hakkani15


Şeyh Muhammed Nazım Adil el-Hakkani 

K.S.

Sohbet l5

1982,  Yahyâ Efendi. İSTANBUL

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

Medet ya Allah, Ya Resulallah medet. Medet Ya Seyyidî Sultanül Evliya! Medet Ya Seyyidî, ya Şeyh Yahya! Destur.

Eûzübillâhimineşşeytanirracim. Allah Şeytanı bi­zim yanımızdan uzak etsin. Bismillâhirrahmanirrahîm. Bi mededi bi imdat Ya Allah!

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

«Kalu Subhaneke lâ ilme lenâ illâ ma allemtenâ inneke entel âlimûl hakîm.»[1]

v    Biz bir şey bilmiyoruz ya Rabbi!

v    Biz muhtâcız. Biz aciziz, zayıfız,

v    Bizim ihtiyacımızın muhtaçlığımızın hududu yok,

v  Senin vericiliğinin hududu da yok,

v    Senin lütfünün hududu yok,

v    Senin ihsân-u inamının hududu yok,

Hudutsuz veren Allah, bize lütfeyle. Bizim isteğimiz Senin kulluğunu yapmak için, o kulluğu başarabilmek için imdat talep ediyoruz, tevfik talep ediyoruz, inâyetini, hidâyetini talep ediyoruz Ya Rabbi! Burada toplanan, Senin topladığın Camiu’n Nâs sensin ya Rabbi! Senin burada cem ettiğin bizlere, sana hâlis kulluk için ne lâzımsa ilham eyle, bildir ya Rabbi! Bize aşk-u şevk ver, aşksız, şevksiz, meşksiz bırakma bizi ya Rabbi!

Ya seyyidî ya Rasulallah! Medet Ya Sultanûl Enbiya! Bu ümmetlere, bize lüzum edeni, sizin şef­kat ve şefaatinden dileniyor, niyâz ediyoruz. Ya seyyidî ya Rasulallah, biz bir şey bilmiyoruz, bize lüzum edeni bildirirsen biliriz ya seyyidî, ya Rasûlallah, isteriz. Ya Ricalâllah! Ya ibâdullahi’s sâlihin! Ya Evliyaallah! Ya Sultanul Enbiya! Sizden de is­timdât ediyoruz. Ya seyyidi! Ya Şeyh Yahya, size olan salâhiyetten, sizin maîdeden bize yediriniz. Ru­hâni olan gıda, ruhâni olan kuvvet membâından bize de aşılayıp sizin yolunuza yürümeye, yürütmeye fehm-u tefhime sizden imdat istiyoruz. Her kapıyı açacak ilahî imdat ve Peygamber-i zîşanın (Salavatullahi ve selâmuhû aleyhim) imdâdını bize yetiş­tirmeye vesîle olacak bütün evliyaların da bize yar­dımlarına vesile olan mübârek kelimeye buyurun:

«Eşhedü en lâ ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlûhu» (Sallallahu tealâ aleyhi ve sellem)

Şimdi bize bunların takdîm ettiğine kulak vere­lim. Herkes nasibini almaya baksın. Bu meclis dâim bulunan bir meclis değildir, onun için nasibini almaya bak.

─ Kulun Cenabı Allah’a en sevgili olan hâli nedir?

 Kendi aczini itiraf etmesidir. Kendi ihtiyacını bilip Cenabı Hakk’ın huzurunda, muhtaç olarak onun ka­pısında durmaktır. Kulun sıfatları içerisinde Allah’a sevgili olan budur. Hakîkaten muhtaç olduğunu, hakîkaten acz içerisinde bulunduğunu, hakîkaten yoklukta bulunduğunu itiraf edip Allah’ın kapısına öyle gelip dikilmesi; bu Allah’a sevgilidir.

Sen neyi arıyorsun?

Sen, Allah’ın sevgili kulu olmaklığı arıyorsun. Sen belki onu diline getiremesen de sende olanı nakledelim.

