Büyük Acılar, Büyük İnsanlar ve Gaita "Raskolnikov"

10. Bölüm

Büyük Acılar, Büyük İnsanlar ve Gaita "Raskolnikov"

10. Bölüm

Yazan: Ömer Faruk Işık
Yayına Hazırlayan: Mehmet Emin Çakmak

"Büyük Acılar, Büyük İnsanlar ve Gaita
"Raskolnikov"

 

Gaita bu meyhanenden de çıkıp yenisine doğru yol almaya başladı. Sabah erken saatlerde başladığı meyhane mesaisinde, bu terk ettiği dördüncü meyhaneydi. Meyhanede tek başına oturan insanların masalarına çöreklenip, onlara uydurduğu dertlerini dökerek kendine acındırıp içki ısmarlamalarını sağlıyordu. Dört meyhane boyunca ödediği para bir meyhanede bile oturmasına yetmeyecek bir parayken o şu an beşinci meyhaneye ilerliyordu. Okul için Petersburg’a gelmiş ama okulunu da okumamıştı. İlk senesinde birkaç gün okula gitmiş ve hemen başını belaya sokarak okula gidemeyecek hale gelmişti. Onu okuldan tanıyan birinin şu an onu karşısında saatlerce görse bile tanıması neredeyse imkansızdı. Saçının ve sakalının uzunluğu onu o kadar farklı bir insan yapmıştı ki ailesi bile onu tanımakta zorlanabilirdi. Meyhaneye yaklaştığında içeriyi gözetlemeye başladı. Dışarıdayken birini gözüne kestirdiğinde hemen onun masasına gider ve meyhane sahibinin onu kovmasından kurtulurdu. Gaita gibi yapan insan sayısı çok olduğundan içeriye girip kendilerine içki ısmarlayacak insan arayan gözleri meyhane sahipleri tanır ve dışarı çıkartırlardı. Camın kenarındaki bir adam Gaita’nın gözüne çarptı. Temiz bir giyime sahip olmayan bu adam masasında daha yeni içilmeye başlanmış bir şişeyle oturuyordu. O şişeyi içme başlamadan çok sarhoş olduğu belliydi. Gaita’ya göre bu adamın içki ısmarlayacak parası yoktu ama masasında neredeyse dolu olan şişeye ortak olmak da Gaita için yeterliydi. İçeri girer girmez masaya yöneldi ve adama sarılıp hemen masaya oturdu. Bu hareketi ikilinin arkadaş olduğu düşüncesine meyhane sahibini ikna ederdi ama meyhane sahibi hiç oralı bile olmamıştı. Masaya oturup hiç tanımadığı halde sarıldığı adamın yüzüne bakan Gaita, adamın gözlerinden yaşlar aktığını gördü. “Benim iğrençliğimi senin o temiz yollarının sarılması geçiremez” dedi. Gaita bu cümleye şaşırmıştı. Beni tanıdığı birine mi benzetti diye düşündü ve tanışıyormuş gibi davranarak meyhanede kalma ihtimalini garantiye almayı planladı. “Seni buraya gönderen Tanrı artık benden umudunu kesmeli. Ben temizlenebilecek biri değilim artık. Çok berrak bir şekilde akan bir suyun içine girsem, suyun kaynağını bile kire boğarım” kafasını tavana doğru kaldırdı ve bağırarak “Tanrım! Yüce Tanrım! Kes artık umudunu benden. Ne eşime bakabildim ne çocuklarıma. Ne iyi bir insan olabildim ve iyi bir eş ne de iyi bir baba. Temiz meleklerini bile kirletirim ben.” Gaita fazla şaşkın bir şekilde adamı izlemekteydi. Adam Gaita’yı Tanrı tarafından gönderilmiş bir melek olarak görüyordu. Gaita, Tanrı’ya inanmayı bıraktığı günden bu ana kadar ilk defa Tanrı sözcüğünden bu kadar etkilenmişti. Tüylerinin diken diken olduğunu hissedebiliyordu. Söze girip bir şeyler söylemek istedi ama karşısındaki adamın durumu anlamasından ve meyhaneden kovulmaktan korktuğu için sessiz bir şekilde oturmaya devam etti. “Karım hasta! Hem de ne hasta. Öldü ölecek neredeyse. Karım hastayken ve ben işsiz bir şekilde dolaşırken, bize kim bakıyor biliyor musun? Kızım! Kızım bizim için çalışıyor. Vesika aldı ve bizi geçindiriyor. Bir baba buna nasıl göz yumabilir. Buna göz yuman birine baba demek ne mümkün?” Gaita’nın gözü adamı dinlerken masadaki bardağa odaklandı. Bardak yarısına kadar içilmişti ve Gaita elini yavaşça uzatarak bardağı eline aldı. Karşısındaki adamın gözlerini ovalamak için ellerini yüzüne götürdüğü bir anda bardağı tek seferde bitirip geri yerine koydu. Gözlerini ovuşturduktan sonra bardağın boş olduğunu gören adam şişesinden doldurup bardağı Gaita’ya uzattı. Gaita yine tek seferde bardağı boşaltıp adamın önüne koydu. Kafasında hazırladığı hikâyeyi anlatamamak Gaita’yı biraz üzmüştü. Hazırladığı en iyi hikayesiydi ve bunu deneyememişti bile. Daha önce girdiği meyhanelerde bu hikâyeyi anlatmamıştı çünkü bu hikâye için doğru anı bekliyordu. Meyhaneye girip adama sarıldıktan sonra bu hikâye için doğru anın bu an olduğunu düşünmüştü ama hiç beklemediği bir şeyle karşılaşıp suspus oturmak zorunda kalmıştı.

