Anadolu Şifahaneleri
Youtube Kanalımız : www.youtube.com/channel/UCkLv0sYgOJCaxlUWMLkoA2A
Pinterest : tr.pinterest.com/anadolusifahane/_saved/
Tumblr : www.tumblr.com/blog/view/anadolusifahane
Flickr : www.flickr.com/photos/193298069@N05/
Blogger : anadolusifahane.blogspot.com/
Okul Sayfamız : basogretmenataturk.meb.k12.tr/icerikler/anadolu-sifahaneleri_11684639.html
Web Sayfamız : anadolusifahane202.wixsite.com/website
Gevher Nesibe Sultan Tıp Merkezinin yapılış hikayesi vardır. Gevher Nesibe Sultan, saray başsipahisine gönül vermiştir. Evlenmelerine Nesibe Sultan’ın ağabeyi Hakan I. Gıyasettin Keyhüsrev karşı çıkmıştır. Hakan I. Gıyasettin başşipahiyi savaşa göndermiş, baş sipahi de bu savaşta şehit düşmüştür. Bu olay üzerine ve sonrasında Gevher Nesibe Sultan üzüntüsünden hasta olmuş ve vereme yakalanmıştır. Kız kardeşinin durumunu öğrenen Sultan I. Gıyasettin Keyhüsrev onu ölüm döşeğinde ziyaret eder. Son dileğini sorarak özür diler. Gevher Nesibe Hatun da, Hakan Gıyasettin Keyhüsrev’den “Ben devasız bir derde düştüm, kurtulmama imkan yok, hiçbir hekim derdime çare bulamadı, ben artık ahret yokuşuyum, eğer dilersen benim mal varlığımla benim adıma bir şifahane (hastane) yaptır! Bu şifahanede bir yandan dertlilere şifa verilirken, bir yandan da çaresi olmayan dertlere çare aransın. Bu şifahane ünlü ve hekim ve cerrah yetiştirsin. Burada kimseden bir kuruş para alınmasın. Burası benim adıma bir vakıf olsun.” diye vasiyette bulunmuştur.
I. Gıyasettin Keyhüsrev, kız kardeşinin hastalığına kendisinin neden olmasından büyük üzüntü duyar. Onun son isteğini yerine getirir ve 1204 yılında şifahanenin yapımını başlatır. Şifahane iki yılda tamamlanarak, 1206 yılında hizmete açılır. Daha sonra şifahanenin doğusuna, Gevher Nesibe Sultan’ın ikinci kardeşi Sultan İzzettin Keykavus, 1210-1214 yılları arasında tıp merkezini (medresesini) yaptırır. Bu iki yapının 1890 yıllarına kadar, amacına uygun şekilde hizmet verdiği bazı kaynaklarca belirtilmektedir.
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası olarak bilinen bu yapı topluluğu, cami, darüşşifa ve türbeden meydana gelen bir külliyedir. Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı Mengücek Beyliği döneminde inşa edilmiştir. Ulu Cami, Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından; Darüşşifa ise eşi Melike Turan Melek tarafından yaptırılmıştır. 1228 yılında başlanıp 1243 tarihinde tamamlanan yapı kompleksinin Baş Mimarı Muğis oğlu Ahlatlı Hürrem Şah'tır.
www.divrigiulucamii.com/tr/Sivas_Divrigi_Ulu_Camii_Genel_Bilgi_1.html
-Mardin Emineddin Darüşşifası ( H. 502-516/M. 1108/9-1122/23)
-Kayseri Gevher Nesibe Darüşşifası ve Medresesi ( H. 602/M. 1205-6)
-Sivas I. Îzzeddin Keykâvus Darüşşifası ( H. 614/M.1217-18)
-Divriği Turan Melik Darüşşifası ( H. 626/M.1228-29)
-Çankırı Cemaleddin Ferruh Darüşşifası ( H. 633/M.1235)
-Aksaray Darüşşifası ( XIII. Yüzyılın ilk yarısı)
-Kastamonu Pervaneoğlu Ali Darüşşifası ( H. 671/M. 1272-73)
-Tokat Muineddîn Pervane Darüşşifası ( XIII. Yüzyıl son çeyreği başı)
www.fikriyat.com/galeri/tarih/darussifa-nedir-darussifanin-tarihi/7
UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne dahil edilen Divriği Ulu Cami, Mengücekli beyi Ahmet Şah tarafından 1228 ile 1229 yılları arasında yaptırılmıştır. Camiyle bir kabul edilen darüşşifa da aynı tarihlerde Ahmet Şah’ın eşi Turan Melek tarafından yaptırılmıştır. Her iki yapının da mimarı Hürrem Şah olarak bilinir. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Hürrem Şah’ın bilinen tek eseridir. Mimarın, yapıyı inşa ederken farklı motif, sembol ve şekilleri birleştirerek kendine has bir üslup oluşturduğu düşünülür.