Senin gayret edip de elde etmek istediğin ne olacaktır?

 “Cenabı Allah’a sevgili bir kul olabilsem” bunu istemeyecek bir Müslüman, bir mümin tasavvur edilebilir mi? Lâkin bu­nu kendimize söyleyemiyoruz.

Ø   Ne olacaksın?

Ø   Tayyareci olacağım!

Ø   Ne olacaksın?

Ø   Hoca olacağım!

Ø     Ne olacaksın?

Ø     Kaptan olacağım!

Ø     Ne olacaksın?

Ø     Tüccar olacağım!

Ø     Ne olacaksın?

Ø   Mühendis olaca­ğım!

Ø   Ne olacaksın?

Ø   Doktor olacağım!

Ø   Maşallah! Hiç bir şey olmayacaksın!

«Allah'ın sevgili bir kulu olacağım» diyen bir kimse görmedim, işitmedim daha. Belki bundan sonra işitiriz. Ben de söyleyeyim kendime;

Ne olacaksın?

«Yahu! Ne olacağım takavvut olup çıktık. Bundan sonra ne oluruz» deyip çıkıyor.

Allah’a sevgili kul olacaksın. Kendini bildiğin andan itibaren sen hedefe onu koy! Allah’a sevgili kul olmak; muradımız bu olacaktır. Ey Müminler! Dünya hutâmını, dünya zibilini toplamaya gelmedin sen. Allah’a sevgili kul olmak için geldin. Olabildin mi, ona gayret et. Hedef bu. Allah’a sevgili kul olduktan sonra, o payenin üstünde bir rütbe, bir paye düşünülebilir mi? Ondan daha büyük bir ka­zanç aklına fikrine gelir mi? Gelemez.

 Cenabı Hakk kullarını sınıf sınıf halk eylemiş, her türlüsünü halk eylemiş.   Buğday tarlası değil ki bu hep bir kıvamda olacak. Her türlü insan; hatta Ce­nabı Allah iki insanın suretini bir kılmamış. Cenabı Allah, ferdâniyetine delîl olarak da herkesin bir sureti, bir çeh­resi var,  herkes bir şahsiyet sahibi oluyor, herkese ayrı bir şahsiyet bahşeylemiş. Böyle bu insanları hikmeti ile muhtelif sınıflar üzerine halk eylemiş. En basit hayat şartlarında yaşayan insanlar da insandır,  en yüksek dünya hayatıyla ya­şayan kimseler de insandır. Her seviyedeki âdemoğlu Cenabı Allah’ın kulluğu ile mükellef olmak şerefini taşıyor. Bu dünyada en basit olanı mah­şer gününde hesabı en hafif olanıdır. Bu dünyada en yüksek dünya mensuplarına erişmiş olan yahut eriştirilmiş olan kimseler mahşer gününde en ağır yük altında olacak kimselerdir.

Behlül-ü Dâna (Allah onun sırrını takdis eyle­sin), daima devetüyünden bir aba giyermiş, ekmekle peynir yermiş.

«Yâhu! Bu kadar nîmetler var, helâldir. Helâl varken, niçin yemezsin, niye başka şey de giymezsin?» dediklerinde:

«Ey Allah’ın kulları! Yarın mahşer günü kurula­cak ve mahşere çağırılacağız. Cenabı Allah kasem eyledi, Estaîzübillah:

ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

 “Sümme letüselünne yevmeizin anin naîm”[2]

“Elbette ve elbette o günkü günde, bütün nîmetlerden; onların hakkından, onların şük­ründen size soracağım.” diyor. Mah­şer gününde cehennemin kapağının üzerine bastırı­lıp, «Cevap ver ondan sonra içeriye geç» denecek. Ben bir ayağım ile basarım, “Peynir ekmek yedim, sırtıma deve yününden aba giydim, bununla yaşa­dım” derim. Bir ayakla basarım, öteki ayakla öbür tarafa atlarım.» diyor.