Gaita bir bardak daha içki içtikten sonra içini kaplayan rahatsızlık hissine dayanamayıp meyhaneden ayrılmıştı. İstese birkaç bardak daha içebilirdi ama orada oturmaya dayanamıyordu. İlk defa böyle bir fırsatı tepmişti. Bir yandan bunu yaptığı için kendisine inanamayarak bir yandan da midesindeki sancıyla boğuşarak köprünün parmaklıklarından tutunup aşağıya doğru bakmaya başladı. Kendini aşağı atmak istiyordu. Bu istek içini o kadar yoğun bir şekilde kaplamıştı ki zihninde çoğu anılar süratli bir şekilde ilerlerken acı çektiği anılarda sanki hayat yavaşlıyordu. Anılarının verdiği acı onu daha çok kıvrandırıyor ve ölme isteğini arttırıyordu. Babasının küçük yaşta onu terk edişi takılı kaldı zihninde. Babasını beklerken giydiği kıyafetleri bile gözlerinin önüne gelmeye başladı. Parmaklıklardan aşağıda akan suyun üzerinde anılarını izliyordu. Tekrar tekrar. Babasıyla çıktıkları bir yürüyüşte babası onu tek başına eve yollamıştı. O gün babasını son görüşüydü. Hiçbir sebep sunmamıştı babası. Bir sebep sunacak kadar bile değerli görmemişti. Bir çocuk terk edilecek ne yapmış olabilirdi ki? Babasıyla her yere gidebilirdi. Her yere gitmeye hazırdı. Ne zorluk varsa o yolda hepsini çekmeye hazırdı. Sadece babasıyla olmak istiyordu ve bunun için her şeyi yapabilirdi ama babası bunu istememişti. Bir sonraki gün için sözler verip gitmişti. Madem gidecekti neden sözler verip umut yeşertmişti ki çocuğunun içinde? Uzun süre babası için dua etti Gaita. Her gün bol bol dua. Daha sonra Tanrı’yı babasının kendisini terk ettiği gibi terk etti. Bir gün sessizce bıraktı Tanrı’yı. Bir önceki gün yine bol bol dua etmişti ve bir sonraki güne uyandığında Tanrı’ya inanmıyordu.

Havanın esintisi onu biraz kendine getirmişti ve yürümeye devam ediyordu. Samanpazarı’nın yol ayrımında bir yüz ona çok tanıdık geldi. Ona tanıdık gelen bu yüz Raskolnikov’du. Okuldan tanışıyorlardı ve Giata’nın okulda sevdiği birkaç kişiden biri oydu. Diğer yola doğru yönelen Raskolnikov’un arkasından koşup onu Samanpazarı’na doğru yürütmeye başladı. Raskolnikov ilk başta Gaita’yı tanıyamamıştı. Gaita ve Raskolnikov okulda çok derin konular üzerine sohbet ederlerdi ama Gaita şu an o konuların hiçbiri hakkında bir şey söyleyebilecek durumda değildi. Ölmek istediğini söylemek istedi ama bundan hemen vazgeçti. Kim bilir ne düşünürdü hakkında. Ya da Gaita’yı eskisi gibi sanıp ölüm üzerine derin bir sohbet başlatırdı bu da Gaita’nın istemediği bir şeydi. Bu sohbetleri artık edemeyecek olması biraz utanmasına sebep oldu. Eski arkadaşını görünce heyecanlanmıştı ama şu an yanında durmak işkence gibi gelmeye başlamıştı. Kalabalık arasından geçerken Gaita hızla uzaklaştı arkadaşından. Raskolnikov o kadar dalgındı ki arkadaşının artık yanında olmadığını fark etmedi bile. Hatta büyük bir ihtimalle eski bir arkadaşının yanına geldiğini, onun yolunu değiştirdiği, yan yana yürüyerek Samanpazarı’na girdiklerini bile fark etmedi. Gaita ara sokağa girmeden önce arkasını dönüp arkadaşına son bir kez baktı ve onun bir dükkânın önünde durduğunu gördü. Ara sokağa girdikten sonra koşmaya başladı ve evine kadar da durmadan koştu. Eve girer girmez kendini yatağa attı ve o kadar hızlı attı ki başını vurduğu noktadan sıcak kanın aktığını hissetti. Akan kanı bile umursayacak durumda değildi. Yıllardır adını ağzına almadığı Tanrı’ya şu an uyuyabilmek için yalvarıyordu. Gaita kapının önünden pencereye kadar olan mesafede gözleriyle babasını takip etti. Babası uzun uzun yüzüne gülümsedi ve pencereyi açıp kendini aşağıya doğru bıraktı. Yataktan kalktığında yastığı tamamen kan içindeydi ve Gaita o kanın olduğu yere kafasını bile çevirmeden pencereden aşağıya bıraktı kendini.

Copyright © 2023 Tüm Hakları Saklıdır. Tanıtım için kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. 

© 2023, Sanrı Yapım

Yorumlar

Yorum Ekleyebilirsiniz!

Ömer Faruk Işık

Gaita'nın ve Ne İse Ne'nin yazarı.