıkların da yetkili olan mahkeme belediye köy mülki idari birimin veya mahallenin bulunmuş olduğu ya daha yeni bağlandı yerdeki idare mahkemesidir.
Taşınmaz mallara ilişkin davalarda yetkinin nereye ait olduğu düzenlenmiştir. Bununla birlikte taşınır malları ilişkin davalarda yetkinin nereye ait olduğu ile ilgili düzenlemeleri ulaşmakta mümkündür. Taşınır mallara ilişkin davalarda yetki taşınmaz mallara ilişkin davalarda yetkinin devamındaki hükümler içerisinde düzenlenmiştir. Öyleyse taşınır malları ilişkin davalarda yetkiden ve bunun ile ilgili hükümden bahsedilebilir. Taşınır mallarla ilgili olan davalarda yetkili olan mahkeme taşınır malın bulunmuş olduğu yerdeki idare mahkemesidir.
2577 sayılı idari yargılama usulü kanununa göre görevsizlik yetkisizlik durumlarında yapılması gereken işlemler düzenlenmiştir. Kanun içerisindeki hükümlerden görevsizlik veya yetkisizlik hallerinde yapılacak olan işlemler ile ilgili bilgilere ulaşmak mümkündür. Öyleyse görevsizlik ve yetkisizlik hallerinde yapılacak işlemlerle ilgili hükümlerden bahsedilebilir. Vergi mahkemeleri ve idare mahkemeleri idari yargının görev alanına giren bir davada görevsizlik ya da yetkisizlik nedeniyle davanın reddi ne karar vermeleri mümkündür. Eğer vergi mahkemeleri idare mahkemeleri görevsizlik ya da yetkisizlik sebebiyle davanın reddine karar verirlerse bu mahkemeler dosyayı Danıştay’a ya da görevli ve yetkili olan idare mahkemesine ya da vergi mahkemesine iletirler. Yani dosya idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde bulunurken Bu mahkemeler idari yargının görev alanına giren bir dava içerisinde görevsizlik ya da yetkisizlik nedeniyle davanın reddi ile ilgili bir karar kıldıkları için kendilerinde bulunan dosyayı Danıştay ya da görevli ve yetkili idare Mahkemesine veya vergi mahkemesine gönderirler.
İdare hukuku avukatı İzmir’de arıyorsanız hukuk büromuzu arayın.
Görevsizlik nedeniyle iletilmiş olan dosyalarda Danıştay davayı görevi içinde görmez ise dosyanın yetkili ve görevli olan mahkemeye gönderilmesine dair karar kılar.
Görevsizlik ya da yetkisizlik nedeniyle dosyanın gönderilmiş olduğu mahkeme kendisini görür siz ya da yetkisiz görürse ilgili mahkemeyle ilk görevsizlik yiğitlik kararını vermiş olan mahkeme aynı bölge idare Mahkemesinin yargı çevresinde bulunuyor ise uyuşmazlık bölge idare Mahkemesi tarafından aksi halde Danıştay tarafından çözümlenir.
Görev ve yetki uyuşmazlıklarında bölge idare Mahkemesi ve Danıştay tarafından verilen kararlar İlgili olan mahkemelere bildirilir. Göreve yetkili uyuşmazlıklarında Bölge idare Mahkemesi ve Danıştay tarafından verilmiş olan kararlar ilgili mahkemelere bildirildikten sonra bu husus taraflara tebliğ olunur.
Bölge idare Mahkemesi ve Danıştay tarafından görev ve yetki uyuşmazlıklarına ilişkin olarak verilmiş olan kararlar kesin nitelik taşır. Yani bölge idare Mahkemesi ve Danıştay tarafından yetki ve görev uyuşmazlıkları ile ilgili olarak verilmiş kararlar kesindir.
Yukarıda verilen durumlarla ilgili olarak verilmiş olan kararlar ile yetkili ve görevli kılınmış olan mahkemeye yeniden dava açılmış olması durumunda harç alınmaz.
Yetkili olan mahkemenin bir davaya bakmasına engel olan fiili ya da hukuki bir durum ortaya çıkarsa ya da iki mahkemenin Yargı çevresi sınırlarında tereddüt edildiği ya da iki mahkemenin de aynı davaya bakmakla yetkili olduklarına ilişkin karar verdikleri durumlarda bazı haller ortaya çıkar. Dava dosyaları taraf olan kişilerin ya da mahkemelerin talebi üzerine merci tayini için uyuşmazlığın aynı yargı çevresinde yer alan mahkeme ya da mahkemeler arasında çıkması durumunda o yargı çevresindeki bölge idari mahkemesine gönderilir. Dava dosyaları tarafların ya da mahkemelerin talebi üzerine merci tayini için şair hallerde Danıştay’a gönderilir.