Onlar, yakîn sahipleri­dir. Bizim gibi işi uzaktan dinleyen adam değil.

«Haşr-u neşri burada gördük, nefhâyı sur olmadan»

Demiş Ehlullah. Onlar Cenabı Hakk’ın mukarreb kulları, sevgili kullarıdır. Biz, haşr-u neşre daha vakit var diyoruz. Cenabı Allah aynelyakîn olarak on­lara sûr üfürülmezden evvel sûr’un üfürülüşünü ve mahşer yerine birikmeyi, kabirlerden kalkıp Mahke­me-i Kübrâ’ya milletin sevk olunmasını burada iken seyrettirmiştir. Yakîn ehli olanlar işi hafife almazlar. O Behlül-ü Dâna meczub kimse idi; Allah’ın aşkına kapılıp giden kimse manasına. İlahî aşk onları sarıp almış, bizimle yaşar da bizimle değiller. Kalıplarıy­la bizim aramızda dolaşırlar, kalpleriyle huzurdadır­lar. Onun için biz bu dünyanın bütün nîmetlerin­den sorulacağız. Binaenaleyh bu dünyada bir kimse ne kadar nîmete ermiş ise o nimetten sorulacağını bilmesi lâzımdır. Şükründen sorulacaktır. Lâkin ba­sit olan bir kimseye mahşer gününde onun suali çok basit gelecek, dünyası çok olanın hesâbı çok olacaktır. Belki, hesabını bu dünyada temiz yapıp da orada hemen sayfalan çevirip oradaki hesap ile karşılaştırma yapıldığında doğru çıkarsa, o başka.

Ona göre ey Mü’min! Sen bu dünyaya toplamak için gelmediğini bilesin ve dediğimiz gibi, hangi sınıftan olursa olsun dünya rütbelerinin en basitinden en üst seviyesine varanlar olsun, bu insanların hep­sinin isteyeceği ne olacaktır? “Rabbimize sevgili bir kul olabilsek!” Aklın bunu kesmelidir. Her kademede insanoğlunun arayacağı, isteyeceği, arkasından ko­şup gayret edeceği sevgili kul olabilmektir. Cenabı Allah hiç bir kimseye o makamı men etmemiş, ka­patmamıştır. Bizim yanımızda dünya rütbeleri olan kimseler hürmetli sayılır. Basit bir hayat yaşayan köylümüz, çiftçimiz, işçimiz, onlar belki ictimaî bün­yede aşağı seviyede sayılır lâkin Cenabı Hak on­lara da mükellefiyet şerefini giydirmiştir. Cenabı Allah onların bu dünyada yapmış oldukları basit işlere bakmıyor. Onların niyetlerine bakıyor. Cenabı Allah;

«Acaba istedikleri nedir? Bu benim kul­larım ne olmak istiyor» «Acaba Rabbimize sevgili bir kul olalım diye gayretleri var mı?» diye bakıyor. En basitinden, en üst seviyedeki kimselerin kalplerini boyuna yoklu­yor. Her gün senin kalbinin yoklandı­ğını unutma.

Bu sözler Ehlü’l-Hakîkat’in bir ifâdesidir. Hazretin maidesinden yiyoruz. Biz bilmiyoruz dediğimiz vakitte onlar bildiriyor. Her bir insanın üzerinde yirmi dört saat zarfında yirmi dört bin tecellî var, o te­cellî altındasın. Cenabı Allah her tecellîde nazar buyuruyor:

Ø     Benim kulum, acaba neyi düşünüyor?

Ø     Maksadı nedir?

Ø     Bu kul neyin arkasındadır?

Ø     Kalbin­de ne var?

Ø     Kalbinde kim var?

 Diye bakıyor.«Ya Rabbi! Sana nasıl sevgili kul olacağım?» İşte, senin düşüncen bu olsun. O zaman Allah senin bütün dertlerini alır, dertsiz olursun. Cenabı Allah seni hemmu gamdan, hüzün­den kurtarır.

