Ana Sayfa | Egil Tarihi | Fotograflar | Peygamberler | Kelek
Eğil bölgesinde yer alan bir çok mağara, Mağara Devrinde bölgede insanların yaşadığını, kale ve kitabeli steller ile kral mezarları ise, M.Ö. 2000’li yıllardan itibaren Asurlar ve pek çok kavmin bölgede yurtluk ettiğini göstermektedir.
Adını taşın yanısıra bakır kullanımından da alan M.Ö. 5500 - 3000 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Çağ, kültür tarihinde ilk ön kent kültürlerinin başladığı dönem olarak bilinmektedir. Eğil ile Ergani arasında yer alan Girikihaciyan bu çağın önemli merkezlerinden biri olmuştur.
Tarih boyunca Eğil bölgesine İntilene veya İngilene, Eğil merkezine ise Angel, Angl, İggel, Aggilenè, Encil, Agêl isimleri verilmiştir. Bugün de yerli halk tarafından Gêl ismi kullanılmaktadır.
Dicle Nehrinin sarp yamaçları üzerindeki kayalar oyularak meydana getirilen Eğil Kalesi, Asurlar tarafından yapılmıştır. Kale, Dicle Irmağına değişik yönlerden giden gizli yollar ve geçitlerle doludur. Ayrıca Dicle kıyısında Asur Hükümdarlarına ait bir çok mezarlar, kitabeler bulunmaktadır.
Şevket Beysanoğlu’nun Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi adlı eserinde belirtildiği üzere 1865’te burada araştırmalar yapan J.G.Taylor Eğil Kalesi için şunları yazmıştır: “Dicle’nin Ergani-Maden kolunun sağ tarafındaki kıyısında, dik, yüksek, kayalık bir dağ üzerine inşa edilmiştir. Doğusunda heybetli, eski, çift duvarlı bir kalenin kalıntıları bulunur. Hasankeyf’te olduğu gibi kayalardan oyulmuş 177 basamaktan oluşan, gizli bir merdivenle Dicle’ye bağlanır. Batı ucunda, üzerinde kalenin inşa edilmiş olduğu bölüm bulunur. Bu kısım tam anlamı ile korunmayı sağlamak üzere ‘ana dağ’dan ayrılmıştır. Kayanın bir bölümü, göze batacak şekilde, caddeye doğru uzanır. Kayanın ön kısmında, uzun çivi yazısı ile birlikte (150 x 100 cm büyüklüğündeki mihrap üzerinde) bir Asur kralının neredeyse silinmiş figürü bulunur. Yazı tamamıyla okunamamakla birlikte, kolaylıkla takip edilebilmektedir.”
Hititler zamanında Anadolu'da yaşamış olan Geliler ismiyle Eğil bölgesinin eski adı olan Angl ilişkilendirilebilir. Toumanoff'a göre Angl kalesi ve kenti M.Ö. 14. yüzyıla ait Hitit kayıtlarında Ingalawa adı altında görünür. Bu isim Mısır yazıtlarında da geçmektedir. Grek ve Romalılar Angl bölgesini Ingilene olarak bilirdi. Bu bölgenin adı Angel-tun olarak da geçmektedir. Angel-tun adı, Toumanoff'a göre, bu devletin merkezi olan Angl Kalesi'nin adından gelmektedir. Çok eski bir kale olan Angl Kalesi, bir aralar Sophene olarak bilinen topraklarda, Sophene krallığının başkenti Carcathio-Certa ile aynı yerdeydi.
Lehmann-Haupt’a göre ise Eğil Kalesi, “Kaldik yapı stilinin belirgin özelliklerini taşımaktadır. Suyla bağlantıyı sağlayan tünel ve oyuk, yapıyı güvenlik nedeniyle ‘ana dağ’ dan ayırmak, buna örnek olarak gösterilebilmektedir. Hisar, ya bir Kalde kralı tarafından ya da bunlara komşu veya akraba bir halkın hükümdarı tarafından (ki muhtemelen Sophene hükümdarı) yaptırılmıştır.
Eğil Kalesi’nin batıya dönük yüzünde bir kaya üzerine kazılmış olan kitabeli stel silik bir haldedir. Güneş güneybatıda iken seçilebilmektedir. Stelde Asur hükümdarlarının bilinen bütün kök çizgileri toparlanmıştır: boyundan asılı, sol el sapına konulmuş, belden dışarı az çıkan ve böylelikle yarı beli çizer gibi dümdüz tutulmuş bir kılıç; uzun başlık, büyük bir sakal, sonra o hep oyalı gibi duran giyim, doğuya dönük bir yüz ve önünde bir kitabe ile sağ elinde tutulan ikizli bir balta.
Stel üzerindeki çivi yazısı Kaldelilere mal edilebilmekle birlikte, kral figürü ile birlikte yazılmış hiçbir Kalde çivi yazısı bulunmaması figürün Asur krallarından birine ait olma ihtimalini bırakmaktadır. Marquart, kral figürünün büyük bir ihtimalle, Dicle'nin kaynağındaki III. Salmanassar (Sulmanu-Asared, M.Ö. 858-824) figürünün aynısı olduğunu söylemektedir.
Hititler zamanında Anadolu'da yaşamış olan Geliler ismiyle Eğil bölgesinin eski adı olan Angl ilişkilendirilebilir. Toumanoff'a göre Angl kalesi ve kenti M.Ö. 14. yüzyıla ait Hitit kayıtlarında Ingalawa adı altında görünür. Bu isim Mısır yazıtlarında da geçmektedir. Grek ve Romalılar Angl bölgesini Ingilene olarak bilirdi. Bu bölgenin adı Angel-tun olarak da geçmektedir. Angel-tun adı, Toumanoff'a göre, bu devletin merkezi olan Angl Kalesi'nin adından gelmektedir. Çok eski bir kale olan Angl Kalesi, bir aralar Sophene olarak bilinen topraklarda, Sophene krallığının başkenti Carcathio-Certa ile aynı yerdeydi.
Marquart bu başkentin adının Argatiokerta olması gerektiğini söylemiş ve kurucusunun Sophene Kralı Zariadres’in oğlu Argatias olduğunu belirtmiştir. Marquart’a göre bu şehrin yeri, yıkılmış bulunan Anggl Kalesi civarında şimdiki Eğil yakınlarında ya da Dicle Nehri’nin doğduğu kollardan birisindedir. Diğer yandan II. Salmanassar (M.Ö.1030-1019)’ın bugün British Museum’da bulunan ve Austen Henry Layard tarafından 1846 yılında Nemrud Dağı’nda bulunan Siyah Granit Dikilitaş’ını tercüme eden A.H. Sayce, Dikilitaşın D yüzündeki 69 nolu satırında Tel-Abni isimli bir şehri kastederek “Gittiğim yer, suyun yükseldiği (ya da çıktığı) yerdi, Dicle’nin doğduğu, nehrin başı.” yazdığını söylemekte, dipnotta ise bu tabletin Eğil kasabasının yakınında hala görülebileceğini bildirmektedir.