www.haber7.com/mimari/haber/1804228-edirne-darussifasina-abdden-odul
Amasya şehrinde Yeşilırmak’a paralel cadde üzerinde, Yakutiye mahallesinde bütün görkemiyle ayakta olan, tipik bir Selçuklular dönemi dârüşşifasıdır. Amasya Dârüşşifası’nın Türk bilim dünyasına tanıtılması Süheyl Ünver’in 1935 yılında yazdığı bir makale ile başlamıştır. Amasya Dârüşşifası Türk bilim dünyasına İlhanlılar devrinde yaptırılan “Anber b. Abdullah Dârüşşifası” (1308) olarak tanıtılmıştır. Bu bilginin kaynağı dârüşşifanın kitabesindeki bilgidir:
“Büyük sultan, en büyük hakan, dinin ve dünyanın yardımcısı Sultan Olcaytu Muhammed’in -Allah, onun saltanıtını ve büyük hatun, büyüklerin kraliçesi İldus Hatun’un şeref günlerini ebedî kılsın ve saltanatını artırsın- devletinin zamanında bu mübarek dârüşşifayı imar etmekle saltanatının yüceliğini muvaffak kılsın. Zayıf kul, Anber bin Abdullah -Allah onların yaptıklarını kabul etsin. Yıl, 708 (1308).”
Bu taşa kazılı bilgi hiç tereddütsüz kabul edildi ve Anber bin Abdullah Dârüşşifası olarak her yerde kaydedildi. Fakat yapılan araştırmalar, bulunan belgeler, bu dârüşşifanın Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad (1220-1237) tarafından yaptırıldığını ortaya koymaktadır. Bu dârüşşifa 1308 yılında Amasya’yı ele geçiren Moğollar (İlhanlılar) zamanında tamir edilmiş ve yeni bir kitâbe konulmuştur.
Amasya Dârüşşifası konusunda, Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde bulunan her belgede bu bina “Sultan Alâeddin Dârüşşifası” olarak kaydedilmiştir. Bu belgeler tarihçilerin de dikkatini çekmişti. Örnek olarak verirsek, bir tayin belgesinde “…arzuhal-i kullarıdır ki Amasya’da vâki Sultan Alâeddin’in bina eylediği dârüşşifada…” denilerek devletin resmî kayıtlarında defalarca bu şekilde gösterilmiştir. Aynı belgenin sağ üst köşesinde hazine defterindeki kayıt, bir mühür şeklinde yer almaktadır:
Ber mucib-i defter-i hazine Vakf-ı Dârüşşifa Merhum Sultan Alâeddin der Amasya
Amasya tarihini yazan uzmanlar, Amasya şehrinin XI. Yüzyılın başında Dânişmendliler’in idaresi altında olduğunu ve 1182 yılında Anadolu Selçuklularından Sultan II. Kılıçarslan’ın Amasya’yı aldığını bildirmektedir. Selçuklu idaresinde 126 yıl kalan bu şehir 1308’de İlhanlılar’ın eline geçmişti. Moğol idaresinde yirmi yedi yıl kalan şehir, yine bir Türk beyliği olan Eretna Beyliği altmış üç yıl hükmetmiş ve 1398 yılında Yıldırım Bayezid’in Amasya’yı almasıyla Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Dârüşşifayı yaptıran I. Alâeddin Keykubad (1220-1237), Anadolu Selçuklu hükümdarlarının dördüncüsüdür. Onun zamanında Selçuklular’ın en güçlü dönemi yaşanmıştır. Sultan Alâeddin’in bu dârüşşifayı neden Amasya’da yaptırdığını sorgulayacak olursak iktisat tarihçilerinin gösterdiği “ticaret yolu üzerinde” olması tek ve en önemli sebeptir. Amasya, tarihte ve o zaman diliminde çok önemli iki tarihî ticaret yolu üzerinde ve önemli bir mola merkezindeydi. Bu yollardan biri, Anadolu’yu kuzeydan güneye bağlayan ticaret yolu idi ki “Samsun-Zile- Kayseri-Tarsus” ticaret yolu üzerindeydi. İkinci yol, doğu-batı güzergâhı üzerindeki bir başka ticaret yolu idi. Buna dönemin tüccarları “Azerbaycan-Bursa” güzergâhı diyorlardı.