Neden?

Bu kul kendisini Rabbisine sevdirmek gayesindedir. Başka düşüncesi yoktur. Onda hâkim olan düşünce budur: Nasıl sevgili kul olacağım ben Rabbime, diye.

 Ne için burada oturuyorsun?

 Onun manasını da veriyor­lar. Burada oturmaktan maksadım, «Rabbime nasıl sevgili kul olacağımı öğreneyim diye.» Öyle niyet yap o zaman kazanırsın. Cenabı Allah sana öğre­tir. Bu, mühim bir ilimdir. Şimdi dört kitabın hülâsa­sı içerisinde olan bir hikmeti bize beyân etti bugün Şeyh Yahya Efendi Hazretleri. (Allah onun sırrını takdîs etsin)

Ya Seyyidi! Allah onun derecâtını âlî eylesin, o evliyaların bir sözü yetişir, bir hayat boyunca yetişir. Bunu tut sen. Başında da söylettiler.

Allah’a sevgili kul nasıl oluna­caktır? Allah, kulun sevilen ahlâkı nedir? En çok sevilen ahlâkı nedir?

Kendi aczini ve ihtiyacını huzurda arz etmektir. Cenabı Allah, huzuruna varlık iddiasıyla gelenleri istemiyor. Hatta mahşer günün­de, ibâdeti taatı ile mağrur olarak gelenden günahları sebebi ile boynu bükük olarak gelenler Allah’ın in­dinde makbul olur. Dikkat et, cehennemi de mahşer yerine çekti­recektir. Melâike-i Kiram onu mahşer yerine yak­laştırırken yetmiş bin zincirlerle bağlı olduğu halde çektirilip getirilecek, her bir zincirin yetmiş bin hal­kası var, her bir halkaya yetmiş bin melâike sarılır. İşin azametine bak! O haliyle mahşer yerine getirilir­ken Cenabı Allah kimseye baş kaldırmaya imkân verdirmiyor. Onun şiddetinden, gazabından, hidde­tinden bütün Enbiyanın dizlerinin bağı çözülüp, diz üstü düşecektir. Estaîzübillah;

وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً

 «Ve terâ küllü üm­metin câsiye»[3] Cenabı Allah âyet-i kerîmesi ile bildiriyor. “Bütün mahşer halkını, bütün ümmetleri diz üstüne düşmüş görürsünüz.” Enbiyanın dizlerinin bağı çözülüp düştüğü vakitte, başkasının aklı başın­da mı kalır. Öyle havl ve korkunun bütün mahşeri kaplayacağı günde; o günkü gün hepsi boynunu bü­kecektir. Cenabı Allah, öyle kullarını seviyor, varlıkla geleni istemiyor. Ehlullah da hakîkati bilmişlerdir. Onlar daima Allah’ın kapısına ihtiyacı arz ederekten gelirler; Aman Ya Rabbi! Muhtacız diyerek gelirler.

Sultanûl ârifîn, bu bizim hikâyeyi söyle diyor bana. Beyazıd-ı Bestâmi Hazretlerini (Allah onun sırrını takdis etsin) intikalinden sonra rüyada görmüşler. Rüyada demişler ki,

 «Halin nasıl oldu?» O da demiş ki;

«Ben Allah’ın bâbına çıktığımda Ce­nabı Hakk’ın huzuruna açılan kapıya geldiğim vakit­te bana ne getirdin diye sordular; bana ilham oldu, bütün hayatım boyunca o yolda bulunduğum için Ce­nabı Hakk bana lütfeyledi,

«Sultanın kapısına gelen dilenciden, ne getirdin demezler, ne istersin derler, ne hacetin vardır derler» deyince,

 «Doğru söyledi, açın kapılan, gelsin içeriye!» diye bu suretle beni karşıladılar» di­yor.