Doç.Dr. Kemalettin Köroğlu’na göre Eğil Kabartması, II. Sargon (Şarru-kin, M.Ö. 721-705) dönemine ait tanrı kabartması olabilir.
Toumanoff, M.Ö. 6. yüzyıla ait bir Süryanice kaynaktan Angl Kalesi ve kentinin Asurlu Senahrip (Sîn-ahhe-eriba, Sanhêrib M.Ö. 704-681)’in kenti olarak da bilindiğini aktarır ve bu kentte bulunan Asur krallarından birine ait yazıtın Tevrat’ta adı iyi bilinen, M.Ö. 689 yılında Babil’i yakıp yıkan Senahrip’e atfedildiğini söylemektedir. Toumanoff’a göre, Angl prensliğinin Asuri olarak tanınmasında, Asur Ülkesi sınırlarına yakınlığı nedeniyle bu prensliğin coğrafi konumunun da katkısı olmuş, bu coğrafi yakınlık ve orada bir Asur yazıtının bulunmuş olması Angl Bölgesi ve Senahrip Bölgesi’nin orijin olarak da bir ve aynı yer sayılmalarına neden olmuştur. Nitekim Primary History’de ve M. Khorene’de kayda geçirilmiş bulunan Ermeni tarihinde de Angl Bölgesi’nin orijini Asur Kralı Senahrip’e dayandırılmaktadır.
Bölgede yaşamış olan Ermenilerin kayıtlarında Hıristiyanlık öncesi tanrılarından birinin adının, Herkül ile Zaloğlu Rüstem’den ve Tevrat’ın Samson’undan daha güçlü olup elinin tırnaklarıyla kayaları çizen ve eliyle sıkıp kül eden Angle Tork (Tork-Angle) olması, araştırılması gereken bir konudur.
Hıristiyanlık M.S. 38 yılında, Havari Toma’nın kardeşi Addai’nin çalışmaları sonucunda, Urfa’da kurulu bulunan Asur site devletinin yöneticilerinin bu inancı kabul etmesiyle, Urfa üzerinden bölgeye yayılmaya başlamıştır. Addai’nin öğrencileri olan Aggai ve Mara, Diyarbakır’da çalışmalar yapmıştır. Bu misyon çalışmaları sonucunda M.S. 70-80’li yıllarda Eğil, Lice, Silvan’da bu inancın yerleştiği kaynaklarca belirtilmektedir. Roma İmparatoru Büyük Konstantin’in emriyle İznik’te 325 yılında toplanan ilk büyük konsüle Eğil’den metropolit olarak Addai katılmıştır.
Roma İmparatoru Joviyanus döneminde, Amid ve çevresi dışında Perslerin idaresine bırakılan bölgede Ermeni kral II. Arşak (350-369) Perslerin himayesine girmemiş, bunun üzerine Pers Kralı II. Şapur büyük bir kuvvetle bölgeye girmiş, Eğil ve Harput bölgelerini tahrip etmiş, 40.000 aileyi esir alarak, Eğil Kalesi’ni ele geçirmiş, burada bulunan Ermeni ve eski Sup Krallarının mezarlarını açtırarak hazinelerini ele geçirmiştir. Ermenilerin bu direnişi uzun süre devam etmiş, ancak III. Arşak (379-391) devrinde Sasanlı hakimiyetini tanımak zorunda kalmışlardır.
395 yılından sonra Diyarbakır ve Eğil bölgesinin Bizans yönetimine girdiği görülmektedir. 639 tarihine kadar devam eden Bizans hakimiyeti döneminde de, bölgede, zaman zaman Sasanlı-Bizans savaşları olmuştur.
İslamiyetten önce Eğil bölgesinde yetişmiş ilim ve sanat adamları Eğilli Rahip Musa (6. Yüzyıl) ve Eğilli Yuhanna (507-586)’dır. Eğilli Yuhanna 4-15 yaşlarını Are’arabta Manastırı’nda geçirdi. 530’da bilgisini artırmak, dini merkezleri görmek amacıyla, derviş gibi Antakya’dan başlayarak Mezopotamya’ya dek gitti. Üç büyük cilt tutan ve çeşitli dillere çevrilmiş “Kilise Tarihi” isimli eseriyle ün salmıştır. 535 yılında İstanbul’a geçmiştir. Bizans İmparatoru Justinyanus, 542’deYuhanna’yı huzuruna davet ederek onu “Asya Eyaleti” nin merkezi Efes şehrine irşad için göndermiştir. Yuhanna oradan Frigya, Lidya, Karya gibi bölgeleri de dolaşarak Hıristiyanlığı bu bölgelere yaymak için büyük çabalar göstermiştir. Temel amacı Pers güçlerine karşı Doğu Hıristiyanlarını birleştirmektir. 558 yılında Efes’te yapılan bir törenle piskopos seçilmiştir. Bu görevde 29 yıl kaldığından ve bu arada 92 kilise, 12 manastır yaptırdığından, Bizans tarihinde “Efesli Yuhanna” olarak da anılmıştır. Yunanca yazdığı 3 ciltlik Kilise Tarihi 1853’te Londra’da yayınlanmış, Almanca, İngilizce ve Latince’ye çevrilmiştir. Ayrıca iki ciltlik Evliya ve Azizlerin Menakıbı, Kısa Kilise Tarihi, Müminlere Dair Risaleler, Din Ulularına Cevaplar gibi yapıtları vardır.