Bölge idare Mahkemesi ve Danıştay görevli ve yetkili olan mahkemeyi kararlaştırılır. Yani yetkili olan mahkemenin kararlaştırılması Danıştay ve bölge idare Mahkemesi tarafından yapılır.
Bölge idare Mahkemesi ve Danıştay‘ın bu konuyla ilgili olarak vereceği kararlar kesindir.
İptal davasına konu olabilmesi mümkün olan işlemler olarak icrai işlemlerden bahsedebiliriz. İptal davasına konu olabilecek işlem yürütülebilir olması gerekir. Tamamlanmamış işlemleri hazırlık işlemlerine karşı dava açılması mümkün değildir. Bununla birlikte idari sözleşmelerimi idari sözleşmelerin uygulanması ile ilgili olan işlemlere karşı da iptal davasına gidilmez.
2577 sayılı İdari yargılama usulü kanununa göre İdari işlemin iptal davasına konu olmasının mümkün olabilmesi için kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olması gerekir. Yani iptal davasına konu olması mümkün olan idari işlemi kesin bir işlem ve yürütülmesi gereken işlem niteliğinde olmalıdır. Burada yürütülmesi gereken bir işlem ve idari işlemin kesinleşmiş olması durumuna dikkat edilmesi gerekir. Öncelikle yürütülmesi gereken bir işlemin ne olduğunun bilinmesi İdari işlemin iptal davasına konu olabilmesinin anlaşılmasını sağlar. Yürütülmesi gereken bir işlemin olması gereklidir. İdareden çıkmakla birlikte yürütülmesi gerekli olmayan, ilgili olan kişiler üzerinde bir hukuki sonuç doğurmayan işlemlere karşı iptal davasının açılmasının mümkün olduğundan bahsedilemez. Yani bu işlemlere karşı iptal davası açılamaz. İlgili kişiler üzerinde bir hukuki sonuç doğurmayan işlemleri örnek olarak idarenin iç düzen işlemlerinden, danışma işlemlerinden, teyit edici işlemlerden bahsedilebilir.
İdari işlemin iptal davasına konu olabilmesi için gerekli olan yürütülmesi gereken bir işlem olmasının yanı sıra İşlemin kesinleşmiş olması da önem taşır. İdari işlem kesinleşmiş olmalıdır. İptal davasına konu olması mümkün olan idari işlemin kesin olması yani tamamlanmış olması gerekir.
Davacı kişi kendisi tarafından ya da vekili aracılığı ile dava açan kişidir. İptal davası aça bilmenin mümkün olabilmesi için kişisel bir menfaatin ihlal edilmesi gerekir. Yani her dava açmak isteyen kişi dava açamaz. İptal davası açmak isteyen kişilerin menfaati ihlal edilmiş olması gerekir.
Davalı kişi kendisine karşı dava açılmış olan kişidir.
İptal davasında davalı olan kişi kural olarak davadaki işlemin sahibi olan idaredir. Bu dava içerisindeki işlemi yapan kamu görevlisi olan kişiler davalı olarak yer almaz. İptal davası için yazılan dilekçeler içerisinde davalı olanın gösterilmesi gerekir. Eğer davalı kişi gösterilmez ise bu çok büyük bir problem oluşturmaz. Bununla birlikte davalı kişinin yanlış gösterilmesi durumunda da büyük bir durumla karşı karşıya gelinmez. Böyle bir durum mevcut olduğu zaman yani davalı olan kişi dava dilekçesi içerisinde gösterilmemiş ya da yanlış gösterilmiş ise idare Mahkemesi ilgili dilekçeyi doğru davalıya Tebliğ eder.
Yukarıda değindiğimiz gibi iptal davasında idari işlemi yapan kamu görevlisine karşı dava açılması mümkün değildir. Yani menfaati ihlal edilmiş olan kişi ilgili kamu görevlisine karşı dava açmaz. Davalı kamu görevlisi olarak gösterilmez. İptal davasında davalı kişi kural olarak idaredir. İptal davası açmak için davalı olacak idari makam hangi kamu tüzel kişiliği içerisinde bulunuyor ise davalı oradaki kamu tüzel kişidir.
Dava açma süresi ile ilgili hükümler 2577 sayılı idari yargılama usulü kanununun ilgili hükümlerinde düzenlenmiştir.
Kanun hükümlerine göre dava açma süresi eğer özel kanunlarda ayrı bir süre yara almıyorsa Danıştay’da ve idare mahkemelerinde 60 gündür. Dava açma süresi vergi mahkemelerinde ise 30 gündür.
İzmir idare hukuku davası avukatı ile görüşmek için bize ulaşabilirsiniz.