 Onların sözlerinde ibret var, hikmet var. Ben boş gelmişim sultanın kapısına, ne getireceğim ben demiş. Allah’a en sevgili olan halimiz, hacetimizi arz ederek gelmekliğimizdir. Sana dünyalıktan biraz verdiği vakitte, «Benim ne ihtiyacım var» diyerek baş kaldırma. Cebinde bir kaç kuruş gördü­ğün vakitte, «Ben kimseye muhtaç değilim» deme. Sonra onu bilmezsen, cebinden o verdiğini alıverir, sonra öyle kalırsın. Onun için Aleyhisselâtü vesselâm, “ben ganîyim”, diyen kimse hakkında, «ganî miskindir» diyor.

ü       Ben akıllıyım, kimsenin aklına muhtaç değilim! Diyerek varlık iddiasına kalkma!

ü       Ben ganiyim, kimseye merhaba demeye ihtiyacım yok. Param çok, malım çok diyerek varlık iddia­sına kalkışma!

 Allah isterse hakir eder, âleme muh­taç bırakır. Sen Allah’a ihtiyacı arz etmediğin vakit­te bütün millete seni ihtiyaç arz etmeye mahkûm eder. Sonra, «Ben âlimim; her şeyi bilirim, Kur’an bilirim, hadis bilirim» diyerek çıkma. Senden ilerisi­ni de kabul et. Ben bilirim havasına çıkma, hepsini aklından siliverir de çocuk gibi kalırsın. Besmele çekmeyecek hale de düşürür sonra.

İşte insan, ya malı cihetiyle, ya aklı ciheti ile ya ilim ciheti ile veyahut etbâsının, emrinin altın­da olan kimselerin çokluğu ile varlık iddiasına kal­kar. Mukallibel Kulûb olan Cenabı Allah’tır. Kalpleri sana döndürdüğü müddetçe onlar seninle be­raberdir. Kalplerini onların senden döndürdüğü za­man sen onların kalbini ne ilminle döndürebilirsin, ne malınla ne aklınla. Hiçbir tedbir ile kalplerini Cenabı Hakk’ın senden döndürdüğü kimseleri sen bend edemezsin. Allah’tan kork, ben topluyorum deme! Sen toplayamazsın! Sen kendini toplayamazsın, sen aklını toplayamazsın, sen ilmini toplayamazsın.

 İn­sana varlık iddiasını telkîn eden dediğimiz gibi ya ilmidir, ya aklıdır, ya malıdır, ya rütbesi, ya etbasının çokluğudur. Onların hepsi Allah’ın elinde... Sen Allah’tan kork ki, o senin varlık iddia etmene sebep olan her şeyi senin elinden alıp seni öyle bırakır. Mutlak varlık Cenabı Allah’ındır. «Bu kadar kuvvetliyim» deme! Gece kalkarsın da sabah kalkacak kuvvetin kalmamıştır. Senin üzerine görünmeyen or­dularından hücum ettirir de ellerin, kolların, müthiş adalelerin olsa da, yatağın dö­şeğin üzerinde paçavra gibi kalırsın. Seni bir yandan bir yana iki üç kişi iteleyerekten döndürür.

Binaenaleyh ey Mü’min! Eğer sen Rabbine sev­gili kul olmak istiyorsan dâima Cenabı Allah’ın hu­zuruna hareketini arz eyle, aczini bildir,

«Ya Rabbi! Sen bana bu kuvveti vermesen, ben âcizim. Sen verdiğin için bende bir şey var oluyor. Lâkin Sen beni bir lahza inâyetinden hidâyetinden mahrum bırakırsan ben mahvolurum, perîşan olurum, yok olurum, kahrolur giderim» diye,  böyle hâlet arz et­memiz için, bunu tâlim için, Cenabı Peygamber (Salavatullahi ve Selâmuhû aleyh) buyuruyor:

   «Allahümme lâ tehinni ilâ nefsi tarfete ayn»; «Ya Rabbi!Göz açıp yumuncaya kadar beni kendime bırakma, ben acizim.»