Eğilli Yuhanna’nın “Kilise Tarihi” adlı eserinin 2. kitabında şunlar belirtilmektedir: “395 yılında Hunlar, Beth Rohmaje memleketini zorlayarak girdiler. Ve Gayja dağı bölgesindeki memleketleri tahrip ettiler. Dönüşlerinde Eufrat (Karasu) geçidinden geçerlerken muhtelif kollardan ilerleyen Roma kuvvetleri geri çekildi. Ve bir imha muharebesiyle atıldılar. Bu zamanda Ziyat kalesinin erleri kaleye kapanmışlardı. Hunlar Amid’e girmeye muvaffak olmuşlar ve burayı almışlar, kurtulan halk da zorlukla Hunların elinden kaçarak Deba ile bunun doğusundaki Deglat suları arasında küçük, büyük Zişat ve Kral Senahrip Von Athor’un Ahgel (Eğil) Kalelerine iltica etmişlerdi. Zişat iki suyun arasında zaptı güç, yüksek ve yalnız bir kapısı olan bir kale idi. İki su bu kalenin duvarlarının hemen kuzeyinde birleşiyordu. Fakat, Hunlar Deba ve Deglat sularına gelen yollardan girerek kapıyı aldılar. Bütün erler susuzluktan harap oldular ve nihayet Hunlar bütün kaleye hakim oldular. Bir çok er ve halk öldürüldü. Kalanlar esir alındı. Ve kale o suretle yakıldı ve tahrip edildi ki, bir daha iskan edilemedi.” Zişat Kalesi’nin yerinin bugün Dicle Barajının yapıldığı mevkiden yaklaşık 1 km. kadar yukarıda bulunan Amini Kalesi olduğu tahmin edilmektedir. Deba ve Deglat Suları ise Dıpni ve Dicle sularıdır.
İslam ordularının Kuzey Mezopotamya’yı fethi, Halife Hz. Ömer zamanına rastlamaktadır. Hz. Ömer tarafından Diyarbakır bölgesini fethetme görevi İyâz bin Ganm’a verilmiştir. İyâz, sekizbin kişilik bir kuvvetle harekete geçmiştir. Ordusunda bine yakın sahabe vardır. Beş aylık uzun bir muhasaradan sonra Halid b. Velid sur dibinde yaptığı keşiflerden sonra küçük bir su deliği tespit etmiş, bir gece yanına yüz kadar iyi savaşan ve çoğu sahabeden oluşan erleri alarak bu delikten içeri girmiştir. Bu yere yakın bulunan ve şehrin fethinden sonra Fetih Kapısı ismini alan kapıyı açarak Arap ordularının şehre girişini sağlamışlardır. Şehrin fethi sırasında, 27 sahabe bir bölgede, 13 sahabe ise surların farklı bir yerinde şehit olmuştur. Yaralanan Sultan Sasa’nın da 6 ay sonra şehit olmasıyla birlikte bölgeye toplam 41 sahabe defnedilmiştir. Diyarbakır’da 30 sahabe mezarının kesin olarak yerleri bilinmektedir. Ancak daha sonra şehirde kalan ve soylarını devam ettirenlerle birlikte toplam 541 sahabe ve tâbiînin kabrinin bulunduğu belirtilmektedir.Tarihçi Vakidî, şehrin Hicretin 17. yılında, 27 Mayıs 638’de fethedildiğini bildirmiştir. Vakidî’ye göre, Angil (Eğil) İyâz’ın görevlendirdiği Numan b. Ma’rife tarafından fethedilmiştir.
Abbasiler döneminde Diyarbekir yöre halkı Ebu'l Abbas'ın halifeliğini kabul etmemiş, ayaklanmıştır. Ancak bu ayaklanma Ebu’l Abbas’ın kardeşi Mansur tarafından bastırılmış, Mansur Diyarbekir ve El-Cezire bölgeleri valiliği’ne getirilmiştir. 803'te Diyarbekir ve civarında çıkarılan ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılmış, bu tarihten sonra bölgeye Bizans akınları yoğunlaşmaya başlamıştır. Bağdat yönetimi Diyarbekir ve yöredeki kalelerin savunmalarını güçlendirmek amacıyla çok sayıda asker göndermiştir. Uzun süre devam eden saldırılar sonucunda 908 yılında Eğil Kalesi, Cebâbira ve Yamâni Kaleleri ile birlikte Bizanslıların eline geçmiştir.
1543 – 1604 yılları arasında yaşayan Bitlis Emiri Şeref Han’ın 1596 yılında bitirdiği Farsça yazılmış Kürt tarihi “Şerefname” adlı eseri, 1667 yılında Türkçeye, 1862 yılında Fransızcaya, 1958 yılında Arapçaya çevrilmiştir. Bu eserde verilen bilgilere göre, Eğil Beyliğinin kurucusu Mırdasîlerden Seyyid Hüseyin el A’rac (topal) oğlu Pîr Mansur’dur. Mırdasîler, Pîr Mansur zamanında Hakkari dolaylarında bulunuyorlardı. Pîr Mansur, sonradan Eğil Kalesi yakınlarındaki Pîran (Şimdiki Dicle ilçe merkezi) köyüne gelip yerleşmişti.
Pîr Mansur'dan sonra yerine Pîr Musa geçti. Mutasavvuf olan Pîr Musa, Pîran’da bir tekke yaptırmıştı. Ünü Mırdasîler ve diğer aşiretler arasında yayıldı. Onun ölümünden sonra yerine Pîr Bedir geçti. O dönemlerde dervişlik postu, saltanat tahtının ilk basamağı idi. Gittikçe müridleri çoğalan, güçlenen Pîr Bedir, Mırdasî ve diğer aşiretlerin desteğiyle Eğil Kalesi’ni ele geçirdi. Kaleyi kimden aldığı hakkında bilgi yoktur. Bunun 11. yüzyılın sonlarında, Anadolu’daki siyasi otoritenin zayıfladığı sıralarda vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Ancak Pîr Bedir’in Eğil hakimiyeti fazla uzun sürmemiş, bir süre sonra kale Selçuklular’ın hakimiyetine geçmiştir. Pîr Bedir, Selçuklular’ın elinden kurtulup da kaçmaya muvaffak olunca Meyyafarikin’e gitmiştir. Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın komutanı Emir Artuk 1089 yılında Meyyafarikin’i kuşatıp almış ve Meyyafarikin hakimiyeti sırasında Pir Bedir şehit olmuştur. Onun ölümüyle aileden kimse kalmamıştır. Fakat bir süre sonra karısının hamile olduğu anlaşılmış ve doğacak çocuk beklenmeye başlanmıştır. Onun bir erkek çocuk dünyaya getirmesi üzerine aşiret halkının Türkçe olarak “çok şükür Hüda’ya, istediğimizi bulduk” demeleri üzerine çocuğa “Bulduk”, adı verilmiş, daha sonra Eğil hükümdarının adı ve lakabı da “Buldukani” olmuştur. Ergenlik çağına gelince beylik makamına getirilen Emir Bulduk’un 11. yy sonları ile 12. yy. başlarında yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Mırdasî aşiretinin başına, Emir Bulduk’tan sonra Emir İbrahim, Emir Muhammed geçmiştir. Emir Muhammed’in ölümünden sonra ise aşiretin yaşadığı topraklar üç oğlu arasında paylaşılmıştır. Bunlardan Emir İsa Eğil yönetimini ele almıştır. Emir Timurtaş’ın daha babasının sağlığında Bağın kalesi ile Palu çevresine sahip olduğu görülmektedir. Emir Hüseyin’de Berdenç Kalesi ile Çermik yöresinin beyi olmuştur. Emir İsa’dan sonra oğlu Şah Muhammed Eğil hükümetinin başına geçmiştir.