Her iki yol da işlek olup birçok tüccarın konakladığı merkezlerdi. Bunun dârüşşifa ile ilgisi de çok açıktır. Dârüşşifaların hizmet ettikleri, yoksullar, kimsesizler, seyyahlar, yolcular ve tüccarlardı. O tarihlerde de dârüşşifaları bir hastane olarak düşünmemek gerekir. Çünkü herkes hastasına kendi evinde bakıyordu. Hekim eve çağrılıp orada muayene ediliyor, orada aile içinde hekimin direktifi ile tedavisi uygulanıyordu. Hekim gerektiğinde hastayı tekrar yokluyor ve izliyordu. Dârüşşifalara ancak tüccarlar, seyyahlar, kimsesiz ve kendisine bakacak birisi olmayanlar gidiyor ve orada parasız sağlık hizmeti alıyorlardı. Bu sebeple Selçuklular döneminde yaptırılan dârüşşifalara bakıldığında hepsinin ticaret merkezlerinde ya da nüfusu yoğun yerleşim bölgelerinde olduğu görülür.
Bütün bu siyasî, tarihî ve iktisadî veriler, arşiv belgelerindeki bilgileri tamamlamaktadır. Devletin resmî kayıtları ve vakfiye arşivleri bize Amasya Dârüşşifası’nın Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad tarafından 1222-1232vyılları arasındaki bir tarihte yaptırdığını gösteriyor. İlhanlılar’ın (Moğollar) Amasya’yı alışlarının 1308 yılında olduğu kesindir. Dârüşşifa kitabesindeki tarih de 1308 yılıdır. Eğer bu görkemli dârüşşifayı İlhanlılar’ın şehri aldıktan sonra yaptırdıklarını varsayarsak bunun -aynı yıl içinde- birkaç ay gibi kısa bir sürede yapılmış olması gerekir ki bu imkânsızdır.
Amasya’nın İlhanlılar tarafından alınması, inşaatına karar verilmesi, o görkemli binanın yaptırılması, bitirilmesi ve kitabesinin yapılması en fazla bir yıl içinde (1308) olması gerekiyordu. Dârüşşifaların yapım süresinin en kısa olanının bile ortalama dört yıl olduğu (Sivas, Süleymaniye) varsayıldığında binanın 1308 yılında yapılmadığı ve belki, 1308 yılında İlhanlılar’la yapılan savaş sırasında hasar gördüğü ve Anber bin Abdullah tarafından o tarihte -1308- tamir edilerek kitabesinin (“yaptırıldı” şeklinde) konulmak suretiyle hizmete tekrar açıldığı kabul edilebilir bir gerçektir.
sifahane.org/amasya-darussifasi-sabuncuoglu-serefeddin/
Bursa'da Yıldırım Bayezid döneminde yaptırılan külliyenin bir parçası olan ve restorasyonla ayağa kaldırılan bina 20 senedir Göz Vakfınca hastane olarak kullanılıyor.
Bursa'nın Yıldırım ilçesindeki Osmanlı'nın ilk hastanesi darüşşifa binası Göz Vakfına bağlı sağlık merkezi niteliğiyle hizmet vermeyi sürdürüyor.
Osmanlı sultanı Yıldırım Bayezid tarafından 1397'de yaptırılan "Yıldırım Darüşşifası", Vakıflar Genel Müdürlüğünce aslına uygun olarak restore edildikten sonra 2001'de Göz Vakfına tahsis edildi.
Restorasyonla asli kimliğine dönen 6 yataklı hastanede bir ameliyathane bulunuyor, 6 doktor ve 5 hemşire görev yapıyor.
Göz Vakfı Yıldırım Hastanesinin kurucu başhekimi Göz Hastalıkları Uzmanı Opr. Dr. Osman Seyrek, AA muhabirine, 620 yılı aşkın bir geçmişe sahip binanın 1700'lerin sonlarına kadar sağlık hizmetleri için kullanıldığını söyledi.