Bu sürelerin başlaması ile ilgili hükümlere de ulaşmak mümkündür. Öyle ki bu süreler idari uyuşmazlıklar için yazılı bildirimin yapılmış olduğu tarihi izleyen günden itibaren başlar. Vergi resmi ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların cezalarından ve zamandan dolayı ortaya çıkan uyuşmazlıklarda tahakkuku tahsili bağlı olan vergiler de tahsilatın idareye gelmiş olduğu tarihi izleyen günden itibaren başlar. Bununla birlikte Tebliği yapılan durumlarda ya da Tebliği yerine geçen işlemlerde Tebliğin idareye gelmiş olduğu tarihi izleyen günden itibaren başlar. Süreler Vergi resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlülükler ve bunların cezalarından ve zamandan ortaya çıkan anlaşmazlıklarda tevkif suretiyle alınan vergiler de istihkak sahiplerine ödemenin idareye geldiği tarihi izleyen günden itibaren başlar. Ayrıca tescile bağlı olan vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci ya da komisyon kararın idareye gelmiş oldu tarihi izleyen günden itibaren süre başlar.
Adresi belli olmayanlara özel kanun içerisindeki düzenlemelere göre ilan yoluyla bildirim yapılan hallerde süre son ilan tarihini izleyen gün itibari ile 15 gün sonra işlemeye başlar. Bununla birlikte özel kanunlarda aksine bir hüküm bulunuyor ise farklı bir durum söz konusu olur. Yani bu süre özel kanun içerisinde aksi bir hüküm yer almadığı sürece son ilan tarihini izleyen günden itibaren 15 gün sonra işlemeye başlar.
İlanı gerekli olan düzenleyici işlemlerde dava süresi ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Fakat ilgili olan kişiler bu işlemlerin uygulanması üzerine düzenleyici işlem ya da uygulanan işlem veya her ikisine karşı dava açabilirler. Eğer düzenleyici işlem iptal edilmemiş ise Bu düzenlemeye dayalı olan işlemin iptaline engel bir durum oluşmaz. Yani düzenleyici işlemin iptal edilmemesi bu düzenlemeye dayalı işlemin iptalini engellemez.
Süreler ile ilgili olarak genel esaslarda da bahsetmek de mümkündür. Süreler ile ilgili olan genel esaslar kanun ve çimlerinde düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre süreler tebliğ yayın ya da ilan tarihini izleyen gün itibari ile işlemeye başlar. Tatil günleri süreleri dâhil olur. Süreli son günü eğer tatil günü ise süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar. 2577 sayılı idari yargılama usulü kanununun ilgili hükümlerinde yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanı rastlarsa bu süreler ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır.
İptal davasının sonucunda iki durumdan bahsedilebilir. İptal davasının sonuçlanması ile ilk olarak başvurunun reddedilmesi söz konusu olabilir. Bir diğer durumda ise iptal davasına konu olan işlemin iptali söz konusu olabilir. Yani iptal davasının sonuçlanması ile başvuru reddedilebilir veya iptal davasında konulan işlem iptal edilebilir. İptal davasının sonucu olarak iptal ve ret durumu ortaya çıkar.
İlk olarak davanın reddedilmesi durumundan bahsetmiştik. Bununla ilgili durumlardan bahsedebiliriz. İptal davasının reddedilmesinde bazı haller söz konusu olabilir. Dava ön koşullardan reddedilmiş veya esastan ret edilmiş olması mümkündür. İptal davasının on kısımlarından ret durumu söz konusu ise mevcut ön koşul ya da koşullar yerine getirilmesi şartıyla tekrar açılması mümkündür. Eğer dava süre yönünden reddedilmiş ise bu davanın tekrar açılması mümkün değildir. Yani dava süre sebebiyle reddedilmiş ise tekrar açılmaz. Davanın süre yönünden ret edilmesi sonucunda davanın tekrar açılmamasının sebebi dava açma süresinin hak düşürücü bir süre olmasıdır. Dava açma süresi hak düşürücü bir süre olduğu için davanın süreci sebebiyle reddedilmemesi durumunda tekrar açılmaz.
Davanın reddedilmesi ile ilgili olarak verdiler durum ise esastan rettir. Eğer dava esastan ret edilmiş ise davaya konu olan idari işlem hukuka uygundur. Davaya konu olan idari işlem hukuka uygun olduğu için dava esastan ret edilir. İptal davası açmış olan bir davacının davası reddedilmiş ise bu davacı tekrar o işlemle ilgili olarak iptal davası açamaz. Bu ret kararının üçüncü kişilerin durumunu etkilediği söylenemez. Yani bu ret kararı üçüncü kişilerin durumunu etkilemez. Üçüncü kişiler aynı işlem ile ilgili olarak tekrar iptal davası açma hakkına sahiptirler.