Alpaslan oğlu Tacüddevle Tutuş devrinde ve onun 1095'te ölümünden sonra, Güneydoğu Anadolu bölgesinde birçok Türk beylikleri kurulmuştur. Bu dönemde 1097-1142 yılları arasında Diyarbakır’da İnaloğulları, 1142-1183 yılları arasında ise İnaloğullarına vezirlik yapan Nisanoğulları hüküm sürmüştür. Nisanoğulları devrinde 1157’de İzzüddevle Ebu Nasr Eğil Kalesi hakimliği yapmış, bu durum 1169 yılına kadar sürmüştür. 1169 yılında ölünce yerine oğlu Esadüddin geçmiştir. 1183 tarihinde Selahaddin Eyyubi'nin Diyarbakır'ı fethederek Hasankeyf Emiri Nureddin b. Kara Arslan’a vermesiyle Diyarbakır'da da, Artukoğulları egemenliği başlamıştır. Artukoğulları yönetimi 1232'de son bulmuştur.
Eğil Kalesinin arka kısmında, yıkık vaziyette bulunan, inşa tekniği ve plan formu dikkate alınarak Artukoğulları döneminde yapıldığı tahmin edilen Taciyan Camii bulunmaktadır. Şevket Beysanoğlu’nun Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi adlı eserinde belirtildiği üzere, burada 1971 yılı Eylül ayında inceleme yapan Prof. Dr. Ara Altun’a göre, “Üslubu yönünden XII. Yüzyılın sonlarına tarihlendirmek mümkün ise de inşa tekniği ve plan formu ile camiyi Artuklular’a ve XII. Yüzyılın sonu ile XIII. Yüzyılın ilk çeyreğine sokmak mümkündür. Bu şekli ile Artuklular’ın bu bölgede geliştirdiği cami tipinin küçük ölçüde bir denemesi olarak görülebilir.” Rahmi Hüseyin Ünal’a göre ise, “Yapı, Artuklu camilerinde görülen plan şemasının kısaltılmış bir uygulaması niteliğindedir. Kıble duvarına paralel, tonozla örtülü iki veya daha çok sahını ve mihrap önü kubbesi ile temayüz eden bu plan tipi, elverişsiz arazi koşulları nedeni ile burada tam olarak uygulanmamıştır. Genel olarak Şam Emeviye Camii’ne bağlanan bu tipin örneklerini özellikle Güneydoğu Anadolu yöresinde görmekteyiz. Caminin ayakta kalabilmiş kesiminde taşçı markasına rastlamadık. Dıştan kubbe kasnağını dolanan çiçekli kufi çift kitabe şeridinin parçaları, kubbe tamamen çöktüğü için etrafa yayılmış durumdadır. Enkaz yığını arasında bulduğumuz bir başka kitabe parçası da çok haraptır ve okunamamaktadır. Çiçekli kufi parçalarının Diyarbakır surlarındaki bir kitabe ile karşılaştırılması (Reportoire Chronologique d’Epigraphie Arabe, 16 Vol. Le Caire, 1931-1955. No.3203) bu kitabeyi h.550/..1155 yılı dolaylarına tarihlememize imkan vermektedir. Bu durumda camiyi XII. Yüzyılın ikinci yarısı başlarına tarihlememiz mümkün olmaktadır.”
Fotoğrafta Eğil Taciyan Camii kubbe kasnağında günümüzde olmayan Kitabe Parçası görülmektedir.
Eskilerden öğrenildiğine göre, Taciyan Camiinde 1850'li yıllara kadar ibadet edilmiştir.
Diyarbakır’ın 20 km. kuzeyinde Devegeçidi Suyu üzerinde h.615/m.1218’de Artukoğlu Sultan Melik Salih Nâsıreddin Mahmud tarafından Eğil’e giden yol üzerinde yaptırılan Devegeçidi Köprüsü bulunmaktadır.
Artukoğullarından sonra Akkoyunlulara kadar 1232 - 1401 yılları arasında Diyarbakır’da Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Moğolların himaye ve hakimiyetindeki Mardin Artukluları ve Timur hüküm sürmüştür.
1401 yılında Akkoyunlular Diyarbakır’ı başkent yaparak devlet kurmuşlardır. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan döneminde Akkoyunlu devletinin sınırları genişlemeye baslamış, ilk olarak 1457 yılında Hisnikeyfa'daki son Eyyubi hükümdarı ortadan kaldırılmıştır. 1458 yılında ise, Uzun Hasan müttefiki olan Karamanoğulları üzerine saldıran Dulkadirli Arslan Bey'i mağlûp ederek geri çekilmeye mecbur etmiştir. Uzun Hasan 1459 yılında Gürcistan'da birkaç kaleyi ele geçirmiş, ardından Eğil Beylerinin egemenliklerine son vermiştir. Bu tarihten itibaren Osmanlılarla komşu olan Akkoyunlu Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmed ile de mücâdeleye girişmiştir. Diyarbakır’ın Akkoyunlu Devleti’ne başkentliği 1469 yılına kadar sürmüştür.
Uzun Hasan, 1469’da başkenti Tebriz’e nakletmiştir. Uzun Hasan, Eğil Bey’inin kızından doğma oğlu “cesur, becerikli, ileri görüşlü Uğurlu Muhammed’i diğer oğullarına rakip görmüştür. Uğurlu Muhammed, analığı Selçuk Şah Begüm’ün etkisinde kalan babasına muhalefet ederek önce Şam’a, oradan Osmanlılara iltica etmiş, Fatih Sultan Mehmet’in kızı Gevher Han Sultan ile evlenmiş, kendisine Sivas Beylerbeyliği verilmiştir. Bu durumdan kaygılanan Selçuk Şah Begüm’ün, Uzun Hasan’ın ölüm döşeğinde yattığını bildirerek kendisini hükümdarlığa çağıran mektubuna kanıp ülkesine dönmüş, Erzincan’a giderken yolda pusuya düşürülerek öldürülmüştür. Köleleri tarafından kaçırılan iki oğlundan Mahmut Kahire’ye, Ahmed ise İstanbul’a getirilmiştir (Göde Ahmet Beg). Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ve oğlu Sultan Yakub’un ölümünden sonra Akkoyunlu Devleti çöküş sürecine girmiştir. 1490’da Şah Ali Beg tarafından Uğurlu Muhammed’in oğlu Mahmud Beg hükümdar ilan edilmiş, ancak tahta geçememiştir. Uğurlu Muhammed’in diğer oğlu Göde Ahmed Beg, dayısı II. Bayezit’in yardımıyla 1496’da Tebriz’de tahta çıkmış, yönetimine karşı ayaklanan ümera ile İsfahan yakınında yapılan savaşta yenilmiş ve öldürülmüştür. Sadece altı ay tahtta kalabilmiştir.
Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında 23 Ağustos 1514'te yapılan Çaldıran Savaşı'nda Şah İsmail'in ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Bu savaşa Diyarbakır Valisi Ustaclu Muhammed Han da katılmıştı. Ordusu perişan olmuş, kendisi de öldürülmüştü. Bunu fırsat bilen Diyarbakır halkı ayaklandı. Safaviler'in şehirde kalan yöneticileri yok edildi. Kadın ve çocuklar, kale dışına atıldılar. İsyanı yönetenler, İdris-i Bitlisi’ye haber göndererek, Sultan Selim'e bağlanmak ve Osmanlı birliğine katılmak istediklerini, bu konuda yardımcı olmasını dilediler. Amid halkının isyanını, Kürt beylerinin tutumunu ve İdris-i Bitlisi’nin faaliyetlerini haber alan Şah İsmail de birtakım önlemler aldı. İlk iş olarak, Ustaclu Muhammed Han'ın kardeşi Karahan'ı Urfa hakimi Durmuş Bey ile birlikte Amid'i kuşatıp geri almakla görevlendirdi. Mardin, Hasankeyf ve Ergani'de bulunan Safavi kuvvetlerine de Karahan'a katılma buyruğu verildi. Çapakçur yoluyla Amid'e hareket eden Karahan'ın ordusu, bu kuvvetlerle birlikte beş bine ulaşmış bulunuyordu. Amid bir yıl kadar kuşatma altına tutuldu. Birçok saldırı yapıldı. Şehir halkı büyük bir cesaretle savaşıyor, saldırıları püskürtüyor, direniyordu.
1478 – 1490 yılları arasında Akkoyunlu Türkmen devletinin başkenti Diyarbakır iken, burada hükümdar Uzun Hasan Beg’in sarayında şehzadelerin hocası ve kâtip olarak çalışan İdris-i Bitlisî’nin babası Mevlânâ Şeyh Hüsameddin El Bitlisî, Safevi devletinin kurulmasından sonra 1501 yılında II. Bayezit’in hizmetine girmiştir. İdris-i Bitlisî, Kürtçe gibi Türkçeyi de çok iyi biliyordu. Sühreverdi tarikatına bağlıydı. Padişah bu Kürt din âlimine büyük saygı gösterdi ve onu Osmanlı sarayında tarih yazıcılığıyla görevlendirdi. İdris, Osmanlı’nın ilk sekiz padişahının hayatını anlatan Heşt Behişt (Sekiz Cennet) adlı ünlü eserini burada yazarak Sultan’a sundu. Sultan Bayezid’in yerine Yavuz Selim tahta geçince, İdris, yeni sultanın Doğu siyasetinin danışmanı oldu. İdris-i Bitlisî “Selim Şah-Nâme” adlı eserinde; başta Diyarbekir olmak üzere Kürdistan memleketinde 'Kürt Beyleri ve Kürt taifesinin mülk, millet, mezhep ve irsi bağlarını' nasıl güçlendirdiğini anlatmış, ayrıca, kendisinin Farsça kaleme aldığı İstimaletname’de "Bilad-ı Ekrad" yani "Kürt Beldeleri" hakkında bilgiler vermiştir.
Yavuz Sultan Selim, Tebriz'in 6 Eylül 1514'te fethiyle sona eren seferinden Amasya'ya döndüğü zaman, Diyarbakır bölgesini ve Doğu Anadolu'yu ülkesine katmayı düşünmekteydi. Bu amaçla İdris-i Bitlisî’yi görevlendirdi. Padişahtan Kürt beylerine hitaben yazılmış emirnameler alan İdris-i Bitlisî’nin gayretleriyle, bölgedeki Kürt aşiretlerinin beyleri bir araya gelerek Osmanlı’ya katılma kararı aldı. Bu talebi de "Ariza" adlı bir metinde anlattılar:
“Can ü gönülden İslâm Sultânı’na bî’at eyledik, İlhâdları zâhir olan Kızılbaşlar’dan teberri eyledik. Kızılbaşların neşrettiği dalalet ve bid’atleri kaldırdık ve ehl-i sünnet mezhebi ve Şafi’î mezhebini icra eyledik. İslâm Sultânı’nın namı ile şeref bulduk ve hutbelerde dört halifenin ismini yâda başladık. Cihada gayret gösterdik ve İslâm Padişahı’nın yollarını bekledik. Bu muhlis ve size itaat eden bendelere yardım edesiniz. Bizim beldelerimiz Kızılbaş diyarına yakındır, komşudur ve hatta karışıktır. Nice yıllar bu mülhidler, bizim evlerimizi yıkmışlar ve bizimle savaşmışlardır. Sadece İslâm Sultânı’na muhabbet üzere olduğumuz için, bu inancı saf insanları o zâlimlerin zulümlerinden kurtarmayı merhametinizden bekliyoruz. Sizin inâyetleriniz olmazsa, biz kendi başımıza müstakil olarak bunlara karşı çıkamayız. Zira Kürtler, ayrı ayrı kabile ve aşiret tarzında yaşamaktadırlar. Sadece Allah'ı bir bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz. Diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir. Sünnetullah bizde böyle cârî olmuşdur.”
Bu mektubu Kürt Beylerini temsilen Sultan’a İdris-i Bitlisî götürdü. Yavuz Sultan Selim, kendisine başvuran Kürtlerin isteğini geri çevirmedi ve bu "beldeleri" Safavi tehdidinden kurtarmaya karar verdi. Yavuz’un emriyle, Konya Beylerbeyi Hüsrev Paşa, İdris-i Bitlisi’nin manevi desteğiyle 10 bin kişilik bir gönüllü ordusu topladı ve Diyarbakır’ı Safavilerden kurtardı. Safavi kumandanı Karahan, Mardin’e kaçtı. Osmanlı ordusu, Mardin üzerine yürüdü sonuçta bu kenti de aldı.