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl, ecdadın Selçuklu'dan beri engellileri toplumun vazgeçilmez bir parçası olarak gördüğünün, bunu onlara hissettirdiğinin ve yaşam standartlarının iyileştirilmesi için her şeyi yaptığının arşiv belgelerinde görülebildiğini belirtti.
Erdöl, yaptığı yazılı açıklamada, yaklaşık 600 yıl adalet ve merhametle dünyaya hükmeden Osmanlı'nın engellilerin gerek eğitimi gerek sosyal hayata katılımları konusunda son derece hassas olduğunu, engellilere yönelik sosyal devlet anlayışını mükemmel biçimde yerine getirdiğini anlattı.
Osmanlı arşivinden bazı belgeler paylaşan Erdöl, "Ecdadımızın Selçuklulardan beri engellileri toplumun vazgeçilmez bir parçası olarak gördüklerini ve bunu onlara hissettirdiklerini, yaşam standartlarının da iyileştirilmesi için her şeyi yaptıklarını arşiv belgelerinde görebiliyoruz. Avrupa’da zihinsel engelliler, hasta sayılmayıp 'içlerinde şeytan var' denilerek yakılırken, ceddimiz bimarhanelerde müzik ve suyla tedavi yönteminde olağanüstü bir başarı yakalamıştı. Bimarhanelere Mimar Sinan tarafından inşa edilen Haseki Darüşşifası, Süleymaniye Külliyesi’ndeki şifahane ile tıp medresesi ve Atik Valide Hastanesi'ni örnek gösterebiliriz." ifadelerini kullandı.
Özellikle Osmanlı’da engellilerin eğitimleri, ekonomik özgürlükleri ve sosyal hayata katılımları noktasında atılan adımlara dikkati çeken Erdöl, Osmanlı döneminde sağır, dilsiz, görme, zihinsel ve bedensel engellilerin devlet tarafından her zaman kollanıp gözetildiğini, dışlanmadığını, istihdamda kolaylık sağlandığını, vergiden muaf tutulduğunu ve maaşa bağlandığını anımsattı.
Erdöl, Osmanlı'da engellilere yönelik pozitif uygulamaların zirvesi olarak 2. Abdülhamid Han dönemini gösterebileceklerini aktararak, şunları kaydetti:
"2. Abdülhamid Han döneminde özellikle sağır, dilsiz ve ama olan kişilerin eğitim ihtiyacını gidermeye yönelik Sağır ve Dilsiz Mektebi (1889) açılmıştır. Paylaştığım arşiv belgesinde engellilerin sosyal hayatta rahat hareket etmeleri için Maarif Vekaleti tarafından şehremanetine gönderilen bir talimatta 'Konuşma ve Görme Engelliler Okulu öğrencilerine yoldan geçen at ve arabalar nedeniyle bir kazaya uğramamaları adına kırmızı renk kıyafetler giydirildiği halde buna dikkat etmeyen arabacıların amirleri tarafından uyarılmaları gerektiği' talimatı verilmiştir. Diğer arşiv belgesinde de Sağır ve Dilsiz Mektebi talebelerinden Şirket-i Hayriye vapurları, tramvay arabaları ve köprü geçişlerinde ücret alınmaması ve kolaylık sağlanması talimatı görülmektedir. 2. Abdülhamid Han’ın engellilere yönelik pozitif yaklaşımları nedeniyle İşitme ve Görme Engelliler Okulu öğrencilerini kendilerine yapılan bütün yardımlardan dolayı Sultan 2. Abdülhamid’e 'Padişahım Çok Yaşa' başlıklı teşekkür yazısı göndermişlerdir.