İptal kararı ile ilgili olarak söylenmesi gereken bazı durumlar mevcuttur. İptal kararı davaya konu olan işlemin yapılmış olduğu an itibari ile ortadan kalkmasını sağlar. İptal kararının davaya konu olan işlemin yapılmış olduğu an itibari ile ortadan kalkmasını sağlaması iptal kararının geçmişe etkili olması ile ilgilidir. İptal kararı geçmişe etkili olduğu için davaya konu olan işlemin yapılmış olduğu andan itibaren bu işlemi ortadan kaldırır. İptal kararı ile bu işlem hiç yapılmamış gibi olur.
İptal kararının uygulanmasını sağlayan görevli idaredir. Bir idari işlemi iptal etmiş olan idare iptal kararının gereklerine yerine getirmelidir. Bu görevi yerine getirmek için idare gerekli olan eylem ve işlemleri yapmalıdır. İdarenin bu görevi ile ilgili olarak 2577 sayılı idari yargılama usulü kanununun ilgili maddesinden bahsedebiliriz. Danıştay bölge idare mahkemeleri idare ve vergi mahkemelerinin yürütmenin durdurulmasına ve esasa ilişkin olan kararlarının icaplarına göre idare gecikmeden işlem tesis etme ya da eylemde bulunma zorunluluğu altındadır. Bu süre kralın idareye tebliğ edildiği andan başlayarak hiçbir şekilde 30 günü geçemez. 2577 sayılı idari yargılama usulü kanununun bu hükmüne göre idare iptal kararının kendisine tebliğ edilmesinden itibaren 30 günü geçmeden uygulamada bulunmalıdır.
İptal davası bir idari işlemin iptalini sağlar. Tam yargı davası ise bir idari işlemden veya bir idari eylemden hakkı ihlal edilmiş olan kişilerin zararının karşılanması yani bir idari işlemden veya eylemden hakkı ihlal edilmiş olan kişilerin zararının tazminini sağlar. İptal davasının konusunu sadece idari işlem oluşturur. Tam yargı davasının konusunu ise idari işlemler oluşturabileceği gibi bunun yanı sıra idari eylemler de tam yargı davasının konusunu oluşturabilir.
İptal davasının açılabilmesi ne mümkün olması için kişilerin bir menfaatin ihlal edilmiş olması gerekir. Yani iptal davasını menfaati ihlal edilmiş olan kişiler açar. Tam yargı davasının açılabilmesi ne mümkün olması için ise davacı olan kişinin kişisel haklarının doğrudan ihlal edilmiş olması gereklidir.
İptal davası objektif yani nesnel niteliktedir. Tam yargı davası ise sübjektif yani öznel niteliktedir. İptal davasında mahkeme tarafından işlemin iptali yönünde karar verilmiş ise bunun sonucu herkesi etkiler. Bu sonuçta herkes yararlanır. Tam yargı davasında ise mahkeme tarafından verilmiş olan karar sadece davanın tarafı olan kişiyi etkiler. Bu karardan sadece davanın tarafı olan kişi yararlanır.
İptal davası kamu düzeninden kaynaklanır. İptal davasında İlgili olan kişinin davadan vaz geçmiş olması geçerli değildir. Ancak tam yargı davası Özler nitelikte olduğu için ilgili olan kişi her zaman bu davadan vazgeçme hakkına sahiptir.
İdari işlemlerden veya idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olan kişiler tam yargı davası açabilirler. Tam yargı davasının açılması ile idari eylem ve idari işlemler neticesinde hakları İhlal edilmiş olan kişiler uğramış oldukları zararın giderilmesi talebinde bulunabilirler. Davaya konu olan hak ihlalinin bir idari işlemden kaynaklanması mümkündür. Bununla birlikte davaya konu olan hak ihlali bir idare eylemden de kaynaklanmış olabilir. Öyle ki tam yargı davalarına tek yanlı idari işlemler idare eylemler buna ek olarak İdari sözleşmelerin de konu olması mümkündür. Tam yargı davası sübjektif nitelik taşır. Tam yargı davasının açılabilmesi mümkün olabilmesi için davacı olan kişinin kişisel haklarının doğrudan ihlal edilmiş olması gereklidir. Tam yargı davasının sonucunda ortaya çıkan durumlardan sadece davanın tarafı olan kişiler yararlanır. Yani tam yargı davasının sonucunda ortaya çıkan durumlardan üçüncü kişiler yararlanamaz.
İzmir idare hukuku avukatı IŞIL URGAN YAKAR ile iletişime geçerek detaylı bilgi ve randevu alabilirsiniz.