Bir yılı aşan zorlu bir savaş ve kuşatmanın bütün acıları unutulmuştu. Halk büyük bir sevinç içindeydi. Surlar, Osmanlı bayrak ve sancaklarıyla süslenerek şehrin kapıları açıldı. Böylece Diyarbakır, Eylül 1515'te Osmanlı Birliği'ne katılmış oldu. Haydar Çelebi Rüznamesi'ne göre fetih haberi, 22 Ekim 1515 tarihinde Divan-ı Hümayun'a ulaşmış ve Bıyıklı Mehmet Paşa 4 Kasım 1515'te Diyarbakır Eyaleti Beylerbeyliğine atanmıştır. Padişah Yavuz Sultan Selim’in İdris-i Bitlisi’ye gönderdiği 23 Kasım 1515 tarihli mektup ile Amid geniş ve en önemli eyalet merkezlerinden biri haline getirilmiştir. Bu tarihte, Diyarbakır eyaleti 24 sancaktan oluşuyordu. Bunun 11 tanesi normal Osmanlı sancağı, 8 tanesi, idaresi özel bir şekle bağlanmış yurtluk ve ocaklık sancakları, beş tanesi de Çaldıran savaşından sonra Osmanlı idaresine isteyerek geçen Kürt beylerine, idaresi babadan oğula geçmek üzere bırakılan sancaklardı. İdris-i Bitlisi, 1520 yılında İstanbul’da ölmüştür.
Doğrudan doğruya idare edilen 11 sancak şunlardı: 1-Amid (Diyarbakır - Beylerbeyliği merkezi), 2-Harput, 3-Akçakale, 4-Ergani, 5-Siverek, 6-Çemişgezek, 7-Hısnkeyfa (Hasankeyf), 8-Siirt, 9-Sincar, 10-Meyyafarkin (Silvan), 11-Nusaybin.
İdaresi özel bir şekle bağlanan 8 sancak ise : 1-Atak, 2-Pertek, 3-Tercil, 4-Cabakçur, 5-Çermik, 6-Sağman, 7-Kelap, 8-Mihrani idi.
Yerli beylerce idare edilen ve yönetimi babadan oğula geçen 5 sancak da şunlardı: 1-Eğil, 2-Palu, 3-Cizre, 4-Hazzo, 5-Genç.
1520 yılındaki bir Osmanlı belgesinde, "Vilayet-i Diyarbekir" başlığı altında 9 liva, bunların da altında 28 "Ekrad sancağı" (Kürt sancağı) sayılıyordu. 1526 yılına ait bir belgede ise, "Diyarbekir Vilayeti Livaları" başlığı altında önce 10 Osmanlı sancağı, sonra da Vilayet-i Kürdistan başlığı altında "Ekrad sancakları" denilen 17 sancak sayılmıştı.
Belgeleri yorumlayan tarih profesörü Ahmet Akgündüz, Diyarbekir vilayeti içindeki sancakların 35’i geçtiğini; bunların 16’sının tımar düzenine tâbi klasik Osmanlı sancakları olduğunu; kalanların ise "yurtluk-ocaklık" ve "hükümet" diye de tasnif edilen "Kürdistan vilayeti livaları" olduğunu söylemiştir. Bunun anlamı, söz konusu Kürt bölgelerinin belirli bir otonomiye sahip olduklarıdır. Bu düzende Kürtler kendi hayatlarını sürdürdü. Bu durum onlara kimliklerini koruma imkanı verdiği gibi, feodal düzenin sürmesini kolaylaştıran bir hukuki düzen de getirmiş oldu.
Şerefname’de belirtildiği üzere, “Diyarbakır 1507 yılında Şah İsmail-i Safevî tarafından istila edildiği zaman Eğil Beyi Şeyh Muhammed oğlu Kasım Bey kendisine bağlılığını sunmamış, boyun eğmemiş, tersine son derece muhalefet etmiştir. Kasım Bey'in, cesarette, bilimde, edebiyatta, güzel ahlakta, iyi karakterde tek olması ve çok iyi bir yönetici olması nedeniyle Akkoyunlular kendisini komutan ve çocuklarından birine mürebbi olarak tayin etmişler, bu yüzden kendisine Lala Kasım denmiştir. Safevilere karşı muhalefeti nedeniyle Diyarbakır Valisi Ustaclu Muhammed Han büyük bir orduyla üzerine yürümüş ve Eğil Kalesi’ni kendisinden alarak, Şii Mansur Bey’e vermiştir. Yedi yıl süren bu yönetimden sonra Eğil Kalesi Çaldıran Savaşı’ndan sonra Yavuz Sultan Selim’in yardımı ve desteğiyle Lala Kasım tarafından geri alınmıştır.” Lala Kasım Bey tarafından, Diyarbakır’da Lala Bey Camii ve yakınlarından biri için Lala Bey Türbesi yaptırılmıştır. 1518 tarihinde yapılan ilk tapu tahririne göre, Eğil Beyi Kasım Bey’in Harput’un Ebutahir nahiyesi gelirlerinden 127145 akçelik hası vardı. Eğil sancak beyi hasları toplam sancak hasılatının % 8,2’sini oluşturmaktaydı.
Eğil Beyi Lala Kasım Bey ?1535’de öldü. Çocuğu yoktu. Vasiyetine uyularak Eğil beyliğinin yönetimi Kanuni Sultan Süleyman Divanı’nca kardeşinin oğlu Murad Bey’e verildi. “Murad Bey, 1561 yılında amcası Kasım Bey’in mezarının yakınında büyük bir imaret kurdu; onun yanında da bir han ve bir konak yaptırdı. Orada giden gelenlere her gün yemek verirdi. Bu hayır imareti, Han-ı Şerbetin olarak bilinmektedir.
Murad Bey’in birkaç yıllık yönetiminden sonra oğulları Ali Han ve Kasım Bey peş peşe Eğil hükümdarlığı yaptılar. Ancak genç yaşta öldüler. Kasım Bey iki çocuk bıraktı: Cafer Bey ve Gazanfer Bey. 1572 yılında Cafer Bey, II. Selim’in çıkardığı ferman gereğince, küçük yaşta Eğil hükümdarlığı görevine getirildi.