Osmanlı dönemindeki engellilere yönelik pozitif uygulamalar, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan döneminde adeta zirve yapmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız engellilere yönelik atılan devrim niteliğindeki adımları 'Engelli kardeşlerimizle ilgili çalışmaları yardım veya lütuf anlayışıyla değil onların haklarını teslim etme anlayışıyla yürütüyoruz.' şeklinde ifade ederek, bir bakıma ceddinin kaldığı yerden devam etmek gibi bir misyonu üstlendiğini ifade etmiştir. Ben bu durumu 'büyük adamların büyük adımları' olarak değerlendiriyorum. Bu, ancak insana hizmette sınır tanımayanların başarısıdır. Peygamber Efendimiz'in buyurduğu gibi (İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır.)"
www.sabah.com.tr/cankiri/2020/05/04/tip-sembolu-asaya-sarili-yilan-sembolunun-merkezi-cankiri
Sultan 2’inci Bayezid tarafından 1488'de yaptırılan, su, müzik ve koku ile psikolojik hastalıkların da tedavi edildiği, şimdi müze olarak devrin tedavi yöntemlerinin anlatıldığı Sultan 2’inci Beyazid Külliyesi Sağlık Müzesi, tıp tarihine ışık tutmaya devam ediyor. Müzede birçok hastalığın tedavi aşamaları, dönemin cerrah ve cerrahelerinin yapmış olduğu çalışmalar yer alıyor.
Osmanlı’nın Tedavi Yöntemleri Sergileniyor
Müzede Osmanlı zamanında kullanılan tedavi yöntemleri sergileniyor. Dönemin Avrupa’sında akıl hastaları içlerine şeytan girmiş diye yakılırken Osmanlı su, müzik, koku ve meşguliyetle hastaları tedavi ediyordu.
Devrin En Modern Tıp Yöntemleri Uygulanıyordu
Avrupa bilime sırtını dönmüşken Osmanlı’da ameliyat yapan kadın cerrahlar bulunuyordu. Devrin en modern tıp yöntemlerinin uygulandığı Sultan 2. Beyazid Külliyesi’nde, halka şifa dağıtılan külliyede çalışmış kadın hekimlerle ilgili de bölüm yer alıyor. 1600’lü yıllarda birçok kişiyi ameliyat eden Kadın Cerrahe Küpeli Saliha Hatun ile ilgili de özel bir bölüm yer alıyor.
Saliha Hatun Kasık Fıtığı Ameliyatı Yapıyordu
Cerrahlığı kocasından öğrenen Küpeli Saliha Hatun, o dönem için mahrem sayılabilecek kasık fıtığı ameliyatları yapıyordu. Saliha Hatun günümüzde de yeni uygulanmaya başlanan rıza senedini (hasta onamı) de 1600’lü yıllarda uyguluyordu. 1620’de hekimliğe başlayan Saliha Hatun, hastalara belki de dünyada ilk defa rıza senedi imzalatıyordu.
“Tıp Tarihine Önemli Katkı Sağlamıştır”
Günümüzde kullanılan hasta onamını 1600’lü yıllarda Osmanlı cerrahelerinden Küpeli Saliha Hatun’un kullandığını dile getiren Sultan 2’inci Beyazid Külliyesi Sağlık Müzesi Müdürü Hakan Akıncı; “Küpeli Kızı Saliha Hatun 17’inci yüzyılda eşinden öğrendiği cerrahi teknikleri hastaların tedavisinde kullanıyordu. Bununla birlikte o dönemde şeri mahkemelerde kadı huzurunda imzalanan hasta ve hekim ilişkisini anlatan rıza senedi imzalatıyordu. Günümüzde hasta onamı olarak adlandırılan rıza senedini kullanması açısından Küpeli Saliha Hatun tıp tarihinin gelişimine önemli katkı sağlamıştır.” Dedi.
O dönemde Osmanlı’daki tıbbın Avrupa’dan daha ileride olduğunu belirten Akıncı; “Küpeli Saliha Hatun’un Sultan 2’inci Beyazid Külliyesi Sağlık Müzesi’nde sergilenmesi de o dönemde tıbbının geldiği noktayı göstermesi açısından çok önemli bir yere sahip.” Şeklinde konuştu.
21 Hastaya Rıza Senedi İmzalatmıştı
1620’de hekimliğe başlayan Saliha Hatun, hastalara belki de dünyada ilk defa rıza senedi imzalatıyordu. Hasta, tedavi sonrası sakat kalır veya yaşamını yitirirse akrabalarının kan ve diyet davası açmaması için söz konusu senet imzalatan Küpeli Saliha Hatun kayıtlara göre 21 hastaya rıza senedi imzalatmıştı.
1600’lü yıllarda rıza senedi ile ameliyat
www.edirnehaber.org/haber/37929/1600lu-yillarda-riza-senedi-ile-ameliyat.html