Peygamber a.s, «Abdün aciz» diyor. Bütün kevn-ü mekân kendisi için yaratılıp kendisine teslim edilen peygamberdir O.

Mîrac gecesinde neye davet etti, haberin var mı?

Şimdi onu da söyletiyorlar, peygamberin şânını bi­lesin öyle itikat edesin. Cenabı Allah, Peygamber a.s.’ı Mîraca davet etti. Bütün masivayı da dolaştırdı,  göstertti. Yal­nız masiva değil Cenabı Hakkın yaratmış olduğu Kevn-ü mekânı seyrettirdi; yedi arzlar, yedi gökler, kürsü, arş, sidre, hepsini seyrettirdikten sonra huzuruna çağırdığın­da;

«Ey Habib! Bütün gördüklerini sana teslim eyledim, senin içindir,  sanadır. Kevn-ü mekâna Benim ihtiyacım yoktur. Bu Kevn-ü mekâna, yarattıklarıma seni sultan ettim. Sen sultansın, Sen Sultanü’l Kevkeyn’sin, Dünya ve âhiretin sultanı sensin. Ben mut­lak saltanat sahibi olan Rabbin, dünya ve âhiretin sultanlığını sana vermişim. Benim şânım âlidir» diye buyuruyor.

Cenabı Hakk’ın saltanatının azametini hiç bir kimsenin, ya nebiyyül mürsel, ya veliyyül kâmil, ne melikül mukarreb anlayacak yerde değildir. An­cak o saltanatın azametinden bir şua Habibullah’a zâhir olur. O nazar eder, ondan gayrisi oraya nazar etmesine imkân yoktur.

Onun içindir ki, o ezeli, ebe­dî, mutlak saltanatın sahibi olan, Lâilaheillallah, Celle ve Âlâ’dır. Huzurunda duran, Muhammedün Resulullah’tır (Salavatullahi ve Selâmuhû aleyh). Biz, Cenabı Hâlik (C.C.)’in saltanatının azametini, Efen­dimizin; bütün kâinatın Efendisi, dünya ve âhiretin sultanı olan Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) saltanatından seyrederiz. Ondan öteye bakmaya, yetişmeye imkân yok. Aslında Efendimize verilen saltanatı da idrâk etmeye imkân yok. Herkes kendi derecesine göre o saltanattan bir rütbe giyecektir. O rütbeyi Peygamber-i zîşan giydirecektir. Onun için güzel isimlerinden birisi de Resül’dür; bütün insan­lara rütbelerini dağıtıcı, mertebelerini yüceltici Peygamber-i zîşan'dır. Bütün rütbeler ondandır. Dünya­ya ait olan rütbelerin ehemmiyeti olmasa da yine dünyadaki bütün rütbeler Efendimizden tayin olunur, taksim olunur. Âhiretin ilelebet rütbeleri de yine Efendimiz tarafından bütün enbiyalara, bütün evli­yalara, mü’minlere, salihlere yine Efendimiz huzu­rundan terfî gelir. Cenabı Hakk’ın bize vermiş oldu­ğu, vereceği rütbelerin durması yoktur. Dünyadan ahirete intikal etsek dahi, ahirette vereceği rütbelerde durmayacaktır, boyuna artacaktır. O rütbeler de âhiretin sultanı olan Efendimizden gelir bize taksim olunur. Böyle bil, Efendimiz Aleyhisselâtü vesselâmı. Böyle iken o şanı yüce Peygamber (S.A.V.) bu­yurur;

«Ya Rabbi! Göz açıp yumuncaya kadar beni bana bırakma, beni nefsimin elinde bırakma.» Çünkü nefis mağrurdur, daima varlık iddiasında­dır. Onun için Allah’a ilk başkaldırandır, aksilik ne­fisten gelir, en sevilmeyen sıfattır, âsi olma. O Peygamber i zîşan (S.A.V.) böyle söylediği vakitte; biz ne had ile varlık iddia edip bir şeye güvenip serkeş­lik yaparız?