1540 yılında Diyarbakır’ın nüfusu 9662’si Müslüman, 10741’i gayri Müslim olmak üzere toplam 20003’dür. Gayri Müslim nüfusunun fazla oluşu, şehirde başlayan imar hareketleri ile el sanatlarındaki gelişme sebebiyle usta, kalfa ve işçiye duyulan büyük ihtiyaç yüzünden, civar köy ve sancaklardan gayri Müslim halkın gelip yerleşmesinden kaynaklanmaktadır. Egillu Mahallesinde 6 mücerred, 17 hane, 91 nüfus bulunmaktaydı.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Diyarbekir Eyaleti Kanunnamesi’ne göre Eğil Ocaklık hası 296.750 idi. Diyarbekir eyaletinin 81 olan askeri hakimleri sıralamasında Diyarbekir Veziri, Vezir’in kethüdası, Cezire Hakimi’nden sonra 4. sırada Eğil Hakimi geliyordu.
1578-1581 yıllarına ait bir defterde Diyarbakır eyaletine bağlı sancak sayısının 46’ya çıktığı görülmektedir. Bunlardan biri Eyalet-i Eğil’dir. 1632-1641 tarihli defterde Ocaklık terimine rastlanmamaktadır. Bu defterde “liva-yı tâbi-i Ekrad” sözü geçmektedir. Bu sözün de aynı anlamda olduğu anlaşılmaktadır. Bu defterde Eğil, (Ocaklık) hükümet adı altında geçen sancak durumundadır.
Padişah IV. Murad’ın 1637-1638 Bağdat Seferi’nde Eğil Sancağı’ndan hükümet olması nedeniyle zorunlu Nüzül vergisi (sabit vergi) istenmemişti. Fakat 3000 kile arpa, 200 kile buğday Sürsat talep edilmişti. Sürsat başlangıçta arpa ve buğdayın zorunlu satışından ibaretti. Ancak uygulamada satış bedelleri pek ödenmiyor ya da kısmen ödeniyordu. Gerçekte bu da bir vergiydi. Bu tarihte talep edilen 3000 kile arpanın % 75’inden daha azı temin edilebilmişti.
1655 yılında Üsküdar’dan yola çıkan Evliya Çelebi, Van Valiliğine atanmış akrabası Melek Ahmed Paşa ile Anadolu’daki kervan yolları üzerinden Sivas ve Malatya’ya doğru ilerlemiştir. Harput yakınlarında buğday ve arpa temin etmek göreviyle Palu, Eğil, Hini ve Ergani Beylerine gitmiş, Ergani yakınlarındaki Başhan’da tekrar Paşa’nın kafilesine katılmıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Eğil ismi Gêl olarak geçmektedir. Evliya Çelebi, Başhan’dan Diyarbekir’e giderken harabe Şerbetin kasabası’na ulaştığını, burasının bir zamanlar çok bayındır olduğunu, hala iki yüz evi, bir camii, büyük bir hanı ve mütevazi büyüklükte birkaç dükkanı olan bir kasaba olduğunu, eski bir tekkede Eğil beyinin babası Kaçar Bey’in burada gömülü olduğunu bildirmektedir. Aşevinde gelen-giden yolculara bol miktarda yemek verildiğini, bunların merhum şehit Kaçar Bey’in hayır yapıları olduğunu, halkın tamamının Müslüman olduğunu belirtmektedir.
Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre Eğil ve Hazzo Sancakları, Palu, Genç ve Cezire Sancaklarından daha fazla merkezin kontrolü altına girmiş hükümetlerdir. Merkezden beylere gönderilen mektuplarda kullanılan, Eğil ve Hazzo için sadece “cenab”, Palu için “cem-cenab”, Genç için “cenab-maab”, Cezire için “han-ı âlişan-ı cem cenab” hitap şekilleri de bunu kanıtlamaktadır. Eğil ve Hazzo hükümetlerinde kanunname hükümlerine aykırı olarak, zeametler ve timarlar vardı, dolayısıyla bir alaybeyi ve bir çeribaşı bulunuyordu. Ancak bu zeamet ve timar sahipleri, alaybeyi ve çeribaşı yöreden kişilerdi. Eğil ve Hazzo’da, ocaklık sancaklarının beylerine, tam da bu sıfatlarından dolayı padişah birer has vermişti. Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde "Eğil’de, “beginün hassı taraf-ı padişahîden 2000 akçadır.” demektedir." Diyarbakır beylerbeyinin 1670-1671 yılı gelir-gider kayıtlarında, hükümetlerden, özellikle Eğil, Palu ve Hazzo’dan sağlanan birçok gelir türü yer almaktadır.
1655 yılındaki Evliya Çelebi’nin güzergahı ve bu tarihteki Kürt Emirlikleri, Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten’in “Evliya Çelebi Diyarbekir’de” adlı kitabında yeralan aşağıdaki haritada görülmektedir.
Osmanlılar’ın önemli gelir kaynaklarından olan madenlere saldırılar olmuştur. Örneğin Espiye madenine Çepni eşkıyası ve Sinamili Aşireti çeşitli aralıklarla saldırılar düzenlemiştir. Bu saldırıların önüne geçmek için madenlerin bulunduğu yörelerdeki güçlü beyler ya da aşiretler güvenliğin sağlanmasıyla görevlendirilmişlerdir. Bu madenlerden Keban ve Ergani madenlerine de saldırılar olmuştur. Örneğin Argani (Ergani) madeninden elde edilen cevherin güvenliğini Eğil ve Çermik hakimleri sağlarken, Keban ve Argani madenlerinden elde edilen cevherin emniyetli bir şekilde yerine ulaştırılması görevi Dedaylı, Salmanlı, Çokşuratlu, Ayhanlı, Safilar ve Kulıkak aşiretlerine verilmiştir.
Osmanlı Arşivi - Cevdet Dæhiliye, 16193 nolu belgeye göre, Ergani Ma’deni işçilerine, madende iş ve düzenin aksamasını önlemek amacıyla gözdağı vermek için Diyarbakır Valisi Vezir Ali Paşa’ya ve Eğil Hakimine Ocak 1743’de Padişah I. Mahmud zamanında yazılan fermandan bu tarihteki Eğil Hâkimi’nin adının Hüseyin olduğu anlaşılmaktadır. Yine Osmanlı Arşivi - Cevdet Dæhiliye, 11512 nolu belgeye göre, Keban ve Ergani Ma’denleri’ne ait bazı sorunların adaletle çözülmesi için 1782’de Padişah I. Abdülhamit zamanında yazılan fermandan, bu tarihteki Eğil Sancak Bey’inin Süleyman Bey olduğu anlaşılmaktadır.
Osmanlı devleti 1864 yılında “Vilayet Nizamnamesi” kanunu ile yaptığı yeni bir düzenlemeyle taşra yönetiminde değişiklikler yapmıştır. “Vilayet Nizamnamesi”, merkezi yönetimin taşra örgütlenmesinin vilayet, sancak, nahiye ve köy biçiminde kademelendirilmesini gerekli görmüştür. 1869’da yayımlanan ilk Diyarbekir Salnamesi’ne göre; Eğil bucağı sancak olan Ergani Madeni ilçesine bağlanmıştır. Bu ilçe Hamit Sancağına, bu sancak da Diyarbekir iline bağlıdır.
1871 tarihli salnamede ise Eğil, Amid Sancağı’nın Ergani Madeni ilçesinin bucağı durumundadır.
1871 tarihli salnameye göre Diyarbakır ilinin idari teşkilatı şöyledir :
1- Amid Sancağı. İlçeleri : Siverek, Lice, Silvan, Resülayn, Erganimadeni.
2- Siirt Sancağı. İlçeleri : Eruh, Garzan, Şirvan, Sason.
3- Mardin Sancağı. İlçeleri : Cizre, Midyat, Nusaybin.
4- Mamuretülaziz Sancağı. İlçeleri : Palo, Kebanmadeni, Çarsancak, Eğin.
5- Malatya Sancağı. İlçeleri : Akçadağ, Hısnımansur, Kahta, Behisni.
Bu salnamede (Yıllıkta) Amid Sancağı Merkez İlçesine bağlı Bucaklar: Şark Bucağı, Garp Bucağı, Kiki Bucağı, Türkan Bucağı, Omergan Bucağı, Mahal Bucağı, Metinan Bucağı, Behremki Bucağı, Angevr Bucağı.
Lice İlçesi'nin Bucakları: Peçar , Tavusi, Hırte, Zıkni, Genç, Hani.
Silvan İlcesi’nin Bucakları: Hazro, Mihrani, Kulp, Hevedan, Badikan.
Erganimadeni İlçesi’nin Bucakları: Ergani, Çermik, Çüngüş, Egil, Ebutahir.
1883 tarihli “Diyarbekir Salnamesi”ne göre Mamuretülaziz (Elaziz - Elazığ) il haline getirildiğinden Diyarbakır ilinden ayrılmış, Malatya Sancağı da Mamuretülaziz iline bağlanmıştır. Erganimadeni sancak olmuş, Çermik'te ilçe teşkilatı kurulmuştur. Siirt Sancağı başka ile bağlanmıştır. Diyarbakır ilinin teşkilatı şu şekli almıştır:
1-Amid Sancağı. İlçeleri: Silvan (Hazro, Mihrani bucakları), Lice (Hani Bucağı).
2-Erganimadeni (şimdiki Maden ilçesi) Sancağı. İlçeleri: Merkez (Eğil, Ergani Bucakları), Çermik (Çüngüş Bucağı), Siverek, Palo.
3- Mardin Sancağı. İlçeleri: Cizre, Midyat, Avine, Şırnak.
19.yüzyıl ortalarında Ergani Sancağının merkezi, bakır madenlerinin işletilmesi dolayısıyla önem kazanan Maden Kasabasına taşınmıştır.
1890 tarihli salnameden anlaşıldığına göre idari teşkilatta büyük bir değişme olmamış, sadece Siverek İlçesi Maden Sancağından alınarak Amid Sancağına bağlanmıştır.
19. yüzyılın sonunda Ergani Sancağının toplam nüfusu 134.517 kişi olarak tespit edilmiştir.
1900 tarihli Salname’ye göre Diyarbakır İli İdari Teşkilatı:
1- Amid Sancağı. İlçeleri: Merkez (Baharlı, Altınakar, Kırgalı, Sipyâk Bucakları), Siverek, Silvan (Hazro, Şeyhdavudan, Handuf, Mirkulyan, Şeyhdodan Bucakları), Lice (Hani, Karaz Bucakları), Derik, Beşiri.
2- Maden Sancağı. İlçeleri: Maden Merkez (Ergani, Eğil), Çermik (Çüngüş), Palo.
3- Mardin Sancağı İlçeleri : Midyat, Avine, Nusaybin, Cizre.
1901 tarihli 18 nolu Salname’ye göre sadece Maden Sancağı Merkez İlçesi’nin Ergani ve Eğil Bucaklarına Piran, Kılleş, Abdalan, Anceviz, Zehoran Bucakları ilave olmuştur. Bu tarihte Diyarbakır vilayet nüfusu 375.528'i müslüman, 95.232'i gayrimüslim olmak üzere toplam 470.760 kişidir.
1903 tarihli Salname’ye göre herhangi bir değişiklik yoktur.
20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı mülga Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun (Anayasa'nın) 89. maddesi, sancakları kaldırmış ve idari taksimatı vilayet, kaza, nahiye, kasaba ve köy şeklinde tesbit etmiştir. Buna göre yapılan yeni düzenlemede o zamana kadar mevcut iller il olarak kalmış ve bir kısım sancaklar il haline getirilmiş, bir kısmı da ilçe olmuştur. Bu arada Mardin Sancağı il olmuş, Maden Sancağı ilçe haline getirilerek Elazığ'a bağlanmıştır. Diyarbakır ili idari teşkilatı şu şekli almıştır :
Diyarbakır iline bağlı ilçeler: Merkez, Ergani, Çermik, Kulp, Lice, Silvan.
01.12.1935 tarih ve 3012 sayılı kanunla Alaca, Beytüşşebap, Gölcük, Yerköy, Çankaya, Eyüp, Gündoğmuş, Gürpınar, Hizan, Bismil, Kargı, Karakoçan, Karapınar, Manyas, Sivrice, Şemdinli, Patnos, Yenice, Yeşilova ve Yüksekova ilçeleri ile birlikte Eğil ilçesi kurulmuştur. Ancak bir süre sonra Eğil ilçe teşkilatı Dicle (Piran) Bucağına taşınmış ve buraya Eğil ismi verilmiştir. Bu karışık durum 1951 yılına kadar devam etmiştir. 18 Aralık 1951 günlü Resmi Gazete'de yayınlanan 5851 sayılı kanunla Diyarbakır iline bağlı Eğil ilçesinin adı (Dicle) ve bu ilçeye bağlı Dicle bucağının da adı (Eğil) olarak değiştirilmek suretiyle karışık durum düzeltilmiştir. 1957 yılında Eğil Bucağı Dicle ilçesinden ayrılarak Merkez İlçeye bağlanmış, 1988 yılında tekrar ilçe teşkilatı kurulmuştur.
Ana Sayfa | Egil Tarihi | Fotograflar | Peygamberler | Kelek
Copyright © 2006 muratöğe