Ey mü’min! Allah’ın huzuruna ihtiyacı­nı daima arz eyle! «Zengin oldum, ihtiyacım kalma­dı» diyen ahmaktır. Aklı ile varlık iddia eden ahmak­tır. İlmi ile varlık iddia edip, «Kimseyi dinlemeye ihtiyacım yoktur» diyen, o da câhildir, âlim değil­dir.

Allah bizi nefsimizin eline bırakmasın. Nefsine kulak verme! Nefsin seni, Allah’tan uzaklaştırmaya uğraşır. Sen eğer Allah’a sevgili kul olmak kastında isen, her dâim boynunu bük, Allah’ın huzurunda Ya Rabbi! De, Ya Rabbi, ya Rabbi! Dediğin vakitte Ce­nabı Allah, «Lebbeyk ya abdi» der sana. Ya Rab­bi diyene buyur ey kulum diyor, Cenab-ı Rabbül İzze. Sen O’na bak.

Hiç ibadet etmeyen bir kimse, kırk gün geceleyin kendi halvetinde du­rup yalnızca ışığı da kapatıp, üç defa «Ya Rabbi, Ya Rabbi, Ya Rabbi! Beni kulluğuna kabul et»  dese kırk güne kadar o kul beş vakit değil, elli vakit kılacak. O adam muhlis olacak. Başka teklif istemez. Bunu yap de sen, başka şey teklif etme, bunu yap, şunu yap diye teklif etme.

Bu evliyaların ilminden olan bir kelâmdır. Kendi başına durup da böyle «Ya Rabbi, ya Rabbi, ya Rabbi!» desin, o kalbinden çık­sın. Kimse görmeden, onu yalnız Allah görür, kimse işitmeden yalnız Allah’a işittirirsin, Allah işi­tir. Sonunda da «Ya Rabbi! Beni kulluğuna kabul et» desin.  Kırk gün sonra o kimse Rabbisine kul ol­mazsa, o vakit gelsin bizim yanımıza. İşte o «Ya Rabbi!» demek;

·        Ben nefsimden vazgeçip, seni ka­bul eltim Ya Rab!

·        Senin azametine sığındım Ya Rab!

·        Senin rahmetlerine geldim, Ya Rab! Kabul eyle.

De­mektir. Bu tevâzu onu yüceltecek, yükseltecektir. Buna dikkat et. Bugünkü maide bundan ibarettir. Sen sevgili kul olmak için niyet yap, artık her hareketini de ona göre tanzîm edersin. Niyetin böyle olduğundan,

 Mâdem ki ben Allah’a sevgili kul olmak istiyorum, acaba bu hareketim Cenabı Allah’a arz olunduğunda onun hoşuna gelecek mi, sevecek mi? Yoksa beni gözden düşürecek bir amel mi?”

Diye o vakit bir parça muhakeme edeceksin, her hareketine bakacaksın. Hiç şüphesiz o vakit bu söz, kendini kont­rol etmeye vesîle olur.

Ne olmak istersin? Dediklerinde;

 «Allah’a sevgili kul olmak istiyorum» de! Doktor olacağım, mühendis olacağım, füzeci olacağım deme bana!

Olabildin mi? dediğimde de,

« Allah'a sevgili kul olmaya gayret ediyorum» de bana!

 Allah bizi nefsimi­zin şerrinden muhafaza eylesin. Nefsimizin eline bırakmasın. Bir lâhza bıraksa in­san o lâhza helâk olur.

Ya Rabbi! Bizi kendine muhlis kul, habibine makbul olan ümmetler eyle. Evliyaların sancağından bizi ayırma. Onların feyzinden bizi mahrum bırakma.

 Ve minellâhi tevfik.